Mûsâlar Hârun ister

Oktay Gökkoca

Mûsâların Hârunlara ihtiyaçları var bugün.

Onlara “biz de sizinleyiz” diyen, “sizin duyuramadıklarınızı, gösteremediklerinizi dünyaya duyurmada, göstermede size yardımcı olacağız” diyen kardeşler olmalıyız bugün. Ulusal çıkarlar, reelpolitik, konjönktör gibi vicdanın midesini bulandıran kelimelerin kalblerine girmesine izin vermeyen kardeşler olmalıyız bugün. Mûsâlara Hârunlar olmalıyız bugün.



KUR’ÂN’DA, PEYGAMBER kıssaları içinde haberi en çok verilen peygamberdir Hz. Mûsâ. Hz. Mûsâ’nın kıssasını okuyanlar bilirler ki O, mizaç olarak celâl tarafı ağır basan bir peygamberdir. Bu celâl hali, çeşitli olaylar karşısında gösterdiği davranışsal tepkilerinde görüldüğü gibi dilinden dökülen sözel tepkilerinde de hissedilmektedir.

Allah Ona ve kardeşi Hz. Hârun’a “iyice azmış” olan firavuna gitmelerini emrederken bir üslûp hatırlatması da yapar. “Fe kûlâ lehu kavlen leyyinen”. “Ona yumuşak söz söyleyin”. Anlaşılan o ki Hz. Mûsâ’nın Hz. Hârun’la, firavuna hakkı tebliğ ederken celâlli bir üslûp kullanabileceği ve bu sert üslûbun hakkın firavuna açık seçik ulaşmasına engel olabileceği ihtimaline karşı Allah onları uyarmaktadır. Zaten Allah, bu üslûp hatırlatmasının hikmetini âyetin devamında şöyle beyan eder: “Belki düşünür (anlar) veya korkar.”

Ancak burada unutulmaması gereken, bu uyarının esasa değil usûle ilişkin olduğudur.

Yani Allah, Hz. Mûsâ ve kardeşine kavl-i leyyin’i emrederken, “firavuna ve konseyine taviz verin; Allah’tan başka ilah olmadığını, sizin O’nun elçisi olduğunuzu açıkça söylemeyin, firavunun büyüklenmekten ve ilahlık taslamaktan vazgeçmesi noktasında onunla orta bir noktada buluşun“ dememektedir. Hele hele “şimdilik hakkın tebliğini biraz erteleyin, konjönktüre bir bakın da ona göre strateji belirleyin, ne şiş yansın ne kebap cinsinden bir orta yolculukla işi idare edin” hiç dememektedir.

Yumuşak söz söylemenin hikmetinin, firavun ve konseyine hakkın tam olarak ulaştırılmasını sağlamak, yani tebliğ vazifesini en güzel şekilde yapmak olduğu ortadadır. Zira “düşünüp anlaması” için firavuna hakkın en güzel şekilde ulaştırılması gerekmektedir. “Kavl-i leyyin”le amaçlanan bir başka husus ise firavunun korkmasıdır. Allah’ın azabından korkup, büyüklenmekten, ilahlık taslamaktan ve halkına zulmetmekten vazgeçmesidir istenen. Dolayısıyla yumuşak bir üslupla ona azaptan da haber verilmelidir. Burada da hakkın esnetilmesi değil üslubun yumuşatılması söz konusudur.

Lügatte “kavli leyyin”e dair bir de şu tarif var: “enâniyetli olmayan söz.” Buradan şöyle bir sonuç çıkarabiliriz: Hakkın tebliğinde nefislerin araya girmemesi, hakikati anlatmak isterken nefsin ve enâniyetin, hakikatin saf olarak başkasına ulaşmasına engel olmaması, hakikat tebliğcisinin, Allah’la tebliğ edilecekler arasında perde değil ayna olması gerekir. Dolayısıyla firavunun eline küfrüne kılıf bulacağı bir mazeret verilmemelidir. Bu mazerete, sınırı aşan celâlli bir üslub da dahil olabilir.

Hz. Mûsâ’nın kıssasıyla bize haberi verilen Hz. Mûsâ - firavun (ve konseyi) mücadelesi bugün de devam ediyor.

Bugün Mısır’da, Râbiat-ül Adeviyye’deki ve diğer meydanlardaki müslümanlar, kavl-i leyyinle hakkı haykırıyorlar zalim firavun ve konseyine. Haman’a, Kârun’a ve diğer avanelerine. Kırmadan, dökmeden, öfkelenmeden, silaha sarılmadan ve enâniyetlerini davalarının içine karıştırmadan. Ama aynı zamanda haktan taviz vermeden, eğmeden, bükmeden, gevşemeden ve zalimin yüzüne zulmünü açıkça haykırmaktan çekinmeden.

Râbiat-ül Adeviyye’de peygamberinden aldığı kavl-i leyyin dersini iyi çalışmış bir ümmet destan yazıyor, tarih yazıyor. Riyâkârlara, münâfıklara, reelpolitikçilere, tek dünyalı libarellere, demokrasi havarilerine insanlık dersi, vicdan dersi veriyor. Firavunun ordusunun kurşunuyla ebedî bir hayata kanatlanan canlar “vallahi ben kazandım” diye haykırarak tek dünyalıların ezberlerini dumura uğratıyor, firavunun sihirbazlarının hilelerini bozuyor, sihirlerini yutuyorlar.

Meydana çıkmadan önce birazdan şehid edileceğini düşünüp kollarına adlarını yazan insanlar, hakikat uğruna ruhlarını Rablerine teslim etmemiş de ne yapmışlardır? Selâm olsun onlara.

Bir de Hz. Mûsâ, firavuna gitmeden önce, “kalbim daralıyor, gönlüme ferahlık ver, dilim tutuluyor, dilimin düğümünü çöz de söylediklerimi anlasınlar” diye dua etmişti Rabbine. Ve kardeşi Hârun’u yardımcı istemişti kendine. Çünkü “Hârun’un dili ondan daha düzgündü.”

Mûsâlar, firavunun sarayında Rablerine olan imanları sebebiyle korkusuzca hakkı haykırıyor bugün. Ama Hz. Mûsâ’nın, Allah’tan, kardeşi Hz. Hârun’u kendisine yardımcı istediği gibi Râbiat-ül Adeviyye’deki Mûsâlar da kardeşlerini, Hârunlarını yardımcı istiyorlar kendilerine.

Şu anda Mısır’ın Mûsâları neredeyse tek başına kalmış durumda. Haykırışlarına destek veren, anlattıklarını tasdik eden pek yok. Bundan dolayı onların daralan kalblerini ve gönüllerini ferahlatacak kardeşlere ihtiyaçları var. Hem uğradıkları zulmü, dünyanın vicdanına anlatamamaları için dilleri düğümlenmeye çalışılıyor. Haberler karartılıyor, çarpıtılıyor, doğru sözün vicdanlara ulaşması engelleniyor. Onların, sözlerini kendileriyle birlikte insanlığın vicdanına haykıracak kardeşlere ihtiyaçları var.

Mûsâların Hârunlara ihtiyaçları var bugün.

Onlara “biz de sizinleyiz” diyen, “sizin duyuramadıklarınızı, gösteremediklerinizi dünyaya duyurmada, göstermede size yardımcı olacağız” diyen kardeşler olmalıyız bugün. Ulusal çıkarlar, reelpolitik, konjönktör gibi vicdanın midesini bulandıran kelimelerin kalblerine girmesine izin vermeyen kardeşler olmalıyız bugün. Mûsâlara Hârunlar olmalıyız bugün.

Râbiatül Adeviyye’den yükselen sesi yayacak, ona kuvvet verecek Hârunlar olmalıyız. Tüm Müslümanları da Hârun olmaya davet etmeliyiz. Dün Saraçhane’de, bugün Eminönü’nde ve başka meydanlarda olduğu gibi, yarın da başka meydanlarda, tv kanallarında, radyolarda, sosyal medyada, duamızla, dilimizle, yazımızla, her yerde, ama illâ hakkı duyurabilecek bir yerde, kavl-i leyyin’le terbiye edilmiş gür bir sesle zulmünü zalimin yüzüne haykırmalı, hakkı vicdan sahiplerine duyurmalıyız.

Umarız ki kalbleri, dilleri ve duaları ittihad edebilmiş bir ümmetin yardım talebini Rabbimiz cevapsız bırakmaz. İnanıyoruz ki Allah’ın yardımı ve rahmeti yakındır. Zafer inananlarındır.

Zaten şöyle dememiş miydi Rabbimiz Hz. Mûsâ ve Hz. Hâruna:

“Korkmayın! Şüphesiz Ben sizinle beraberim; her şeyi işitir ve görürüm.”

Haydi! Mûsâlar Hârun ister.

  17.08.2013

© 2021 karakalem.net, Oktay Gökkoca



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut