Arşiv

 İstiyorum, O Halde Varım

Abdurreşid Şahin

Siz de herşeyi istiyorsunuz ve herşeyle birlikte sonsuza dek var olmayı istiyorsunuz. Tıpkı benim gibi.



DÖNÜYORUM. ETRAFIMDA uçsuz–bucaksız mekan. Bense o mekanda âdeta bir hiç hükmündeyim. Fakat mekan ve zamanla birlikte, âdeta ben de uçsuz bucaksız oluyorum. Çünkü zaman ve mekanla birlikte varım. Âdeta, şu dünyayı bile aşıp, gezegenlerle birlikte güneş sistemini, güneş sistemiyle birlikte Samanyolunu, Samanyoluyla birlikte galaksi kümelerini ve galaksi kümeleriyle birlikte bütün uzayı ve kâinatı kendi mekanım yapmış; görünmez bağlarla kolkola tutuşup zamanı boynuma dolamışım. Kâinatı dönüm dönüm her noktasından geçmek istercesine karışlıyorum. Bu uçsuz bucaksız diyarda çevremdekilere bitmez tükenmez bağlarla bağlanmışım. Herşeyle bir bağım var ve kendimi onlarsız düşünemiyorum. Aramızdaki mükemmel âhenk ve düzen, karşılıklı alış–verişler hep bunu hatırlatıp duruyor.

Fakat bu diyarda istenmeyen bir misafir daha var. Etrafımdakileri benden koparıp alan ve çekiminden hiçbir şeyin kurtulamadığı, dev yıldızları bir lokma gibi yutup kara midesine gömen biri: karadelik!

Ben kâinatın her bir noktasına ulaşmak isteğiyle dönüp dururken ve herşeyi bir arada isterken, karadelik bütün bunları hiçe sayarcasına herşeyimi çekip alıyor. Üstelik ben de bu çekimden hariç tutulmuş değilim. Siz de benden farklı sayılmazsınız. Bitmez tükenmez istekler, sizin için de geçerli. İsteklerinizi bir sayın bakalım, bitirebilecek misiniz? Veya istemediklerinizi sayın. Belki daha kolay olur. Gökte bir yıldız veya bahardan bir gül eksik olsun diyebilir misiniz? Hayır, razı olamazsınız eksikliğe. Olunca hep birlikte olsun istersiniz. Hem sevdiğiniz birine “Seni yüz günlüğüne seviyorum, sen de beni o kadar sev” diyebilir misiniz? Veya âşıksanız, sevgilinize “Gel şu kadar zaman için âşık olalım” der misiniz? Bir yıl çok yakışıklı veya çok güzel olup, sonra çirkin olmayı ister misiniz? Hayır diyorsunuz, değil mi? Demek siz de benden farklı sayılmazsınız. Siz de herşeyi istiyorsunuz ve herşeyle birlikte sonsuza dek var olmayı istiyorsunuz. Tıpkı benim gibi.

Fakat sizin de bir karadeliğiniz var. Ölüm sizi de isteklerinizden ve sevdiklerinizden koparıp alıyor. Her arzumuz onda düğümleniyor ve her isteğimiz onda sönüyor. Üstelik kalbimiz ayrılığın ıztırabıyla inliyor.

Madem her arzumuz onda sönüyor ve her isteğimiz orada tükeniyor. Gelin isterseniz ölümün düğümünü birlikte çözmeye çalışalım. Bizi ve sevdiklerimizi her an alıp götürmek için bekleyen ve bize sonsuz ızdıraplar yaşatan, isteklerimizin gömüldüğü bu kara kutunun sırrını birlikte çözmeye girişelim. Zamanı baştan sarıp, hayatı yeniden yaşayalım. Neyi isteyip nerede ve kimde bulacağımızı, isteklerimizin ne olduğunu baştan soralım. İsteklerimiz rehber olup, bizi gezdirsin zaman tünelinde.

Belki bir yarış bu, belki de değil. Kimine göre çok dar, bana göre çok geniş bir diyarda koşturup duruyoruz. Koşturuluyoruz desek daha doğru olur. Çünkü nereye gittiğimizi biz dahi bilmiyor ve durmadan gidiyoruz. Gidişimiz istek olmuş ve bizi uzak diyarlara o istek sürüklüyor.

İlk buluşmamız küçük bir yumurta hücresiyle. Ona gömülüp, yep yeni bir vücud veriliyor bize. Onunla birlikte, yeni bir kimliğe bürünüyoruz. Yeni adımız: zigot. Ve yolculuk devam ediyor. Bize küçük gelmeye başlayan bu diyardan yeni dünyamız olan ana rahmine doğru seyahate koyuluyoruz. Ki, yeni dünyamızda yeni istekler ve yenilikler bekliyor bizi.

Bir tohumun toprağa düşmesi misali, annemizin rahmine atılıp orada kök salmaya başlıyoruz. Ve yavaş yavaş filizleniyoruz. Yep yeni bir vücud veriliyor. Yeni isteklerle dop dolu oluyoruz. Hani toprağa dikilen bir filiz için; bu filiz su ister, güneş ister, gübre ister, hava ister diyoruz ya; hani filiz büyüyüp gelişmesi için ihtiyaç duyduğu şeyleri istiyor ya, biz de büyüyebilmek ve gelişebilmek için yeni yeni şeyler istiyoruz. Ve büyüyoruz. Büyüyor ve gelişiyor olmamız, az önceki isteklerimizin karşılandığının delili oluyor. El, kol, baş, kalb, mide ve daha nice azalar veriliyor ve hâlâ büyüyoruz. Büyüdükçe dünyamız daralmaya başlıyor. Önceleri içinde görülmeyecek kadar küçükken, şimdi sığamaz oluyoruz.

Tekmeliyoruz. Bize verilen azaları rahatça kullanabileceğimiz bir dünyaya çıkmak ve bu daracık yerden kurtulmak istercesine, tekmeliyoruz. Sanki çıkma vaktini bildiriyoruz onlara. Bir filizin toprağı yararak çıkması gibi, tekmeleyerek yeni bir dünyanın kapısını çalıyor, diğer bir ifadeyle yeni dünyamızın rahmine düşüyoruz.

Ağlıyoruz. İlk anda ağlayışımız, alıştığımız bir dünyadan ayrılışın üzüntüsü belki. Belki de yeni dünyadaki isteklerimizi ifade tarzımız. Ağlıyoruz; karşılığında memeler musluğundan saf ve berrak bir gıda sunuluyor. Ağlıyoruz; karşılığında ihtiyaçlarımız karşılanıyor.

Bir bahar sabahı Karacaahmet mezarlığında kuş cıvıltıları arasında mezar saksılarında yetiştirilen çiçekleri ve böcekleri seyrediyorum. Bu sırada gözüme bir gül ilişti. Tarifini yapamayacağım güzellikte bir gül. Üç parmaklı yeşil eller, dümdüz bir çubuk üzerine muntazaman tutturulmuş ve üzerine bir saksı konup yerleştirilmiş olan kadife yapraklar ve kadife yaprakların üzerinde sıra sıra dizilmiş irili–ufaklı şebnemcikler, ve onlardan yansıyan küçük küçük güneşçikler, bana gece vakti gökte gördüğüm galaksi gülüne serpiştirilmiş yıldızları anımsattı. Gülün kıvrımları galaksinin kıvrımları gibi; gülün rengi galaksininki gibi koyu. Kadife yapraklarının görünüşündeki yumuşaklık uzay boşluğundan daha hafif ve rüzgardan daha okşayıcı geldi bana. Gözlerim gördüğüm manzara karşısında büyülenmiş, bütün duygularım ayaklanmıştı. Bir türlü ayrılmak istemiyordum. Gözlerimle her noktasını dolaşmak, kızıl yapraklarını öpmek istiyordum. Elimle gül goncasını tutmak, başıma taç yapıp yakama asmak istiyordum. Kopartmaya kıyamadım. Fakat seyretmeye de doyamıyordum. Gördüğüm güzellik karşısında ne yapacağımı şaşırmış ve sevincimin ifadesi olan gözyaşlarım dökülmeye başlamış haldeydi ki, o an bana verilmiş olan başka duyguların da varlığını farkettim.

Âdeta şu maddî gözün arkasında bir manevî göz daha verilmişti. Onunla kâinatı bir gül demeti şekline sokup, o gül demetinde sonsuz güzellikleri sonsuza dek seyretmek istiyordum. Ve maddî dilimin gerisinde manevî bir dil daha verilmişti ki, onunla, bülbül misali, kâinat gülünün başına konup ondaki sonsuz güzellikleri sonsuza dek ilan etmek istiyordum. Ve şu maddî kulağın ardında bütün güzellikleri ve kâinatın o güzellikleri içinde bestelenen sonsuz güzel besteyi sonsuza dek dinlemek isteyen bir manevî kulak verilmişti bana. Ve hepsinden öte, şu maddî kalbin arkasında, herşeyi sonsuz bir sevgi ile sevmek isteyen ve sonsuza dek sevip sevilmek isteyen bir kalb.

Şu maddî varlığımın ardında manevî bir varlığım daha vardı ki, onunla sevgi, merhamet, şefkat, güzellik, acı, ızdırap, haz gibi, bu dünyama sığmayan sonsuz isteklerle dolu duyguların farkına varıyordum. Bu duygular dünyayı dar yapıyordu bana. Bu sınırlı dünyaya sığamıyordum. Bana verilenler arasında bir de sahiplenme duygusu vardı ki, onunla herşeyi benim yapmaya çalışıyor, herşeyi sahipleniyordum. Onunla kendime bir sahiplik verdiğim gibi herşeye de bir sahiplik veriyor ve kâinatı varlıklara taksim ediyordum.

Derken ölüm çıktı karşıma. Ve sahiplendiklerimi geri almaya başladı. Benim diye zannettiğim herşey bir bir beni terketmeye başladı. Sonunda bana birşey kalmadı. Herşeyimi almıştı ölüm; veya alacaktı. Anladım ki, ne ben kendimin sahibiyim, ne de ölümlü olan hiçbir şey. Hepimizin hiçbir şeyi yoktu. O halde herşeyin Sahibi olan Biri vardı ki, bunları var ediyor ve sonra geri alıyordu. Öyle Biri ki, herşeye sahip olduğu gibi, hiçbir şeye ihtiyacı olmayan biri. Ölümlü olmayan, bitimli olmayan, sonsuz sayıda mevcudları yaratan, sonsuz olan biri. İşte bu duygumun dahi Onu tanımak için verilmiş olduğunu anladım o an. Bana şimdiye kadar sahip olduklarımı veren, ve bundan sonra da verecek olan, herşeyin sahibi Rabbimi tanıdım onunla.

Demek ki, ben Onu istiyordum. Gözümün görmek istediği, bir gülde kâinatı sonsuz güzelliğiyle görmenin ötesinde, manevî varlığımla bu sonsuz güzelliğin sahibini görmekmiş meğer. Kulağımın duymak istediği, her arzuma cevap verecek olan, herşeyin sahibi olan ve herşeyi bana vereceğini bildiren Yaratıcımın sesiymiş. Dilimle kâinatın başına oturup okumak istediğim beste Onun bestesi imiş. Kalbimle sonsuza dek seveceğim ve sonsuz sevgiyle sevileceğim O’ymuş; ve Onun sevgisiymiş. O bana herşeyimi vermiş ve herşeyin ötesinde istemeyi vermiş. Madem vermiş; o halde istiyorum.

* *

istiyorum
bir bülbül olmayı istiyorum
kâinat gülünün dalına konup
saplamak istiyorum kalbimi dikenine
bütün sevgimi ona akıtıp
boyamak istiyorum kainatı Onun rengine

  10.05.2004

© 2021 karakalem.net, Abdurreşid Şahin




© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut