Kürtaj tartışmalarına dair

Mona İslam

DÜŞÜNEN VE bilgi sahibi olan adamlardan şunu duyduğumda hayret ediyorum "Kendi bedeni kimse karışamaz" Bu hümanizmle ortaya çıkan ve gayet yaygın bir düşünce tarzı, biliyorum. Ama hümanizmle ortaya çıkan paradigmaya ait bu düşünce tek başına ele alınıp keyfi yorumlanınca, bizdeki gibi vahim durumlar ortaya çıkıyor. Biz tüm düşünce sistemlerine eklektik yaklaşıyoruz. Aslında bütünüyle pragmatist olduğumuz söylense yeridir.

Hümanist entellektüeller “İnsan bedeni ona aittir” derken tutarlı iseler hümanizmle ortaya çıkan insan haklarını da kabul etmeleri gerekmez mi? İnsan haklarından birincisi yaşama hakkı değil mi? Hani birinin özgürlüğü başkasının özgrlüğünün başladığı yere kadar idi. Bunu bize boşuna mı ezber ettiler. Kürtaj talep eden kadının bedenindeki bebek başkası değil mi? Onun özgürlüğü ötekininki ile çatışmaya gittiğinde devlet müdahalesi neden normal karşılanmıyor? Zaten modern devletin görevlerinden biri bireylerin birbirlerinin özgürlük alanlarına müdahale etmesini önlemesi değil miydi? Müdahale edince neden kıyamet kopuyor?

“Kendi bedenim ne dilersem yaparım” anlayışının sahipleri neden uyuşturucunun açıkça 18 yaş üstüne eczanelerde satışını savunmuyorlar, uyuşturucu kullanmayı talep edenlerin kendi bedenlerine ne alacakları konusunda özgürlüklerine neden karışıyor, bu konuda bir yasak bir zorlaştırma istiyorlar. Neden devlet birtakım ilaçları reçeteye bağlıyor ve buna ses etmiyorlar? Neden ötenazi hakkını savunmuyorlar, yahut intihar etmek isteyene koşturan polis iftaiye güçlerine “Oturun oturduğunuz yerde kendi bedeni atarsa atsın” demiyorlar. Çünkü onlar da yaşam ve ölüm meselesinde kararın bir insanın iki dudağı arasına sıkıştırılmayacak denli mühim olduğunu biliyorlar.

Tecavüz mağdurları nazara veriliyor. Bu ülkede yalnız tecavüz mağdurları kürtaj olmuyorlar ki. Birçok durumda evli barklı kadınlar “istemiyorum” keyfiliği içinde kürtaja başvuruyor, birçok insan cinsel hürriyetini hoyratça kullanırken dikkatsiz ve savruk yaşamının bedelini bir bebeğe ödetiyor. Sorduğunuzda “Keyfimin kahyası mısın?” tarzı yaklaşımlarla cevap veren bu kimseler keyiflerine bir ölüm kalım meselesinde müdahale etmekte haklı olduğumuzu aslında biliyorlar. Göksel bir iradeyi dinlemeseler de kendi vicdanları da hoyratlıklarının bir sınırı olması gerektiğini onlara söylüyor,ne yazık ki onu da dinlemiyorlar.

Kuşkusuz kimi zaman kürtajı gerekli kılacak zor durumlar olabilir. Annenin hayatının bebeğin hayatından daha mühim olduğu da genel bir kaidedir. Ancak bu kadar keyfilik de olmamalı.

Benim nazarımda zaten beden insana ait değildir, emanettir, insan onu sokakta bulmadı, çarşı pazardan almadı, bir tezgahta dokuyup emek vermedi. Ona lütfedildi. İnsanın bedeni üzerinde keyfe ma yeşa söz sahibi olması, dilediği gibi tasarruf edebilmesi mümkün değildir. Zira sadece mülkün sahibi mülkünde dilediği gibi tasarruf eder sahip de Allah’tır. Ancak biz Onun bize izin verdiği dairede tasarruf ederiz. Müminlerin birbirlerine emri bil maruf nehyi anil münker yapacak derecede müdahale hakları vardır. Devletler de bu müdahale hakkının keyfilikten çıkıp başka bir totaliterliği dönüşmemesi için kurulu organizasyonlardır,müdahalenin adabına uygun yapılması için vardırlar. Müdahale ise kişinin kendi bedenine nefsine yaptığı yahut ötekine uyguladığı zulmün dozu ile orantılı olarak yumuşak ya da bağlayıcı müdahale olabilir. Yasaklar yaptırımlar cezalar burada devreye girer.

İtikadımca “Beden emanettir, insan ise kuldur”. Herkesin böyle düşünmesi beklenemez elbette, bu bir iman meselesidir. Bizim akıl temelinde iman eden etmeyen herkese söyleyecek bir sözümüz olmak durumundadır. Bu da adaletin gereğinin yapılması gerekliliğidir. Bu yüzden müslümanların toplumsal meselelerde aklın ve vicdanın dilini kullanması herkesle konuşulabilecek bir zemin araması tabiidir. Zaten selim akıl ve örselenmemiş vicdan kulluk bilinci ile çelişmez. Öyleyse referansımıza vaaz edilmiş ahlakı ya da insan vicdanında sezilen bilinen maruf ahlakı seçmek durumu değiştirmez.

Kürtaj talep eden insanların cinsel özgürlük adına keyfi hareketlerde bulunurken sonuçlarını da düşünmesi, her doğum kontrolünün bir yüzdesi olduğunu bilip risk aldığını idrak etmesi, aldığı riskin de önüne çıkarsa bedelini ödeyeceğinin farkına varması lazımdır. En az sigarayla savaşan vakıflar kadar kürtajla savaşan vakıflar olmalı, bu konuda daha az zarar olmadığına göre insanlar duyarlılığa çağırılmaldır. Bir bebeğin hayatı elinden alındığında insanlar toplum tarafından en azından kınanacaklarını bilmelidirler. Bunu “benim bedenim” hoyratlığı içinde sanki bademcik ameliyatı gibi sunmaları yanlıştır. Kürtaj yasaklanmasa bile zorlaştırılmalıdır. Nasıl ki yeşil reçeteli ilaçlar ile ilgili olarak bazen heyet raporu gerekiyor, kürtaj talep edene hem yaşamı boyu olduğu kürtajların sayısında, hem de kürtajı talep ettiği zamandaki yaşam koşullarına bakarak sınırlama getirilmelidir. Bazılarına izin verilmeli, bazılarına verilmemelidir.

Böylece insanlar bu işin o kadar kolay olmadığını bilir ve ona göre yaşamlarına her nasıl yaşamak istiyorlarsa özgürlüklerine çeki düzen verirler, bir sınır getirirler. Bu sınır başkasının yaşamını riske atmama sınırı olmalıdır. Hele bu başkasının bir bebek olduğu unutulmamalıdır. Cenin diye söz ettiklerinin, doğmasına izin verseler şipşirin bir bebek olacağı yaşama katılmak isteyen bir ruh olduğu, Allahın dünyaya getirmeyi murad ettiği bir canlı olduğu unutulmamalıdır. Ancak Onun izin verebileceği, akıl sahiplerinin uzlaşabileceği, adalet isteyen vicdanların kabul edebileceği, merhametleri kanırtmayacak bir yol bulunmalıdır. İnanan ve inanmayan herkes için.

Vicdan nasıl ki kürtajı talep edenlere salık verdiğimiz bir ilke ise bizim için de geçerli bir ilkedir. Vicdanla baktığımızda farklı farklı hayatlar içinde bazen çözülmesi mümkün olmayan ancak makasla kesmekle müdahale edilebilecek türlü problemler görürüz. Kürtajın çözülemeyen düğümde bir makas müdahalesi olduğu açıktır, ancak bu müdahalenin kimi zaman zaruri olduğu da çıktır. Bu zaruret bedensel, psikolojik veya sosyal bir zaruret olabilir. Gerçekten sıkıntıda olan insanları kürtajdan daha büyük bir risk olan intihara sürükleyebilir. Bir çok hayatları etkileyip darmadağın edebilir. Kesin bir yasak da adalet değildir. Burada “doğursunlar devlet bakar” uslubu da bir başka hoyratlıktır.

Bizim vicdana herkes için ihtiyacımız var, başkalarını vicdana ve akla çağırdığımız ölçüde kendimize de bunu salık vermeliyiz. Başka hayatlarla empati kurmayı bilmeden bir zulmü önlemek adına başka bir zulme sebep olma ihtimali var. Burada niyetimizi sorgulamamız gerek. Niyetimiz gerçekten adalet ve merhamet mi yoksa kendi yaşam biçimimizi ötekine dayatmak mı? Çünkü İtikadımızca “La ikrahe fiddin” (Dinde zorlama yoktur) kaidemizce buna iznimiz yok. Kul izin dairesinde iş görür. Birşeyi zorla yaptırmak, yahut büsbütün ucunu bırakmak iki uç durumdur, bizim itidale ihtiyacımız var. Meselelerimizi akıl zemininde tartışmaya biz müslümanlar da talimli değiliz. Akıllarımız eğitimli değil. Sanırım çözmemiz gereken bir düğüm de burada bulunuyor.

  04.06.2012

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut