Şeytan iman eder mi?

Abdullah Taha Orhan

Hakka iman, bilimsel bir gerçeklik gibi, orada, uzaklarda bir yerde olan bir bilimsel gerçekliğe inanmak gibi olamaz asla. İman, inananla inanılan arasındaki ilişkidir. İlişki olmazsa, imandan söz edemeyiz.


İNSANOĞLUNUN MERAKINI çokça celbetmiştir şeytan. Nasıl olur da “Cenab-ı Hakkı bu kadar yakından tanımasına rağmen O’na ve kullarına düşman olmuştur?” sorusu özellikle, mü’min zihinleri çokça meşgul etmiştir. Şeytanın hakka dair bu bilgisi, onu neden düşmanlıktan alıkoymamıştır?

Bu noktada bilmekle olmak, tanımakla kabul etmek arasındaki fark devreye giriyor kanaatimizce. Şeytanın ancak hakka dair bilgisi var, fakat onun gerektirdiği şekilde ona râm olamıyor. Bunun sebebi ise, elbette ki enâniyeti.

Hakikat sadece dış gerçekliği olan, insana temas etmeyen, soyut ve “uzakta” bir bilimsel gerçeklik değil zira. Hakikat, insandan bedel istiyor, onu içselleştirmesini, ona râm olmasını bekliyor.

“Ben benim, sen sensin”

Buna en güzel örneklerden biri, Bediüzzaman’ın Ramazan Risalesi’nde alıntıladığı ve bazı kaynaklarda hadis olarak da zikredilen, Cenab-ı Hak’la nefis arasında geçen diyalog. Cenab-ı Hak nefse “Ben neyim, sen nesin?” dediğinde “Ben benim, sen sensin” cevabını alıyor nefisten.

İşte burada nefis yerine şeytanı koyduğumuzda, şeytanın imânî açıdan, hakkı bilme noktasındaki konumunu daha iyi anlayabiliyoruz. Nefis hakkı biliyor, en azından “sen sensin” diyor, yoksun demiyor veya başka bir varlığa atfetmiyor ulûhiyeti. Fakat nefsin -ve tabi şeytanın- problemi, iman edememek. Çünkü hakka iman, bilimsel bir gerçeklik gibi, orada, uzaklarda bir yerde (out there) olan bir bilimsel gerçekliğe inanmak gibi olamaz asla. İman, inananla inanılan arasındaki ilişkidir. İlişki olmazsa, imandan söz edemeyiz.

Şeytanın problemi tam da bu işte. Allah’ı biliyor, tanıyor, fakat kabul etmiyor. Ulûhiyetini tanıyor, fakat hakkı, ulûhiyeti ve rubûbiyetiyle bir bütün olarak kabul edip onun rubûbiyetine râm olamıyor. Biliyor, ama sanki soyut bir bilimsel gerçeklikmiş gibi biliyor, iman edemiyor. Çünkü aslında nefsine, kendisine iman ediyor.

Hakikatle “bilimsel” bir ilişki kurmak

Yukarıda verdiğimiz örnekte olduğu gibi “Sen sensin, ben benim” diyor rabbine şeytan. Oysa rable kurulacak ilişki, yani iman, şunu demeyi gerektiriyor: “sen benim rabb-i rahimimsin, bense senin aciz bir kulunum”.

İnsan da şeytanın yaptığı gibi, kendi nefsine inandığında, güvendiğinde; hakkı bilse dahi ona tam inkıyâd edemiyor, boyun eğemiyor. Çağımızın getirdiği esaslı problemlerden biri olan her şeye “bilimsellik” perdesi ardından bakma saplantısının bir uzantısı olarak, ebedi hakikatlerle dahi “bilimsel” bir ilişki kurmaya çalışıyor insanoğlu.

O yüzden de hakikat sanki uzakta, dışarıda, insana temas etmeyen soyut bir şeymiş gibi algılanıyor. Hâlbuki hakikat şu an ve her an, burada, insanın içinde ve sürekli onunla temas halinde. İnsanın tek yapması gereken kendini hakikate teslim etmek. Bu da, İblis örneğinden de görüleceği gibi, ancak enâniyetini bırakması ve rabbine boyun eğmesiyle mümkün.

  04.10.2013

© 2021 karakalem.net, Abdullah Taha Orhan



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut