Adınız soyadınız: 
E-mail adresiniz: 
Şehir / ülke: 

Başlık: 

Değerlendirmeniz: 

Türü

Yazarlarımıza gönderdiğiniz mesajlar,
site yönetiminin onayını müteakip kendilerine iletilmektedir.

Yazan okuyandan, okuyan yazandan daha çok biliyor değil

KENDİMİ BİLDİM bileli öyle havalı, kendini bir şey sanan yazarlara karşı mesafeli durmuşumdur. Kitap okuyor ve bir şeyler, hatta çok şeyler yazıyor diye “her şeyi bildiğini sanma” hastalığının bu enaniyet asrı için ciddi bir problem olduğunu düşünüyorum. Ve bu tehlikeye karşı dikkatli olunması gerektiğini düşünüyorum, bilhassa okuyan, yazan, çizen dostlarımız için.

Bu meselenin en büyük çözümlerinden birinin yazdıklarımızı, okuduklarımızı içselleştirmek ve sadece istişare makamında paylaşmak olduğunu düşünüyorum. Kürsüden vaaz eden, insanları irşat etme makamında olmaların bana uygun olduğunu hiçbir zaman düşünmedim. Hep konuşan, hep yazan, hep irşat makamında olanların daha sonra nasıl da kendilerinde bir şeyler vehmetmeye başladıklarını görmek acı bir düşüş oluyor. Önceleri bu kitapları (Kur’an, Risale vs.) “ben de biraz biliyorum” oluyor, sonra “ben iyi biliyorum”, daha sonra “canım bu eserleri benden daha iyi bilen de yok” a terakki ediyor. Son noktada da “canım Said Nursi de bir insandı, onun kadar, belki daha fazla ben de bilebilirim” oluyor.

Tüm bu vartalara karşı Birinci Söz’e başlamadan Said Nursi’nin koyduğu notu tekrar hatırlıyorum. Burada Bediüzzaman; “ben nefsimi herkesten ziyade nasihate muhtaç görüyorum” diyor ve “nefis” kelimesini bu kısa paragrafta tam dört defa kullanıyor. Sözlerin girişinde böylesine yoğun bir nefis tahşidatı yaparken bize de asıl olanın, ana olanın, gerçek düşmanımızın nefsimiz olduğunu söylemeden hatırlatıyor.

Bu yazıya sebep olanların yazılarıma yorumla katılan arkadaşlarımız olduğunu söylemek mümkün. Bilhassa kişisel övgü veya yergilerden ziyade fikirleriyle bu istişare davetine katılan kardeşlerimizi tebrik ve teşekkür ediyorum. Bilhassa “Dindar erkeklerin eşleri, onları ‘her bakımdan’ garanti olarak gördüklerinden dolayı onlara insan gibi davranmıyorlar.” adlı yazıyı paylaşan, fikirleriyle bu konuya katkıda bulunanları burada anmak istiyorum. (Ki bu başlığa daha sonra erkeklerin kelimesinin yanına “ve kadınların” kelimesinin de koyulması gerektiğine kanaat getirdim) Çünkü bu yorumlar bir; bana pek çok şey öğretti, iki; her konuya çok farklı bakış açıları ile bakılabileceğini, bir hakikatin sadece tek bir cephesi olmadığını hatırlattı.

Bizlere tüm hakikatin bizim gördüklerimizden ibaret olmadığını vurgulayan dostlarımızın varlığına seviniyorum. Ve bu yorumlardan bir kısmının yorumlar olarak kalmayıp, yazı olarak yayınlanması gerektiğinin faydalı olabileceğini düşünüyorum. Tüm bu güzel yazıların içinde (ki Büşra Karaca bu konuda benden çok daha yoğun ve kapsamlı yazdı, o paylaşımların da okunması gerektiğini düşünüyorum.), S.Buğra Tekbaş’ın o güzel yorumunu paylaşıma sunmak istiyorum:

“Evliliği ibadet statüsüne koyduktan sonra tavırlılarımızı da ona göre ayarlamak zorundayız. Yapılan şeyi ibadet yerine koyup sonrasında nefsimize büyük bir paye çıkarmak zannımca nefsimize zulümden başka bir şey getirmez. Evet evlilik kesinlikle bir ibadettir. Semeresi uhrevidir. Buradaki tüm ahvaller Esmanın üzerimizde tecellisi içindir. Ve hiç bir evliliğin garantisi yoktur. Bu insan potansiyelini pasifleştirmekten başka bir şeye yaramaz. Allah her şeyden sınav yaratacak kudrettedir. Bazen evliliğinizle... Bazen de o evliliğin semeresi olan evlatlarınızla sınava tabi olursunuz. Bazen de konu ile alakası olmayan evlendiğinizin çevresiyle... Ne fark eder ki hepsi Esmanın tulu etmesine çıkmıyor mu ki? Biz sınav yerimizi seçme lüksümüzün olmadığını bilmekle adam gibi bir başlangıç yapmış oluruz. Ve nereden gelirse gelsin hepsine karşı istenen ilahi ahlakla karşılık verme cehdi ve gayreti içerisinde olmamız gerekmektedir. Kimin kime problem açtığının inanın hiç bir farkı yok! Biz ne âlemedeyiz? Başımıza açılan sınavın farkında mıyız? Sınavı def etmeye mi çalışıyoruz, yoksa sınavı iyi bir şekilde vermeye mi? Biz Allah’la alacaklı verecekli münasebeti kuramayız!! Rabbim bundan münezzeh! Yani bak Ya Rabbi ben böyle böyle yaptım ama evliliğim iyi gitmiyor deyip saçma bir beklentiye giremeyiz! Tarih en iyi kadınların kötü kocalarla ..en iyi kocaların kötü kadınlarla olan yaşantısına binler şahit getiriyor. Hatta peygamberler bile bu sınavdan geçmiş. hiç fark etmez. Bazen siz Lut(as) olursunuz karınız iyi çıkmaz... Bazen de siz Asiye (RA) olursunuz kocanız iyi çıkmaz... Biri birinin garantisi değil... Yani Asiye de olsanız Firavun gibi kocanız olabilir. Böyle evlilik anlatılmaz! Herkes nereden gelirse gelsin sınavını kabul etmede ve onu erdemli bir şekilde cevaplandırmada iman ve itikadını geliştirmeli! Şımarık şımarık etrafta dolaşıp karı koca aramaya gerek yok! Tabi gelirse ne ala, baş göz üstüne, ama gelmezse de işi alacaklı verecekli münasebetine döküp etrafı ayağa kaldırmanın bir manası yok! Şunu da bilelim ki; iki anlamsızdan anlam çıkmaz. Herkes bireysel yaşam anlamını garantiye almalı... Anlamsızların bir araya gelmesi biyolojik bir evlilikten başka bir halt değil.. Zaten biyoloji bitince evlilikte bitiyor. Amma iki anlamlı hayat bir araya gelse ortaya ne anlamlı şeyler çıkar siz o zaman görün! Siz kendi anlamınızı garantiye alın! kocanız yada karınız ne çıkarsa çıksın... O da sizden önce zaten anlamlı ise ne ala.. Yok anlamsız ise zaten problem yok. Siz biraz anlam klonlaması yaparsınız olur biter... Ama siz hem anlamsız olup hem de bir anlamsızdan anlam beklerseniz oturun ağlayın halinize o zaman. Elhasıl ferdi hayat anlamınızı garanti altına almadan hayat birleştirmekten kaynaklanıyor bütün bu sıkıntılar. Varsa evliliği tıkanan otursun anlam tazelesin... Bu hayatın hesabı ferd ferd sorulacak, siz kendi üzerinize düşen yapın! Vazife-i İlahiye’ye karışmayın! Hadi kolay gelsin!”

Tekbaş kardeşimiz konuyu çok derin bir yerden irdelemiş. Ancak meselenin gerek dine uzak olanlar, gerekse dindarlar arasında çok büyük bir kanayan ve büyümekte olan bir yara olduğu da bir vâkıa. Bu konunun daha çok düşünülmesi, üzerinde yoğunlaşılması ve bilhassa evlilik dünyasına yeni girmeye hazırlanan kardeşlerimizin çok daha müdakkik olmaları, prensiplerinin nasıl ve niceliği üzerinde çok daha yoğun düşünmeleri duasıyla… Zira uhrevi saadetimiz ile, dünyevi saadetimiz çok farklı şeyler olmasa gerek…

  05.02.2007

© 2021 karakalem.net, Levent Bilgi



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut