Arşiv

 Bütüncül Düşünmek

Bahaeddin Sağlam

ONDOKUZUNCU VE yirminci yüzyıllarda, nefes kesen bir sürat ile peşpeşe gelen devrimler, değişimler, sanayileşme, şehirleşme ve başkalaşma, insanı fıtrî yapısından koparıp bir nevi şizofren yaptı. İnsanın herşeyini parça parça etti. Onu bütüncüllükten mahrum bıraktı. Ve bunun sonucu olarak, insanlardan kimi kanunu savundu, kimi hürriyeti; kimi ferdi savundu, kimi toplumu; kimi maddeyi savundu, kimi ruhu; kimi inancı savundu, kimi bilimi; kimi kadını savundu, kimi erkeği; kimi sermayeyi savundu, kimi emeği...

Ve, nihaî gerçek parçalanıp kayboldu.

Bu fikrî ve sosyal dağılma ve parçalanmanın sonucu olarak, başta Batıda, nihilizm (hiççilik) akımı gelişti. Yani gerçeğin bütüncül güzelliği görülmeyince, onun parçaları dahi çöpe atıldı... Kâinatta hiçbir değer yok sanıldı.

İşte, önce bu hastalıktan kurtulmak için, gerçekleri araştırırken tek taraflı düşünmemek lâzım. Ki, bu öldürücü hastalıktan kurtulduktan sonra, ilk olarak karşımıza “Varlık” gerçeği çıkar. Bizim de, öncelikle bu varlık gerçeğinin ne olduğunu, neye yaradığını, nasıl işlediğini ve nasıl güzellikler doğurduğunu incelememiz gerekir.

Eski düşünürler, “Varlık başlı başına bir hüsn-ü mücerrettir” demişler. Yani, onun güzelliği, başka birşeyle kıyas edilmeye ihtiyacı olmayan gerçek bir güzelliktir.

Demek ki, insan varlığın gerçekliğini, güzelliğini, nimet oluşunu göremiyorsa, ona başka herhangi birşey anlatmak mümkün değildir. Bu bakımdan, ilk önce yapılması gereken şey, insanı herhangi bir tedavi yöntemiyle o bataklıktan ve düşünce çöküşünden kurtarmaktır. Bu konuda sözü fazla uzatmadan, aşk ile, güzellik ile, sanat ile ve hatta fen ilimleri ile ilgili kitapları tavsiye etmekle yetiniyoruz.

Fakat ikinci önemli bir sorun kalıyor: Bu varlık nasıl oldu, nasıl işliyor, neye yarıyor ve ne olacak? Bunların her biri bir kitaplık konular. Biz burada birer paragrafla bunlara değinerek geçeceğiz.

Önce “Zaman nedir?” Fizik kitaplarında isbat edildiği gibi, zaman da, madde gibi bir yaratıktır. Dolayısıyla, kâinattan önce, yani zamandan önce ne vardı, diye sormak bilimsel olmaz. Bu, sadece bir zihin yanılgısıdır. Zaten düşünce mekanizmamızda en önemli sorunlardan bir kısmı, bizim farklı bilgi alanlarını, farklı boyutları, farklı değerleri, ve bu farklı değerleri birleştirip ayrı bir gerçek yapan bir üst değeri bilmememizden veya inanmamamızdan kaynaklanıyor.

Meselâ, kâinatın bir maddî yönü, bir de gaybî yönü var. Başka bir deyişle, bir fiziği var, bir de metafiziği. Ve bunu bir gerçek yapan, yani gerçek olarak görebilen ve gösterebilen, tevhid inancıdır. Ondaki diyalektiği birleştirip bir güzel gerçek yapan Allah’tır. Keza, insan hem bedenden, hem ruhtan biraraya geliyor. Bu iki ayrı gerçeği bir yapan, ondaki akıl ve bilinç mekanizmasıdır. Hem, toplumda hürriyet ve serbestlik olacak, eşitlik de olacak. Ve bu iki zıt kavramı güzel yapan, bir de kardeşlik gerçeği olmalı. Yoksa hürriyet, eşitliği bozar.

Yine ana konumuza dönüyoruz: Varlık başlıbaşına bir kemalattır, olgunluktur, bir güzelliktir, bir gerçektir. Onun için niye varlık vardır, diye sorulmaz. Soranlara şöyle sormak lâzım: “Siz gerçekten yok olmak istiyor musunuz?”

Ve bu mükemmel gerçeklik ve güzelliğin sonsuz denilecek kadar çok çeşitlerinin ve mertebelerinin gerçekleşmesi için, onun mekanizmasına artı-eksi, soğuk-sıcak, madde-mânâ, ferd-toplum, kanun-hürriyet gibi zıtlıklar yerleştirilmiştir. Yani Allah, bu zıtları dengeli ve düzenli bir şekilde çarpıştırarak, binbir varlık ve güzellik mertebelerini gerçekleştirir. Az bir sahada, az bir kuvvet ve enerji ile sonsuz denilecek kadar kemalat ve olgunlukları olan varlık ürünlerini elde eder. Eğer kâinatta bu şekilde zıtlar olmasaydı ve onların çatışması ve gelişmesi sonucu, farklı farklı binbir gerçek güzellik oluşmasaydı, uzayda tek bir varlık rengi ve hakikatı olurdu ki, ona varlık demek dahi mümkün olmazdı.

Ve bunun içindir ki, hiçbir insan hep aynı yerde, aynı seviyede, aynı düşüncede kalmak istemiyor. Ve böyle bir istek, eşyanın tabiatına aykırıdır.

Allah’ın dahi binbir ismi olmakla beraber, iki temel kategoride birleşiyorlar: cemalî ve celalî isimler.

İşte madem insan bu varlık ağacının meyvesidir; elbette onda dahi diyalektik ve zıtlıklar daha yoğun olacak ve insanın yükselmesi ve gelişmesi ve değişik mertebelerde bulunması daha çok sözkonusu olacak. Demek imtihan ve sınanmadaki maksat, insanın özünde olan bu ikiliği çalıştırma ve geliştirme ve iyiye doğru yönlendirmektir. İnsandaki iyi tarafları baskın çıkarıp, kötü ve pasif yönleri geri bırakmaktır. Ve bu çatışmanın gerçekleşmesi için de, insanın serbest olması gerek. Yoksa eğer insan bir otomatik makine olsaydı, kafasında özellikle soyut değerleri anlayacak derecede diyalektik çatışma ve bu sayede gelişme olmazdı. Varlığı yine tekdüze bir seviyede kalırdı.

Ve madem insan, isteyerek ve bilerek iyi ve kötü tarafı seçiyor; elbette yaptığı kötülükler—kâinattaki umumî düzene aykırılık kalmasın diye—cezasız kalmaz. Ve iyilik yapanların iyiliği dahi—israf edilmesin diye—mükafatsız kalmaz. Ayrıca, bu imtihan mekanizmasının, burada anlatılması mümkün olmayan daha birçok faydası vardır...

Son olarak, birkaç cümleyle meseleyi özetlersek:

1. İyilik yapma, olgunluğu yaratma, insanlara yardım etme sıfatları ile ihtiyaç kavramları farklı şeylerdir. İnsanın bazan hiçbir şeye ihtiyacı olmadığı halde çok güzel şeyleri yaptığı olur. Evet, sanat icra etme duygusu ile fakirlikten ve ihtiyaçtan hamallık yapma duygusu farklı şeylerdir. Yani, Allah mükemmel sıfatlara sahip olduğu için yaratıyor—ihtiyacı olduğu için değil.

2. Düşünce perspektifi itibarıyla, insanlar çok farklıdır. Kimi bir günü düşünüyor, kimi bir mevsimi, kimi bir seneyi, kimi bir ömrü, kimi sonsuzluğu... Hayvanlar ise sadece bir anı düşünüyorlar, yani hissediyorlar. İşte eğer insan, bu kâinat sinemasının muazzam, uzun filminin başının, sonunun anlamını birlikte, bir bütün olarak düşünse karelerle ilgili ânlık sorular sormaz. Her karedeki her figürün anlamını ve özelliğini anlar. Fakat 3-4 yaşındaki bir çocuk, ekrandan ancak renkleri idrak eder, anlatılmak istenileni kavrayamaz.

Demek, insan soruyu sorarken kendi konumunu biraz irdelemeli ki, sağlıklı bir soru sorabilsin ve sağlıklı bir şekilde cevabını alabilsin.

Bizim memlekette bir köylü, ordu ile beraber Birinci Dünya Savaşında tâ Erzurum’a kadar giderler ve Ruslarla karşılaşmazlar. Köylü sorar: “Hani Ruslar nerede?” Kumandan, “Batum tarafındadırlar” der. Köylü, “Eğer buraya kadar bizimse, gerisi Rusların olsun” der.

İnsan düşüncesinin yetersizliği ve gelişmesi için Rus bilim adamı George Gamow’un 1,2,3 Sonsuz kitabı ile Alman bilim adamı E.F. Schumacher’in Aklıkarışıklar İçin Kılavuz’unu ve Bediüzzaman’ın Sözler’ini tavsiye edebiliriz.

Evet, bir bebek rahat, hafif ve herşeyi bedava olan anne karnından çıkmak istemeyebilir. Fakat, dünya anne karnına göre öyle bir âlemdir ki, bebeklerin ne gözü görmüş, ne kulakları işitmiş, ne de hayallerine gelmiştir. Aynı şekilde, biz insanların bugünkü dünya hayatı ile ahiret hayatı arasında, yukarıda anlatılan farklardan da daha çok farklar var.

Bence insan, yalnızca bilim adamı olmamalı... O aynı zamanda bir baba da, bir sevgili de, bir işçi de, bir şair de olmalı. Bir diplomat kadar zeki olmakla beraber, bir çocuk kadar saf ve temiz olmalı. Şüpheci bir fikir ehlu olmakla beraber, görevli ve sorumlu bir kul olduğunu unutmamalı.

Sanırım, insan kendisinin tanrı olmadığını anlayınca ve hissedince, sorularının ve sorunlarının yüzde doksanı kendiliğinden çözülür. Fakat bu asırda insanın nefsanî duyguları, bencilliği o kadar çok tahrik edilmiş ki, bilen bilmeyen, fakir zengin herkes, bilerek veya bilmeyerek, kendisini küçük bir firavun gibi görüyor; öyle davranıyor...



İnsan varlığın gerçekliğini, güzelliğini, nimet oluşunu göremiyorsa, ona başka herhangi birşey anlatmak mümkün değildir. Bu bakımdan, ilk önce yapılması gereken şey, insanı herhangi bir tedavi yöntemiyle o bataklıktan ve düşünce çöküşünden kurtarmaktır.

Varlık başlıbaşına bir kemalattır, olgunluktur, bir güzelliktir, bir gerçektir. Onun için niye varlık vardır, diye sorulmaz. Soranlara şöyle sormak lâzım: “Siz gerçekten yok olmak istiyor musunuz?”

İnsan kendisinin tanrı olmadığını anlayınca ve hissedince, sorularının ve sorunlarının yüzde doksanı kendiliğinden çözülür.

  10.05.2004

© 2021 karakalem.net, Bahaeddin Sağlam




© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut