Ezelî rekabet

Oktay Gökkoca

Kendimizi Ezelî olana bağlamakla hakiki kimliğimizi bulduğumuz zamanlardan ayrı düşüp, “ezelî rekabetin” türettiği sahte kimliklerimizle Ebedî olandan kaçtığımız zamanlara şahit olmak ne acı.


“HAYAT BOŞLUK kabul etmez” hakikatli bir kelâm. Ben bu kelâmı fıtrat boşluk kabul etmez olarak anlıyorum. İnsanın doğası şöyle, insanın doğası böyle gibi hükümler, fıtrat denen kanunlara yapılan atıflar olsa gerek. İster insanın fıtratı diyelim, isterse insanın doğası diyelim, içinde bitmeyen bir ihtiyaçlar silsilesi barındırıyor. Her insan ömrünü bu ihtiyaçları gidermek peşinde tüketiyor.

Farkında olalım ya da olmayalım, iç sesimiz hepimize aynı ihtiyaçları haykırıyor. Her insan sevmek, sevilmek, tanınmak, fark edilmek, var oluşuna yıkılmaz, yok olmaz bir referans bularak hayatını anlamlı kılmak istiyor. İç sesimizin bize haykırdığı şeylerin başında ise işte bu “yıkılmaz, yok olmaz bir referansa, bir hakikate ait olmalısın” duygusu geliyor. Aidiyet ihtiyacı/hissi, kendi varlığımızı anlamlı kılma arayışımızda en temel noktalardan birisi.

Çünkü insan fıtratı gereği, herhangi bir aidiyet hissetmeden, tek başına kendi varlığını anlamlı kılamıyor. Bu nedenle hayatlarımız, bu anlam boşluğunun çeşitli arayışlarla doldurulmaya çalışıldığı serüvenlere sahne oluyor.

“İman bir intisaptır, bağlanmaktır” hakikati aidiyet arayışımızın sahih ve en doyurucu adresini gösterirken, bu hakikate hakkıyla muhatap ol(a)mamak bizi başka bağlanma adreslerine yönlendiriyor. İmanın bağıyla ezelî bir istinadgâha bağlanmaktaki zaafiyetimizin açtığı boşluğu boşlukta bırakmamıza fıtratımız izin vermiyor.

Bu boşluğu dolduran amillerden birisi de futbol. Artık bir endüstriye dönüşen, kapitalist sömürünün en başarılı cephelerinden biri olan futbol, hayatımızın her alanında top koşturuyor. Arkadaş muhabbetlerinde, işyeri sohbetlerinde, görsel ve yazılı basının, sosyal medya mecralarının hemen hepsinde futbolun konuşulmadığı, tartışılmadığı kurtarılmış bir bölge yok.

Bir kere hepimiz bir futbol takımını tutuyoruzdur. Konu açıldığında ot gibi yaşamakla nitelendirilenlerimiz bile, en azından başka ülke takımlarıyla maç yapılırken “bizim” kulüpleri tutanlardır. Hangi takımı tutuyorsun sorusuna verdiğimiz hiçbir suretle takım tutmuyorum cevabı, en hafifiyle “şu takıma sempatin vardır senin” gibi bir karşılıkla taca atılır. Anlayacağımız futbol, hayatımızda şu veya bu şekilde olmaması düşünülemeyen bir olgudur artık, boşluklarını boşluklarla doldurmaya çalıştığımız hayatlarımızda. Ne de olsa futbol, asla yalnızca futbol değildir.

Rekabetin ruhsuz ve acımasız bir şekilde yaşandığı bir dünyada “spor dostluktur, kardeşliktir” gibi bir mottonun, gözümüz önünde cereyan eden onca mezbeleliğe rağmen nasıl yüzsüzce söylenmeye devam ettiği ve nasıl olup da bir Allah’ın kulunun buna dair bir itiraz dillendirmediği benim idrak sınırlarımı aşan bir mevzudur.

Ama en azından şöyle bir manzarayı aklım idrak edemiyor olsa bile, gözlerim şahit oluyor; bayram namazlarının bile saf bağlamada bir araya getiremediği insanların tribünde veya televizyon karşısında nasıl da aynı birlik ve beraberlik duygusuyla el ele tutuşup kardeş oldukları, en esaslı bir mevzudaki görüşleri, sittin sene geçse birbiriyle kesişmeyenlerin, tuttukları aynı futbol takımının galibiyetiyle aynı sevince, mağlubiyetiyle aynı hüzne garkoldukları bir tablo.

İşin özü bizi “biz”, bizi “kardeş” yapan bağların çözülmesi, unutulması, değersizleştirilmesi, bizi başka aidiyet arayışlarına sürüklüyor.

İnsan ancak ezelî ve ebedî olduğuna inandığı bir merci ile ve ona dayanmakla mutmain oluyor. Ezelî ve Ebedî olanın hayatlarımızdan çekilmesi ile oluşan boşluğu doldurmasını beklediğimiz şeylerde de ezeliyet ve ebediyet arıyoruz. Kendimizi bir parçası sayarak benliğimizi tanımladığımız şey ırkımız, ulusumuz, devletimizse eğer, onun başlangıcını zamanın en evveline götüren efsaneler üretiyoruz mesela. Devlet-i ebed müddet ülküsüyle ebediyete olan ihtiyacımızı dillendiriyoruz. Futbol takımlarını da aynı efsaneleştirmeye tabi tutuyoruz. Nihayetinde en yaşlısının yüzyıllık bir mazisi olan doğuştan fanatiği olduğumuz futbol takımlarının kuruluş tarihlerini türlü cambazlıklarla bir tarih olmaktan öteye götürme çabaları, efsane futbolcuların dillerden düşmeyen hikâyeleri, unutulmaz maçların, unutulmaz gollerin tekrar tekrar ekranlarda döndürülmesi, yeni kimliklerimizin sarsılmaz bir hakikate dayandıkları yanılsamasını akıllarımıza yer etmenin klâsik taktikleri.

Kendimizi Ezelî olana bağlamakla hakiki kimliğimizi bulduğumuz zamanlardan ayrı düşüp, “ezelî rekabetin” türettiği sahte kimliklerimizle Ebedî olandan kaçtığımız zamanlara şahit olmak ne acı.


oktaygokkoca@hotmail.com

  09.04.2013

© 2021 karakalem.net, Oktay Gökkoca



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut