Şimdi ne yapmalı?

Oktay Gökkoca

‘Her imtihan riskle birlikte bir imkânı da içinde barındırır.’ Yeter ki rahmet-i ilâhiyeden ümit kesmeyelim.


BU SATIRLARI, siyasete bakışı belli olan bir mü’min olarak, siyasete angaje olmuş algısı veren cümlelerle doldurma niyetinde değilim. Bu nedenle, söyleyeceğim bazı sözlerimin arkasında siyasî bir ‘tarafgirlik’ arayanlar olursa bunu daha en baştan reddediyorum. Niyetim, en başta bir mü’min olarak, daha sonra bu ülkenin yetmiş küsür milyon vatandaşından biri olarak, haddime düşen kadarıyla, 17 aralık’ta yapılan ‘operasyon’ hakkında birkaç şey söylemek.

Öncelikle tarafgir olmakla taraf olmanın farklı şeyler olduğuna inanıyorum. Bu nedenle, bu hâdise karşısında tarafgir değil ama tarafım. ‘Tarafsızlık’ denen muğlak ve meçhul bir duruşu, bir mü’min olarak kendi adıma reddediyorum. Yaşanan hâdise karşısında durduğum tarafta olmamın iki temel ve net ilkesi var. Bu iki ilkenin birbiriyle çelişmeyip birbirini takviye ettiğinin, sapla samanı birbirine karıştırmayanlar için gâyet anlaşılabilir olduğunu düşünüyorum. Bu ilkeler ve bu ilkeler çerçevesinde yapılması gerekenler hakkında söyleyeceklerim şunlar.

Birincisi, haram yiyene babamızın oğlu olsa iltifat etmemek. Bu nedenle ‘kimden’ olursa olsun tüm yolsuzluk şebekelerine, rüşvet ağlarına, haksız kazanç çetelerine karşıyız. Gündemdeki tüm yolsuzluk ve rüşvet iddiaları âdil ve şeffaf bir yargılamayla, sonu nereye kadar uzanıyorsa takip edilmeli, suçlular varsa kim olurlarsa olsunlar cezalandırılmalı, suçu olmayanlarsa aklanmalıdır. Ancak bu yargılama sürecinde, suçlu olduğu henüz son mahkemece hükme bağlanmamış insanların şahsiyetlerini itibarsızlaştırıcı, onurlarını rencide edici bel altı vuruşlardan da uzak durulmalıdır. Bu birilerine yakışsa da mü’mine asla yakışmaz.

İkincisi ise devlet idaresinde meşruiyetin kaynağı olan sandığa namusumuz gibi sahip çıkıp ona kirli ellerin dokunmasına asla müsaade etmemek. Bu milletin meşru oylarıyla seçilmiş meşru bir hükümeti, siyaset mühendislikleriyle, aşağılık komplolarla düşürmeye azmeden, bunu yaparken o hükümetin şahsında bu ülkenin bütün insanlarının ve tüm islâm aleminin istikbâline darbe vurmaya çalışan, içeride ve dışarıda ortakları olan küresel kirli bir şebekenin iradelerimizi hiçe sayan vesayetine, paralel devletine var gücümüzle meydan okumalıyız. Meşru olan, seçilmişleri, seçenlerin meşru yöntemlerle görevden azletmesidir. İnancımızın ve ahlâkımızın gereği, dün nasıl aşağılık kaset komplolarıyla birilerine yapılan şahsiyet itibarsızlaştırıcı, onur kırıcı operasyonları kınadıysak bugün de yapacağımız, bu minvaldeki edepsizliklere karşı aynı tavrı takınmaktır. Böyle âdi işler, insanlıktan nasibini almamış birilerine yakışan şeyler olsa da, değil yalnız mü’minlerin, vicdanı olan hiç kimsenin tevessül etmemesi gereken çirkinliklerdir. Mü’minin, meşru hedeflere giderken kullandığı araçlar da meşru ve ahlâklı olmalıdır.

Buraya kadar söylediklerim, tüm yönleriyle kapsamlı bir şekilde birkaç gündür başkaları tarafından yazıldı çizildi. Bu noktadaki maksat hâsıl oldu. Ben yalnızca şahsım adına, amel defterime tarafımı ortaya koyan bir not düşmek için bunları yazdım. Benim bunlara ilâve olarak yapacağım şey, milletin iradesi üzerinde yeni bir vesayet oluşturan yapının iç dinamiklerinin nasıl bu hâle geldiğine ve bundan nasıl kurtulacağımıza dair derinlikli olmayan, ama maksadımı da anlatacağını düşündüğüm birkaç kelâm söylemek. Umarım, icra makamındaki duyması gerekenler okumasa da, bu diyeceklerimi onlara duyuran birileri çıkar.

Mevcut siyasî iktidar, şimdiye kadar görülmemiş birçok takdir edilesi icraatın yanında, maalesef bazı hususlarda başından beri eleştirdiğim ilkesel ve ahlâki hatalar da yaptı. Bazı kamu kurumlarına yapılan memur atamalarında, olabilecek en şeffaf ve âdil yöntem olan 'yalnızca’ merkezî sınav puanına göre atama usûlü uygulanıyorken, bazı kamu kurumlarında ise giderek artan bir oranda, bazı bürokratların da telkini ile mülâkat denen o eski ve hastalıklı yöntemi de işin içine kattılar.

Nedir mülakât? Bir hakkaniyet ve âdil olma ölçüsü var mıdır? Şeffaflığı nerededir? Denetlenebilirliği ve hesap verilebilirliği var mıdır? İktidar başkalarındayken torpilin bir kılıfı olarak gördüğümüz mülâkat yöntemi, ‘biz’den olanları kadrolara doldurmak söz konusu olunca mübarek olabilir mi? Bu sorular hiç sorulmadı, bu çerçevedeki uygulamalar sorgulanmadı. 'Adalet Bakanlığı’ndaki, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’ndaki kimi kadrolar, adını burada sayamadığım daha nice kurumlardaki çeşitli kadrolar bir yana, eskiden beri merkezî sınava ilâve olarak mülâkat yöntemiyle personel alan ‘emniyet teşkilâtı’ gibi kurumlarda yapıldığı iddia edilen torpil söylentilerini kimseye anlatmama gerek yok sanırım.'

Buradaki argümanım açık ve net. Bireylerin tek tek, merkezî sınav gibi şeffaf ve âdil bir seçme yöntemiyle hak ederek memur olmasıyla, örgütlü bir sistemle meşruluğu tartışmalı yöntemlerle memur olması arasında çok büyük fark var. Ve bu büyük fark, bugün şikâyet edilen devlet içinde devlet yapılanmasının bence önemli nedenlerinden birisi. Örgütlü yapılan ve bilek hakkıyla olmadığından içinde birilerine minnet barındıran 'kazanımlar', kazanç sahiplerini, minnet ettikleri yerlere karşı maddî ve manevî borçlu hale getirmektedir. Dolayısıyla basit bir mantık silsilesi, hesabını atanmış amirlerine değil de abilerine veren memurlardan meydana gelmiş bir yapılanmanın nasıl oluştuğunu anlamaya yeter de artar bile.

Burada, bu hastalıklı yapıyı fırsat bilenler kadar, siyasî iktidarın da günahı var. Şikâyet edilen yapı bu hâle gelirken, bu kadroların nasıl hak edildiğinin ahlâkîliği hiç sorgulanmadı. Siyasî iktidarın yapacağı ilk şey, vakit kaybetmeden, hemen bu gibi günahlarına tevbe etmeye başlamaktır. Bugünden başlayarak belki çok çok gerekli olan haller dışında, tüm kamu personeli alımlarında mülâkat yöntemi devre dışı bırakılmalı, yalnızca âdilâne düzenlenecek merkezî sınav puanlarına göre atama yapılmalıdır. Aksi halde paralel devlet büyümeye devam edecek ve seçilmişlerin, nereden çıktı bunlar demeye hakkı olmayacaktır. Mevcut olanlar bugün tasfiye edilseler dahi, başka fırsatçılar başka seçilmişlerin başına aynı çorabı öreceklerdir. Sonuçta bu konjonktürel değil ilkesel ve ahlâkî bir sorundur. Ayrıca böyle hastalıklı eski yöntemlerle hakkı yenenlerin hesabını, ne seçilmişler, ne de paralel devletin sözde hakkı savunanları kolay kolay veremez.

Gezi olayları sıcaklığını henüz yitirmişken yazdığım bir yazıda, bu olayların, şimdiye kadar çeşitli nedenlerle ertelenmiş ve artık ertelenmeye mecâli olmayan demokratik açılımlar için bir katalizör olmasını umduğumu, siyasî iktidarın gezi olaylarını bu amaçla fırsata dönüştürebileceğini, bunu ümit ettiğimi yazmıştım.

Umarım, bu zâhirde şer görünen hâdise de, eski Türkiye’den kalma hastalıkların ve cürufların, bağırsaklarımızdan köklü olarak temizleneceği bir ‘operasyon’a vesîle olur. Buna dair de kuvvetli ümidim var. Bir abimin sözlerinden iktibasla şöyle bitireyim.

‘Her imtihan riskle birlikte bir imkânı da içinde barındırır.’ Yeter ki rahmet-i ilâhiyeden ümit kesmeyelim.

  22.12.2013

© 2021 karakalem.net, Oktay Gökkoca



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut