Var mı böyle övünen “Benci”leyin?

Aytekin Akar

KARŞIMDAKİNİ DİNLERKEN aklıma geçenlerde okuduğum bir söz geliyor: "Gurur insanın düşüncesindendir, söze dökülen ise onun pek küçük bir parçasıdır" demiş Montaigne. Nitekim işte canlı örneği, söze dökülen küçük de olsa büyük de, farketmemek mümkün değil. "Ben…" diye başlıyor. "Ben, o zamanlar…" Sonra yine "Ben…" diye devam ediyor. Hadisenin öncesini sorgularken "Ben…"liyor, geçişlerden bahsederken yine "ben.."li cümlelerle devam ediyor. Kendi vasıflarını sitayişle sözlerinin arasına serpiştirmeyi ihmal etmeden, geleceğe dönük tavsiyelerini de "bence, bana göre … olmalı" tarzında noktalıyor. Sözlerinin içinde o kadar çok “ben” kelimesi ve birinci iyelik zamiri geçiyor ki, kulağımı tırmalamaması imkânsız. Söylediklerinden, kendisi dışında alınan kararlardan ve yapılanlardan alınan başarısız neticelerin asıl sebebini kendisinin işin içinde olmayışına bağladığını kolayca anlayabiliyorum. Velhasılı edilgen bile olsa, her ne cümle kurarsa kursun, aslında benim duyduğum tam olarak ve özetle şöyle: "Bensiz bu iş olmaz", "İşin temelinde benim çabam, benim düşüncelerim var ve olmalı/olmalıydı!"

Bu kendini methetme alışkanlığının bir de başka tarzda tatbik edilmesinden bahsedersem, bunun da son zamanlarda ne kadar da yaygınlaştığını eminim ki kabul edersiniz. O da tevazu sözleriyle beğenileri toplama gayretidir. Yani "Ben acizane…”, “Bu fakir…" türünde başlayan konuşmaların bir çoğunda, insanın aslında doğrudan kendisini işaretlemesine şahit oluyoruz. Böyle ortamlarda, elbette ki hatibin –biraz da ölçüsüzce- sevenlerinin ona karşı takdiri artabilirken, o kişiyi sevmeyenler veya tenkit nazarıyla yaklaşanlar ise hakikatte böylelikle ondan daha da uzaklaşmaktadır. Hatta daha fazla mesafe koymak için gerekçe veya malzemeler de en çok böyle kurulmuş cümlelerden devşirilmektedir. İster bir kişinin kendisi, isterse içinde bulunduğu bir grup için yükseltici, yüceltici sözler beyân ederken aşırılığa kaçmak, sinsi ifadelerle insanların bağlılığını kazanmayı düşünmek, hedef kitlenin önemli bir kısmında mutlaka ters tepmektedir.

Kendi özgüvenini artırmak veya kendine çok güvenen bir görüntü verebilmek için özünü (nefsini) övmek, ne kadar itici olsa da, yine de günümüzde en çok karşılaşılan bir özelliktir. Çocukluktan gençliğe, tüm eğitim hayatında insanın her şeyi yapabilmeye kudretinin olduğu inancıyla yetiştirilmesi, insanları narsistik bir uçurumun eşiğinde yaşamaya itmektedir. Sınırlarını zorlayan ve gücünün yetmediğini yapabileceğine kendisini inandıran insan, gün geliyor zafiyetiyle yüz yüze geldiği anda o uçurumdan yuvarlanıp gidiveriyor. Aynı şekilde, şişirilmiş bir egoizm ile elde edilen başarılar da şeytani birer manevi hastalık olan gurur ve kibri netice veriyor. Aşırı özgüven ve bunun yol açtığı hırs ile yola çıkan birisi, arzu ettiği başarıyı tadamadığında da, başaranlara kıskançlık ve haset duyguları besliyor.

Nice gençler görüyorum, taşı sıksa gerçekten suyunu çıkaracak zannediyorlar kendilerini. Öyleleri de var ki, illa böyle kendisinden emin görünmek zorundalarmış gibi sırıtan, suni davranışlar sergilemekte olduklarının farkına bile varamıyorlar. Ne yapsalar, ne söyleseler kendilerini hep ön plana çıkarma derdindeler. Herkesin takdirini kazanmak için kendilerine olan saygılarını kibir boyutlarına yükseltmeyi bir şekilde başarmışlar! Böylelikle zihinlerinde kurdukları bir dünyanın en kudretli şahsiyeti olmanın da keyfini sürüyorlar. Üstelik artık başarılı oldukları konuları veya kendi üstünlüklerini, böbürlenerek ifade edebilecekleri o kadar çok sosyal ortam var ki. "Selfie"lerle Instagram'dan, özel hayatların teşhiri ile Facebook'tan veya birkaç boyalı sözcük ile Twitter'dan rahatlıkla anında etki alanlarındaki "seven"lerine ulaşıp tatmin olabiliyorlar.

80'li yıllardan sonra hızla artmış olan bu aşırı özgüvenli nesil, hata yapabileceğini veya hata yaptığını da güçlükle kabullenebiliyor. Bu yüzden toplumda yapılan yanlışlar ortada ve sahipsiz kalıyor. Birileri tevâzu göstererek hasbelkader hatalarını itiraf ettiğinde ise, birçok insan böyle durumları artık çok değerli bir fazilet olarak görmediği için, yanlışını kabul edenler hemen infaz edilebiliyorlar. "Kusursuz" insanlar istendiği için, mesuliyet ve tevazu sahibi birçok insan acımasızca bu şekilde linç edilebiliyor.

Halbuki başarının kaynağı olan sağlıklı motivasyon, istidatlarının farkına vararak, gayret edip yapabildikçe bir sonraki basamak için cesaretlenmek demek değil midir? Mesnetsizce, kışkırtılmış bir yüreklendirme ile peşinen harcamaya alışılmış ifrat ölçüsüne varan duygular, büyük depresif yıkımlara da yol açacaktır. Başkalarından çok daha fazla ön plana çıkma isteği, rekabetin acımasızlığı ve hırs, insanın yapabileceklerinin sınırlarını hissedebilmesinde en büyük engellerdir. Ayrıca böyle durumlarda "ben"ci yaklaşım "biz"ci anlayıştan önde geleceğinden kişinin kazancı, toplumun faydasını mutlaka geri plana itecektir.

Şımartılmış bir özgüveni yenmek, insanın acizliğini kavramasıyla mümkün olabilir. Kulluk bilinci hırsı törpüler, insan hayatını kazanılan ile harcananı dengeye koyacak bir anlayışa yönlendirir. İnsan Rabbinin kendisine bahşettiği kabiliyetlerini, geliştirebileceği yönlerini keşfettikçe, sadece bunların üzerine gider ve ölçülü bir güven hissi ile karşılaşacağı zorluklarla mücadelesinde güç elde eder.

Aczini ve fakrini bilip kusurlarını görebilen insan, öncelikle kusursuz olan Rabbini tanımaya gayret eder. O'nu bildikçe de kendisinden önce O'na güvenir, O'na dayanır ki, hayatın engellerine karşı daha bir mukavim ve azimli hale gelebilsin. Nefsine değil, onu yaratan Rabbine dayanan, takdir edilmeyi de O'ndan bekler. Enaniyetinin esiri haline gelip Donkişotvari değirmenlerle savaşmaya kalkışmak yerine, başarıyı elde edeceği asıl mücadele alanını tespit eder ve onun dışına taşmamaya çalışır. Başarı nimetini tattığı zaman da şükreder, şımarmaz, başkalarını hâkir görmez ve kimseye zulmetmez.

Beslediği özgüveni, Yaratıcısına dayanan, azimli, kibirden uzak ve hakiki tevâzuya yakın olan kimselerden olmak duasıyla…

  14.06.2014

© 2021 karakalem.net, Aytekin Akar



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut