Benim hüznüm, senin hüznün...

Zeyneb Hafsa

Hüznün ulvîsini hissedebilen ama bu hissettiğinin de ne olduğunu anlayabilen ve dahi onu Rabbi ile paylaştığı için mutlak bir yalnızlık içinde hüzün duymayanlardan olmak...


BİR ÖNCEKİ yazımızda ‘hüzünden hüzne fark var’ demiştik netice itibariyle. Peki ya hüznün, onu hissedene yani özneye nazaran farklılaşması meselesi? Gelin, bu yazıyı da ona hasredelim.

Farklı hüzün türlerini şöyle sınıflayabiliriz: hüzün a, hüzün b, … gibi. Şimdi, diyelim ki ‘hüzün a’ türü, benzer koşullar altında bir kaç kişi tarafından aynı anda hissediliyor. İddia edebilir miyiz ki tecrübeler aynıdır? Sanmam. Çünkü geçmişleri ve kişilikleriyle farklı farklı kişilerce hissedilmiştir. Nasıl ki beyaz ışık kırılınca bir kısmı kırmızı olur, bir kısmı mavi, işte kendisine aynı tür hüzün isabet eden kişilerin her birinde de farklı akisler meydana gelir. Sonra bir bakmışsın ki biri mavi, öbürü kırmızı bir hüzünle ayrılmış benzer hüzün tecrübelerinden.

Toplumdan topluma da değişir hüzün

Benzer hüzünlerin özneden özneye farklılaşması sadece bireylerle sınırlı olmasa gerek. Zira farklı tarihi arka planları ve kültürleriyle toplumlar da farklı tecrübe eder benzer bir hüznü. Yazar Alberto Manguel, melankolik şehirlerin her birinin kendine has bir şekilde melankolik olduğunu dile getirir. Örneğin, Orhan Pamuk İstanbul’a has melankolik halin özel adının hüzün olduğundan bahseder. Bahsi geçen hüzün, bizim bir önceki yazımızda derin ve ulvî olarak nitelediğimiz, tasavvuf erbabının dillendirdiği hüzün türündendir ki böylesi derin bir hüzün, şehrin sakinleri tarafından bireysel olarak değil topluca hissedilir denmektedir.

Geçmişinde büyük bir fetih, muazzam çıkışlar ve inişler yatan İstanbul ahalisinin topluca hissettiği, derinlikli hüzün bir tarafta dursun. Peki ya başka ahaliler nasıl duyumsar derin bir hüznü? Öncelikle, terim farklılıkları mevcuttur. Hüzün yerine melankoli kelimesinin kullanımı gibi. Böylesi bir ayrım daha baştan anlam farklılığı meydana getiriyor denebilir lakin içerik benzerliklerini engellemese gerek bu durum. Ayrıca, derin, ulvî hüzün ya da melankolinin, fıtrat ortaklığına binaen, herkesçe hissedilebilir hatta hissedilmesi gereken olduğu unutulmamalıdır. Sinelerin özündeki yâre ırk, kültür, dil farklılığı tanımaz zira. O halde elde var derin bir hüzün/melankoli.

Nordik hüzün: bireyci ve yalnız

Peki, nasıl yansımaktadır bu derin hüzün hali başka bir toplumda? Mesela İskandinav toplumlarında? Bir defa, derinlerde hissedilse de bir hüzün, anlamlandırılamayabilir. Çünkü ulvînin ulvî olduğunu anlamak için belirli bir alt yapı gerekir. O halde? Tarifsiz bir derin iç sıkıntısı, sebebi anlaşılamayan, diğerlerinden farklı bir iç yangını oluverir hissedilen. Nitekim Danimarkalı yönetmen Lars von Trier’in de bizatihi kendi yaşamında sık sık karşısına çıkan ve dahi filmlerini etkileyen de böyle bir şey gibidir. Tabi, bu hissedilene başka başka sebepler bulunmaya çalışılabilir. Kâh sıradan kâh daha girift sebepler... Örneğin, Kerstin Stenius, vatandaşları bağlayan ‘seküler bir din’ hükmündeki refah devleti yapısının çözülmeye başlamasını, temel melankoli sebeplerinden biri olarak zikreder. Sonra da toplumsal karşılaştırma açısından Orhan Pamuk’tan aktararak şunu söyler: İstanbulluların aksine çoğunlukla bireyci ve yer yer mutlu bir yalnızlıktır İskandinav hüznü.

Yapmak istediğimiz, bireysel ya da toplumsal hüzün analizi değil. Sadece hüznün özneye bağlı değişkenliğine bir-iki örnekle dikkat çekmek. Bir de, vesilesiyle şu duayı eklemek: hüznün ulvîsini hissedebilen ama bu hissettiğinin de ne olduğunu anlayabilen ve dahi onu Rabbi ile paylaştığı için mutlak bir yalnızlık içinde hüzün duymayanlardan olalım inşallah.

  20.02.2014

© 2021 karakalem.net, Zeyneb Hafsa




© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut