*Bu sayfa, sitemize gelen, sitemizdeki ana sayfaların formatına denk düşmediği için bu sayfalarda değerlendirmediğimiz, ancak paylaşmaya değer bulduğumuz yazıların sunulduğu bir havuz olarak tasarlanmıştır.

Adınız soyadınız: 
E-mail adresiniz: 
Şehir / ülke: 

Başlık: 

Değerlendirmeniz: 

Türü

Yazarlarımıza gönderdiğiniz mesajlar,
site yönetiminin onayını müteakip kendilerine iletilmektedir.

 Paraşüt

İLK KEZ atlıyordu.

Boşluğa doğru süzülüverdi. İbre, süratle indiğini gösteriyordu. Kendinden geçti. Altimetrenin ibresi, skalanın ortalarına gelince telaşla paraşütün ciklesini çekti. İçi hava dolan paraşüt, hızının bir anda azalıvermesini sağladı. Şimdi, havada asılı duruyordu sanki.

Rahatlamıştı. Bakışlarını yukarıya kaldırdı. Açılan paraşütü inceledi. Her bir boğum, onu hayata bağlayan can simitlerini andırıyordu. Bu bağlantı hoşuna gitti. Ailesi geldi aklına, çocukları.. Yaşadığı çevreyi, iş arkadaşlarını düşündü. Onu hayata bağlıyorlardı.

Tıpkı paraşütün boğumları gibi… Paraşütün üzerinde “servet” yazıyordu sanki, “aile, evlat, mal, mülk, makam, şan, şöhret” yazıyordu. Kayıp gitmesine engel oluyorlardı.

Çevresine bakındı. Artık düşmüyor, ebediyen havada öylece kalıverecekmiş gibi duruyordu. Dünyası bir derece sabitlenmişti. Derin bir nefes aldı.

Peki, ya sonrası!

Cevabını veremediği onca muammayla birlikte hayata atılmıştı. Bir müddet sessizliğin sesini dinledi. Sonra, kuvvetlice “Heyy!” diye bağırdı. Karşı dağlardan sesinin yankılanması hoşuna gitti: “Heeyy!”

Manzara gerçekten çok güzeldi. Etrafını alabildiğine seyrediyordu. Çevresinde ne varsa elinin hemen altında gibiydi. Uzanıverse bulutlara değecek, denizi avuç avuç içecekti.

Aslında aldatıcı bir oyundu yaşadıkları. Biliyordu, ama…

Derken, aşağıdan birinin megafonla seslendiğini işitti. Kulak kabarttı, “Dikkat et!” diyordu, “Pistin dışına çıkıyorsun, kolonları çek, yanlış tarafa sürükleniyorsun!”

Kendisini paraşüte bağlayan kolonları bir iki asılacak gibi oldu. Sonra,“Aman sendee” dedi, “daha inmeme çok var. Keyfimi bozmayayım şimdi.”

Bu işe yine de canı sıkıldı. İstemiyordu ama iniyordu. Aklına ölümü geldi.

Çözümü düşünmemekte ve medeniyet fantezileriyle oyalanmakta buldu. Dağlara sesleniyor, bir an sonra yankılanan sesini dinliyordu. Kendi sesini işitmek çok zevkliydi. “Heyy..” diye bağırıyor, dağlar aynıyla mukabele ediyordu. Bulutları yakalama, denizden kana kana içme hayalleri kuruyordu.

Bir ara, aşağıya göz gezdirdi. Yere oldukça yaklaşmıştı. Bir çok şeyi seçebiliyordu artık. Düşünmemek düşmesini engellemiyordu. Hafiften ürktü. Aynı megafonik ses kulağında sedalandı yine : “Dikkat et, alanın dışına çıkıyorsun. Kolonları asıl. Rüzgara kapılacaksın. Sağa doğru gel, sağa..”

Zaman akıp gidiyor, yer ise gittikçe büyüyordu. Bu haliyle, ağzını açmış bir ejderhaya benziyordu. Bir süre sonra içine düşüvereceğini hissetti. Havada duramadığını, artık an be an inmekte olduğunu fark etti. Altimetreye baktı, ibrenin dönecek yeri kalmamıştı. Sıfırı tüketmek üzereydi. Yaşlanıyor muydu ne..

Teorikte, her uçaktan atlayanın mutlaka yere ineceğini biliyordu. Ama bunu pratikte yaşamak ürkütücüydü. Kulağına gelen ikazları ciddiye almayı düşünüyordu ki, iniş için hiç de müsait olmayan bir yere düştü. Bakışları son bir kez ufka doğru kaydı. Daha önce hiç karşılaşmadığı ve bir daha da asla görmek istemeyeceği biri, o an yanı başındaydı : “Bitti!.” dedi, “yere indin. Ama yanlış yere..”

  10.10.2002

© 2021 karakalem.net, Aykut Tanrıkulu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut