Yaprak yarenliğinde yalnızlık

RÜZGÂRIN ÖNÜNDE kavak ağaçlarının dalgalanışını görüp de bir şey hissedememek, bir şey hatırlayamamak, tefekkür esintilerini oluşturamamak, tezekkür teyakkuzlarına geçememek; kesrette kavrulmanın, çoklukta dağılmanın, afakta boğulmanın, enfüste kaybolmanın, masiva altında ezilmişliğin görüntüsü değil mi? Aynalar mahzeninde olup da bir şey görememek; gözde, bakışta, nazarda bir problem var olduğunu göstermiyor mu? Pencerenin panjurlarını indirmişler güzellik adına neyi görür, neyi idrak eder, neyi düşünür; karanlık odada körebe oyunundan başka ne meşguliyetleri olabilir?

Güzel gören, güzel düşünen, güzel yaşayan, güzel ölen adam, o an kavak görmüş tefekkür yolculuğunda o yarenlik etmiş; başka biri çam görür, çınar görür, servi görür, çiçek görür, yıldız görür, ay görür, yağmur görür… Adem âlemlerinde vücut âlemlerini, bahardan sonra kışı, kıştan sonra yine baharı, hayatta ölümü, ölümde hayatı görür ama görür; boş bakışlarla, boş adımlarla, boşluğa yürüyüp gitmez.

O dikkat, o rikkat, o incelik, o şefkatli bakış; zahirde bayramı ve baharı yaşayan gençlik manzaralarının elli yıl sonraki kış yaşantılarını seyreder. O ihtiyardır, o hastadır, o hapistedir, o sürgündedir, ağlayan o dur. Kendine düşünen, kendine üzülen, kendine ağlayan o değildir. Bahar ağlatır, nehar ağlatır onu. Raks eden yeşil yapraklar ademe düşmemek için ağlıyordur; nefsinin kör kuyusuna düşmüş genç yapraklar da ağlıyordur. Elli yıl sonrası hayatları görüşü hayal değil gerçektir; keşif gözüyle sinema gibi seyreder onların o acı ve acınaklı hallerini.

Kalp şeffaf, latifeler şeffaf, akıl şeffaf, vicdan şeffaf, idrak şeffaf, izan şeffaf olunca şefkat bütün bakışlarını, bütün nazarlarını kaplıyor; insanı, kâinatı, eşyayı, hadiseleri o pencereden seyrediyor. Zahirde gülünen şeylerin batınını gördüğünde ağlıyor; sevdası da değişiyor; milletimin imanını selamette görürsem cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım diyebiliyor. Sevdası ne cennet, ne de cehennemden kurtulmak; sevdası iman kurtarmak. Kâinatı Kur’an adına konuşturarak imana çalışmak; ders arkadaşı bazen bir zerre olur, bazen bir kavak, bazen çınar, bazen yıldız, bazen yağmur.

Güzü görüp de bir şey hissetmemek, ölümü görüp de duygulanmamak, kavak ağaçlarının yanından geçerken ebediyet şarkısını duymamak, okul bahçesi manzarasının onlarca katını görüp de ağlayamamak… Başkasına değil de önce kendimize ağlamalı değil miyiz?

Ağlamak ümittir, ağlamak cesarettir, ağlamak heyecandır, ağlamak samimiyettir, ağlamak selamettir. Eskişehir Hapishanesinin penceresinde liseli gençlerin haline ağlarken ne demişti kardeşlerine; beni yalnız bırakın. Ağlamak yalnızlıktır… Yareni yapraktır, yıldızdır, yağmurdur… Ne mutlu o yalnızlara…

  17.09.2012

© 2021 karakalem.net, Hüseyin Eren



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut