‘İyiliği emir, kötülükten sakındırmak’ ilkesi üzerine

Zeyneb Hafsa

Kişilerin neyi, ne kadar bildiklerini ve bildiklerinin ne kadarının ilahi referansa atıfla var olduğunu sorgulamadan, muhataplarının konumunu ve ilkenin tatbikinden doğacak sonuçları düşünmeden yerli-yersiz ve özellikle asabi, çirkin bir üslupla uyguladıkları bu ilke neticesi kim bilir ne olumsuzluklar hâsıl oldu ve olmakta.


KUR’AN’DA YER yer karşımıza çıkan bir ifadedir emr’i bil ma’ruf, nehy-i anil münker yani iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak. Bu ifadenin geçtiği bazı örnek ayetler şunlardır:

“Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.” (3:104)

“Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar.” (9:71)

Ayetlerle sabit bu ilkenin tanımına bakacak olursak, ma’ruf kelimesi Cürcânî tarafından “Allah’a itaat konusunda bilinen her türlü davranış, söz ve fiil olarak aklın, dinin güzel saydığı her şey” şeklinde tarif edilir. Münker ise bunun zıddına delalet eder. Bu ilkenin vacip mi, farz-ı kifaye mi olduğuna dair tartışmalara girmeden benim asıl odaklanmak istediğim kısma yani onun ne için, kim tarafından ve ne şekilde uygulanması gerektiği hususuna geçiyorum.

Ne için, kim tarafından ve ne şekilde?

Malumunuz üzere insanlar ve onların akılları, düşünceleri, hissiyatları farklı farklıdır ki bu da her birinin doğru, güzel saydığı şeylerin çeşitliliği anlamına gelir. Zaten ilahi bir referans da bu yüzden gereklidir. O halde, ilk adım olarak denebilir ki yukarıda bahsi geçen ilkenin tatbiki için ‘ilahi referans’a atıflı bir iyilik ve kötülük durumu söz konusu olmalıdır. Bu adımda karşılaşılacak en önemli sorun, kişilerin kendi düşüncelerini, heva ve heveslerini ilahi referansa atfetme gayretleridir.

Konuya dair yazılan bir yüksek lisans tezinde ise şu hususların önemine dikkat çekilmektedir: Fiilin münker olduğunun kesine yakın bir şekilde bilinmesi, kötülüğün hâlihazırda mevcut olması ve açıktan işlenmesi, eylemin münker olup olmadığıyla ilgili içtihat farklılıklarının olmaması ve kötülüğü yasaklamanın daha büyük bir zarara yol açmaması.

Bahsi geçen bu hususlar, ilkeyi uygulamaya yetkin kişinin de özellikleri hakkında ipucu sunmaktadır. Evvela, bu kişi kendinden sıyrılıp iyiye ve kötüye dair ilahi referansa başvurma cesaretini gösterendir. Ardından ise konuyu inceleyip hakkında kesine yakın bilgi edinen ve kötü bir eylemden nehyetmenin olası sonuçları hakkında oturup hesap-kitap yapabilendir.

Peki, diyelim ki böyle bir kişi bulundu. İş burada bitiyor mu? Tabi ki hayır. Bir de bu kişinin söz konusu ilkeyi nasıl uyguladığı var. Çünkü muhatabın durumu da önemlidir. Bir şey herkese aynı şekilde aktarılamaz. Pedagojinin belki de en temel ilkesidir bu. İlaveten, kişinin üslubu da ayrı bir önem arz eder. İyiliği ve güzelliği çirkin bir üslupla anlatmak hem ironik hem yıkıcıdır.

Sebeb-i bahis

Yukarıda, iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak ilkesine dair hukuki arkaplan da dâhil olmak üzere genel bilgi paylaşımında bulundum. Fakat yazının ortaya çıkmasının asıl sebebi, bu genel bilgi çerçevesinde bir yaraya parmak basmak. Zira, kişilerin neyi, ne kadar bildiklerini ve bildiklerinin ne kadarının ilahi referansa atıfla var olduğunu sorgulamadan, muhataplarının konumunu ve ilkenin tatbikinden doğacak sonuçları düşünmeden yerli-yersiz ve özellikle asabi, çirkin bir üslupla uyguladıkları bu ilke neticesi kim bilir ne olumsuzluklar hâsıl oldu ve olmakta.

Bendeniz, özellikle Türk toplumunda, asıl sorunun söz konusu ilkenin tatbik edilmemesi değil, bilakis bir önceki cümlede açıklandığı üzere münasip olmayan bir şekilde tatbik edilmesi olduğunu düşünmekteyim. O halde şu dua ile bitireyim: İyiliği emir ve kötülükten sakındırmanın layıkıyla yapıldığı vakitler görürüz inşallah.

  25.11.2013

© 2021 karakalem.net, Zeyneb Hafsa



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut