Säfve ve tasavvuf

Zeyneb Hafsa

Bir zamanların maoist ve stalinisti olan, sonrasındaysa tasavvufa meyleden İsveçli yazar Torbjörn Säfve’nin tasavvufa ve tasavvuf ehline bakışında rayında gitmeyen bir şeyler var. Böylesi bir sorun ona has değil aslında. Hatırlanacağı üzere, Elif Şafak da Aşk romanı için benzeri haklı eleştiriler almıştı.


İSVEÇLİ RESSAM ve aynı zamanda bir Şâzelî şeyhi olan Ivan Aguéli’nin hayatına dair bir roman yazan ve bu romanı Türkçe’ye de çevrilen İsveçli yazar Torbjörn Säfve’nin İbn Arabi’nin hayatına dair yazdığı Var Inte Rädd [Korkma] isimli romanını okuyorum bu aralar. Yazarın, Ivan Aguéli: Özgürlüğün Romanı adlı eserini okurken bir terslik sezmiş ama bunun tercümeyle ilgili olabileceğini düşünmüştüm. Bir de kitap, adı üstünde romandı işte, gerçeği birebir yansıtma amacını taşımıyordu. Oysa şimdi yazar ile kendi dilinde, aracısız buluşuyorum ve yine ters giden bir şeyler olduğunu seziyorum. Yok, bu defa sezmekle kalmıyor, tersliğin neden kaynaklandığını anlamaya başlıyorum.

Bir zamanların maoist ve anarko-stalinisti olan, sonrasında ise tasavvufa meyleden yazarın tasavvufa ve tasavvuf ehline bakışında rayına oturmayan bir şeyler var. Sonra düşünüyorum da böylesi bir sorun ona has değil aslında. Hatırlanacağı üzere, yazar Elif Şafak da Mevlânâ’nın hayatını anlattığı Aşk isimli romanı için benzeri eleştirilere tâbi tutulmuştu. Söylemem gerekir ki Elif Şafak’ın romanının eleştirildiği hususlar, Säfve’nin bu romanında yer alan eleştirilebilecek hususların yanında solda sıfır kalır.

Yanlış anlaşılmalar yanlış anlatımları netice veriyor

Neyse efendim, biz asıl konumuza devam edelim. Zira mevzu bu iki yazarı ve bilumum yazar-çizerleri de aşan bir boyuta sahip. Çünkü okuduğumuz, gördüğümüz, duyduğumuz, karşı karşıya geldiğimiz çeşitli örneklere binaen rahatlıkla söyleyebiliriz ki tasavvuf ehlinin ve onların yazdıkları eserlerin yanlış anlaşılması oldukça sık rastlanır bir durum. O halde şu can alıcı soruyu soralım: tasavvuf ehli ve onlara ait eserler neden yanlış anlaşılmaktadır? Bu sorudaki ‘yanlış’ kelimesini, şahsımı baz alarak değil de konunun ehillerine ve adanmışlarına binaen kullanma cesaretini gösteriyorum. Bunun özellikle altını çizerim. Bu sorunun önemli olduğunu düşünüyorum çünkü tasavvufa dair yanlış anlamalar iki uçlu bir problem teşkil etmekte. Ahmet Nafiz Yaşar, bu iki uçlu problemin bir ucunda ‘İslâm dairesinde olduğu halde tasavvufa mesafeli duran, hatta din adına karşı çıkan’ların, diğer ucunda ise ‘tasavvufu dinde laubâlilik gibi anlayan’ların olduğunu dile getirir isabetli bir şekilde.

Şimdi, yukarıdaki sorumuza cevap aramak için gelin çeşitli görüşlere kulak verelim. Prof. Dr. Süleyman Derin, kolaylıkla anlaşılamayan tasavvufi eserlerin, İbn Arabi’nin Fütuhat-ı Mekkiyye’si gibi, ciddi bir dinî eğitim almamış ve/ya bir kâmilin terbiyesinden geçmemiş kişilerce yanlış anlaşılmasının kaçınılmaz olduğunu dile getiriyor. Oysa tasavvufun hakkıyla anlaşılıp yaşanabilmesi için takip edilmesi gereken yol sırası ile şeriat, tarikat ve hakikattir. Hakikatten önce marifeti zikredenler de mevcuttur.

Hakikate çıkan basamaklar doğru atlanıyor mu?

‘Şeriat, tarikat ve hakikat’ sıralamasındaki ilk basamağın önemine dair Dr. el-Hüseyni ebu-Ferha ise gerçek tasavvufun kaynağının Kur’ân ve sünnet olduğunu belirtmektedir. Bu görüşü desteklercesine Dr. en-Neccar, tasavvufun dinin rükünlerinden veya imanın esaslarından biri yıkılarak onun yerine kāim olmasının tasavvur olunamayacağını dile getirmektedir. Nitekim Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç, yazıp söylediklerinin kaynağına dair İbn Arabi’nin şöyle dediğini aktarmaktadır:

Açtığım bütün sırlar Hz. Kur’ân’dan, yani Kur’ân mertebesinden alınmıştır ve tamamen Muhammedî mirasın açılımından ibarettir...

Buraya ufak bir not düşelim. “İbn Arabi’yle Zamanın Ruhunu Okumak” isimli yazısına Kılıç, yine sıklıkla yanlış anlaşılan bir isimden, Ömer Hayyam’dan dizelerle son verir. Ömer Hayyam’ın yanlış anlaşılmasına dair de örnekler sunmaktadır Säfve’nin İbn Arabi romanı.

Doç. Dr. Abdullah Kartal ise tasavvuf eserlerinin hakkıyla anlaşılmasının önündeki engellere de ışık tutabilecek şu gibi problemlere değiniyor: anlatılmaz olanı anlatmaya çalışmanın zorluğu, işaret dilini kullanmanın zorluğu ve bireysel tecrübeleri anlatmanın zorluğu.

Yukarıda özetlediğimiz temel görüşlerden hareketle denilebilir ki hâl ilmi olarak adlandırılan tasavvufun yazıya dökülmesi ya da sözle anlatılması zaten kendi doğası gereği zordur. Buna bir de yeterli olmayan dinî eğitim ve/ya tasavvufî tecrübe eklendi mi yanlış anlama kaçınılmaz oluyor. Farklı okumalar elbette olacaktır, fakat tasavvuf ehlinin ve eserlerinin temel prensiplerine sadık kalmak kaydıyla. Bunun için ise yukarıda özet geçtiğimiz görüş ve benzerlerine dikkat kesilmek gerektiği kanaatindeyim.

  24.03.2014

© 2021 karakalem.net, Zeyneb Hafsa



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut