‘Kaybetmek’ sünnettir

Abdullah Taha Orhan

Efendimiz’in “tuzu kuru” değildir. Her türlü kaybı yaşamış, fakat en ciğersûz olaylarda dahi sabrını asla ‘kaybetmemiştir’. Çünkü esas kayıp, sabrını kaybetmektir insan için.


BİR ÖLÜM haberi aldığımda aklıma hep Efendimiz aleyhissalatuvesselam’ın aldığı ölüm haberleri gelir. Henüz doğmadan babasını kaybetmiştir örneğin, daha ilk çocukluk yıllarına bir ‘kayıp’la başlamıştır. 6 yaşına geldiğinde yeni bir kayıpla tanışır. Bu kez annesini kaybedecektir.

Anne-babasız büyüyen Âlemlerin Efendisi, annesinin vefatının 2 yıl ardından, bu sefer ona merhametli kucağını açan dedesi Abdulmuttalip’i de kaybedecektir. Dedesinin ardından emaneti babasından devralan, Efendimiz’in amcası Ebu Talip ise yine Efendimiz hayattayken, bi’setin onuncu yılında, 620 senesinde vefat edecektir. Efendimiz’in sonrasında Hüzün Yılı olarak isimlendireceği aynı yılda, en sevdiği insanı, eşi Hz. Hatice’yi de ‘kaybedecektir’.

Efendimiz’in hayatındayken aldığı ölüm haberleri bunlarla da sınırlı değildir. 1 değil, tam 5 çocuğunun vefatını görmüş, elleriyle vermiştir ciğerparelerini toprağa. Hatta ölüm döşeğindeki oğlu İbrahim’e ağlayan Rasulullah’ı görüp de şaşıran sahabilerine “bu gözyaşları şefkattendir, kalb üzülür, göz yaşarır” deyişi işte bu ‘kayıp’lardan biri esnasında vuku bulmuştur. Torunlarının vefatını da görmüştür Efendimiz, onları da ‘kaybetmiştir’.

En büyük teselli kaynağımız: Efendimiz

Bir diğer amcası, Hz. Hamza, Uhud Savaşı’nda feci şekilde şehid edildi. Öyle ki Efendimiz bu ‘kaybını’ unutamadığı için katili Hz. Vahşi sonradan Müslüman olmuş olsa dahi o olayı hatırlatacağı için kendisine, çok görünmemesini rica etmişti ondan.

Hangimiz bu kadar çok ve çeşitli kayıplar yaşamışızdır ki hayatımızda? Gönlüm teselliye muhtaç olduğunda bana en çok teselli veren noktalardan biri olur, zira benim Efendim benden çok daha fazla sayıda sevdiği insanı yitirmiştir.

Bir keresinde, oğlunu kaybeden bir annenin feryadına kulak verdiğinde, kadın Efendimizi tanımayarak “Sen nereden bilirsin ki bu acıyı…” diye çıkışır. Efendimiz de zihinlerimize kazınan “Sabır ilk vuruştadır” sözünü bu meyanda söyler.

Hâsılı Efendimiz’in “tuzu kuru” değildir. Her türlü kaybı yaşamış, fakat en ciğersûz olaylarda dahi sabrını asla ‘kaybetmemiştir’. Çünkü esas kayıp, sabrını kaybetmektir aslında insan için.

Çünkü Âlemler Rabbi ezelî hitâbı Kur’an-ı Hakîm’inde açıkça biz kullarını ‘kayıp’larla sınayacağını söyler bizlere:

Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele. (Bakara, 2/155)

Üstelik bu ayet, “Allah yolunda öldürülenlere "ölüler" demeyin. Hayır, onlar diridirler. Ancak siz bunu bilemezsiniz” diyen şehâdet ayetiyle “Onlar; başlarına bir musibet gelince, "Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah'a aidiz ve şüphesiz O'na döneceğiz" derler.” ayetinin tam arasındadır. İkisi arasında köprüdür bir nevi.

Kayıplarla sınanmak sünnetullahtandır

Buradan şunu anlıyoruz ki, hem canlardan hem mallardan hem de gayret edip de isteyip de elde edemediğimiz emellerimizden ‘kaybetmemiz’ sünnetullahtandır. Bu sünnetullahın en güzel uygulamasını ise Efendimiz aleyhissalatuvesselamın ‘kayıplarla’ dolu hayatında görürüz, bu açıdan da ‘kaybetmek’ ve kaybına sabretmek sünnet-i seniyyedendir, diyebiliriz.

Meselenin bir diğer boyutunu da ‘görünür başarı’ kayıplarımız oluşturuyor tabi. Dünyevî kayıplarımız… Çalışıp çabalayıp da erişemediğimiz emellerimiz… Bu anlamda kayıplar da aslında sünnetullahtan ve sünnet-i seniyyedendir. Yukarıdaki ayette geçen “ürünlerden” tabirini böyle anlayabiliriz sanırım. Efendimiz’in hayatı boyu yaşadığı zorlukları, çektiği çileleri, örneğin Taif’i, ambargo yıllarını, hicreti de böyle anlayabiliriz.

Evet, sabrı ve şükrü kaybetmeden ‘kaybetmek’ sünnettir.

  11.01.2014

© 2021 karakalem.net, Abdullah Taha Orhan



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut