*Bu sayfa, değişik arkadaşlarımızın Risale-i Nur'dan aldıkları derslerden hareketle yazdıkları yazıları paylaşmak amacıyla tasarlanmıştır.

Adınız soyadınız: 
E-mail adresiniz: 
Şehir / ülke: 

Başlık: 

Değerlendirmeniz: 

Türü

Yazarlarımıza gönderdiğiniz mesajlar,
site yönetiminin onayını müteakip kendilerine iletilmektedir.

25. Söz – 2. Şua; 5. Işık

KUR’ÂN-I KERÎM’İN sûrelerinin ilk ve son âyetlerine dikkat ettiğimizde belirli bir temayla karşılaşırız. Sûreler belli ve kesin hükümlerle başlar, sûre ile nakledilmek istenenler ortadaki âyetlerde yer alır ve sûre yine hüküm koyan âyetlerle son bulur.

"Yirmibeşinci Söz"ün bu bahsinde Bediüzzaman Said Nursî Kur’ân-ı Hakîm’in i’cazlarından bahsederken, içinde her türlü belagatı, kâinatın bütün kanunlarını, şahsî ve beşerî hayatın tüm düsturlarını, ulvî üslupların ve fezail-i kelamiyenin tüm aksamını bulundurduğu halde onda hiçbir karışıklık eseri bulunmadığına işaret eder ve bu kadar muhtelif cinsleri biraraya toplayıp da hiçbir karışıklığa mahal vermemenin ancak Kahhar bir Yaratıcının eseri olabileceğini belirtir.

Peki, neden Kahhar? Bu noktada Bediüzzaman, Kahhar ismini özellikle kullanmıştır; çünkü Kur’ân-ı Kerîm’e nazire getirmeye çalışanların hepsi kahrolmuşlardır. Örneğin, Müseylime Kur’ân’ı taklit etmeye çalışmış ve rezil olmuştur.

Yine bu bahiste geçen "cehl-i mürekkebin menşei olan âdiyât ve âdet perdeleri" lafzını biraz açmakta fayda gördük:

Cehl-i mürekkeb içinde olan kimdir? Bunlar, birşeyi bilmemekle beraber bilmediğini de bilmeyen kimselerdir. Bilmemek cahillik (cehl) ise, bilmediğini de bilmemek iki katlı cahilliktir (cehl-i mürekkeb). Ancak, cehl-i mürekkeb içindeki kişilerin yaptıkları, kuru bir cahillik değildir. Örneğin, güneşin niye doğudan doğduğunu bilmeyen ve "Bilmiyorum" diyen kişi cahildir, bilgisizdir; ama "Güneş doğar batar, bu böyledir" veya "Bu dünyada yer, içer, yatarız" diyen, harikulade işleri adiymiş gibi gösterenler cehl-i mürekkeb içindedir. Bu kişiler bilmezler ve bilmedikleri şey hakkında yanlış yorumlarda bulunurlar. Bir örnekle açmak gerekirse:

Bir gün bir baba ve çocuğu toprağa sarı tohum atarlar ve bir zaman sonra toprak yeşil filizler vermeye başlar. Henüz fıtratı bozulmamış olan çocuk bu işe çok şaşırır ve babasına merakla sorar:

—Baba, bu nasıl böyle oldu? Biz toprağa sarı tohum attık, yeşil yeşil otlar çıkıyor.

Babası cevap verir:

—O hep öyle olur yavrum. İçinde klorofil denen bir madde var, onun sayesinde yeşil çıkar yapraklar.

Bu baba cehl-i mürekkeb içindedir ve bu yaptığı, adileştirmedir. Harikulade bir olayı sıradan gibi göstererek adileştirmiştir ve—hesapta, sözümona—sırrını çözmüştür. Ancak aynı adam sarı uçlu, sarı mürekkepli bir kalemin yeşil yazdığını görünce çok şaşıracaktır!

Bizler de tıpkı bu kimse gibi, kuru topraktan ve sarı tohumdan mis kokulu, rengarenk çiçekler çıkınca şaşırmayız; ama sarı uçlu kalemin yeşil yazmasına ya da şapkasından tavşan çıkaran sihirbaza hayretler içinde bakarız.

Tohumun yeşil filiz vermesi, dünyanın hiç durmadan dönmesi, güneşin her gün doğup batması, ve bunlar gibi nice harikuladelikler, oluşumlarını sebeplere atfetmemizden veyahut hep tekrarlandığı için, bize basit ve sıradanmış gibi gelir. İşte âdiyât ve âdet perdeleri bunlardır ve gözlerimizi kapatmaktadır. Bozulmamış fıtratlı çocuğun tepkisi de, bize fıtratta adileştirmenin olmadığını gösterir. Kur’ân-ı Kerîm ise bu âdiyât ve âdet perdelerini yırtarak nazarlarımızı değiştirmemiz gerektiğini bize hatırlatan mucizekâr bir kitaptır.

  17.01.2004

© 2021 karakalem.net, Cemal Karabel



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut