Arşiv

 Kırık Bardak Hesabı

Maddî âlemdeki her bir kırık, başka bir âlemdeki kırıkların habercisiydi. Nice zamandır, lüzumsuz kusura bakmalar, gücenmeler, tesanüdü kırmalar ile kaç kalbi kırmıştık kimbilir? Hem, ölçüsüz hislerin sevkiyle, ilahî rahmeti inciten kaç fiil işlemiştik, Allah bilir.


GEÇENLERDE BİR SÜRAHİ KIRDIM. Masaya otururken, varlığını hayal meyal hissetmem ile çarpmam bir oldu ve ardından kısa bir şangırtı yankılandı. Bana, kala kala, parçaları toplamak kaldı.

Bu arada, sürahiyle kalmayıp, hanımın kalbini de kırdım. Biraz daha öteye koyamaz mıydı? Oysa, sürahi her zaman durduğu yerdeydi.

İlk şokun ve o şokla gelen fevrî tepkilerin ardından, için için yatışmaya çalıştım. Çocukken, birşey kırdığımda, teselli eder, "Cam kırılsın, can kırılmasın" derdi babam. Çok şükür, can kırılmadı. Ama itiraf edeyim, hayli sıkıldım.

Çünkü, bu sonuncuydu, ama ilk değildi. Bir hafta önce bir bardak kırmıştım. Bir diğeri elimden atlamış, lâkin kırılmamıştı.İki ay önce, sevdiğim birinin hediyesi olan fincanımı, ondan da önce hanımın çok sevdiği minik tuzluğu kırmıştım. Araya girip, "Bir de tabak" diye ekledi hanım.

Aslında, onun hesabı da kabarık sayılır. İyisi mi tek tek saymayayım. Uzun sözün kısası, cam karnemiz ‘kırık’ dolu.

Yanlış anlaşılmasın, ne ben sakarım, ne de hanım. Hatta, aşırı dikkatli olduğumuz bile söylenebilir. Belki o yüzden çok cam kırıyoruz, kimbilir? Göze gelmiş olabilir miyiz derseniz, pek sanmıyoruz. Ama her ay mutfağımızdan birşeyler eksiliyor.

Bu kadar vukuattan sonra, kırılmaya bir ‘sebep’ arıyor insan. En küçük bir sineğin kanadı ve vızıltısı boş yere yaratılmış değilken, en küçük böcek bile ‘Unutma ki dünya fani’ mesajıyla göçerken, o kadar cam eşyanın şangır-şungur gidişinde bir sebep arıyor, mesaj arıyor. ‘Şans’ da değil bu; öyle birşey yok çünkü. Tesadüfe de tesadüf edilmiyor. Sakar sayılmayız zaten. Göze de gelmedik. Deprem oldu, ev sallandı, düştüler de değil. O halde?

Kafamı bu hususun kurcaladığı bir gün, başka bir niyetle Şualar’a bakıyordum. Derken, ummadığım bir yerde, karşıma bir şua çıktı; ve tıpkı röntgen şuaı gibi, içimi okuyup çözdü:

"Sobamın ve Feyzi’lerin ve Sabri ve Hüsrev’in iki su bardakları paramparça olması, dehşetli bir musibeti haber vermiştiler..."

Bu cümle ile başlayan mektup, hani o bildik ‘musibet’lerden birini anlatıyor değildi. Ne deprem vardı, ne sel baskını, ne de veba salgını. Bediüzzaman’ın bir talebesi, kusur gibi görünen bir fiil irade etmiş; diğer ikisi o kusura bakıp gücenmişti. Sonuç, ‘tesanüdün kaybı’ idi. ‘Dehşetli bir musibet’ten kasıt da buydu: ‘tesanüdü kaybetmek,’ ‘birbirinin kusuruna bakmak,’ ‘gücenmek.’ Bir bardağın, bir sobanın bile ilahî emre uyarak mesaj taşıdığını düşünen Said Nursî, devamla, beni ta yüreğimden yakalayacaktı:

"Hem sobam, hem hayalî ayn-ı hakikat müşahedem doğru haber vermişler. Sakın, sakın, sakın! Çabuk bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz. Vallahi bu hadisenin bizim hapse girmemizden daha ziyade Kur’ân ve iman hizmetimize zarar vermek ihtimali kavidir."

Okuduk, sarsıldık, düşündük. Kırık bardak hesabını bir daha inceledik. Maddî âlemdeki her bir kırık, başka bir âlemdeki kırıkların habercisiydi. Nice zamandır, lüzumsuz kusura bakmalar, gücenmeler, tesanüdü kırmalar ile kaç kalbi kırmıştık kimbilir? Hem, ölçüsüz hislerin sevkiyle, ilahî rahmeti inciten kaç fiil işlemiştik, Allah bilir.

O bahsi tekrar tekrar okuduk. Düşündük, taşındık, kısmen olsun sakındık. Dua ettik: Rabbim, bizi, kalan bardaklarımızı kırdırmaktan koru!..




Not: Arzu edenler, Şualar, s. 420’deki ilgili mektuba bakabilirler.

  10.05.2004

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu


  1.  Bu yazının geçtiği eseri incelemek -veya satın almak- istiyorum.



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut