MÜSBET HAREKET

1963'te Martin Luther King, Washington'da, Lincoln anıtının önünde yüz binlerce kişiye, eşitlik değeri üzerinden, "Bir hayalim var" diye haykırmıştı.


"EKMEKSİZ YAŞARIM, hürriyetsiz yaşayamam." diyen Bediüzzaman Said Nursi'nin de Martin Luther gibi bir hayali vardı. Bu gaye-i hayali gazeteci Eşref Edib'e 'Cemiyetin iman selametini sağlamak ve Kur'an'ın yeryüzünde cemaatsiz kalmasını önlemek için hem dünyasını hem de ahiretini feda etmek' olarak anlatmıştı. Bu yazıda, Bediüzzaman'ın ortaya koyduğu fikir ve aksiyon çizgisinin, temel hak ve hürriyetlerin hayata aktarılmasında hem proaktif hem de reaktif bir strateji olarak benimsediği müsbet hareket yöntemine ilişkin birkaç hususu paylaşmak istiyorum. Bediüzzaman, her türlü kötülüğün kaynağı olarak gördüğü siyasi istibdadın kaldırılması, bunun yerine hangi adla olursa olsun, bu Cumhuriyet de olabilir, yeni istibdat rejimlerinin kurulmaması için "kuvvetin kanunda olduğu", kanunların da üst evrensel normlara tabi olduğu, adalet ve meşverete dayalı, hem başkasına zulmetme ve haklarını ihlal etmeyi hem de kişinin kendisine zulmedilmesini, buna nefsin esareti altına girme de dahil, engelleyen, şefkat ve şehamet-i imaniyeden oluşan hürriyet-i şer'iyyeyi esas alan Meşrutiyet-i Meşruayı, sosyo-politik örgütlenmenin temel çerçevesi olarak önerir. Toplumsal işbölümü ve dayanışmanın zemini olarak, aşiret asabiyetinin milliyet duygusuyla ikame edildiği, milliyet duygusunun da İslam kardeşliğiyle ışıklandığı Müslüman üst kimliğine duyulan bağlılığın harekete geçirdiği bir Cumhuriyetçilik anlayışıyla, insanlık değeri açısından herkesin eşitliğini vurgulayarak demokratik teoriyi perçinler. Dinin bile devlet koruması yerine ona inanan müminlerin sahiplenmesiyle temadi edeceğini belirterek, bireysel iradelerin siyasi katılım yoluyla kendisini aktif olarak ifade ettiği bir siyasi çerçeveyi, hayvanlıktan insanlık mertebesine yükselme olarak değerlendirir.

ÜSTAD'IN HAK ARAMA YÖNTEMİ

Bediüzzaman, dindar bir Cumhuriyetçi olarak, akla husumet eden Abdülhamit dönemi istibdadına muhalefet ettiği gibi, hayata husumet ederek siyasi muhalefeti ortadan kaldırmaya yönelen İttihat ve Terakki diktatörlüğüne de pervasızca muhalefet eder. Mütareke döneminde, işgalci küstahlığıyla Anglikan kilisesi başpapazının sorduğu sorulara cevap verirken, "fikre tevhid, hayata istikamet verdiğini" söylediği İslamiyet'in, hayatın hayatı olduğunu vurgular. Birinci Meclis'te Mustafa Kemal Paşa'nın çalışma odasında kendisiyle yaptığı iki saatlik uzun görüşmede ve milletvekillerine dağıttığı beyannamede, "Bu inkılab-ı azimin temel taşları sağlam gerek" diyerek, İslamî şeairin, temel hak ve hürriyetlerin İslamî karşılığı olarak görebileceğimiz kul hakları kapsamında olduğunu, dahası dindarlık kişisel bir tercih meselesi olsa da, yönetenlerin İslamî şeaire aykırı davranışlardan kaçınmasının "yönetebilirlik" açısından zorunlu olduğunu hatırlatır. Sorulması gereken soru şudur: Daha henüz 17 yaşında genç bir "molla" iken, Mardin'de siyasi fikirlerinden dolayı tacize maruz kalınca 20 civarında jandarmaya mukavemet etmekten çekinmeyen, Bitlis Valisi bulundukları meclise geldiğinde, ilmin izzetini korumak için ayağa kalkmayan, Keçe Külahlılarla, savaşın yol açtığı insanlık sancılarını dindirirken Ruslara esir düşünce, Rus veliaht çarına serfüru etmeyen, hayatı her zaman elinde gezen, İttihatçılara haklı bulduğu noktalarda destek verirken gerektiğinde şiddetle muhalefet eden, İngilizlerin İstanbul'u işgaline cansiparane karşı koyan, Mustafa Kemal Paşa'nın tüm dünyevi ikbal tekliflerini elinin tersiyle iten, istiklâl ve hürriyetine düşkünlük derecesinde bağlı olan Bediüzzaman, tek parti döneminde, tabir yerindeyse, bir aslanken, kendisine kedi muamelesi yapılmasına neden razı olmuştur? 1922'nin sonlarında Ankara'dan Van'a gittikten sonra neden Erek Dağı'nda inzivaya çekilmiştir? Siyasi ve toplumsal hayata karışmaktan neden sakınmıştır? Bu apolitik tavır, gerçekte ne tür bir politik tavra karşılık gelmektedir? Yeni rejimin provokasyonlarına karşı, neden görünürde bir eylemsizlik hali benimsemiştir? Tek kaygısı insanları ebedî şekavetten kurtarmak olan "imanın cereyanındaki" bu insan, kadınlar, çocuklar, ihtiyarlar, yoksullar, musibetzedeler, mahpuslar, hastalar, masumlar, sefahetin pençesine kapılma riski altında bulunan gençler için kaygılanıyordu. Yeni rejimin militan laikliğini kabul etmiyor, onunla amel etmiyor ancak, onların çok ama çok istediği bir şeyi ise yapmaktan ısrarla kaçınıyordu: ayaklanmak bir tarafa, asayişe zarar verebilecek en küçük bir harekete bile izin vermiyordu. Talebelerini de manevi asayiş muhafızları olarak tavsif ediyordu. Kendisine yönelen insanlık dışı eziyet ve işkenceyi doğrudan hükümet ve yargı makamları ile ilişkilendirmiyor, aksine dikkatleri, hükümet ve yargıyı kendileri aleyhine harekete geçirerek onları iğfal etmek için çalışan bir "ifsad komitesi"ne çekiyordu. Tek parti döneminin toplumu dinden arındırma siyaseti karşısında, imanın tecdidine dayalı Esma-i Hüsna tefekkürünü Risaleler yoluyla ortaya koyuyor, nesillerin imanının çalınmasını "Ayet-ül Kübra" ile, Haşir Risalesi ile engelliyordu. Bediüzzaman'ın bütün temel hak ve hürriyetlerini, hayat hakkı dahil, ortadan kaldırmaya yönelen tek parti zulmü ile mücadele metodu ise kendisinin ifadesi ile "Müsbet Hareket'tir". Barışçı ancak siyasi iktidarı hedefleyen etkin bir hak arama ve muhalefet hareketi olarak sivil itaatsizlik yöntemi, yasallığı umursamadan meşruiyeti baz alarak ve şiddetin her biçimini dışlayarak gerçekleştirilen bir muhalefet ve mücadele tarzıdır. Mahatma Gandi'nin İngiliz egemenliğine karşı tuz eyleminde sembolleşen ve 60'lardaki siyah hareketinin eşitlik talebini toplumsallaştırmada Malcolm X ve Martin Luther King gibi liderlerin şahsında cisimleşen sivil itaatsizlik yönteminin bizdeki en başarılı yansımaları arasında, Cumartesi Anneleri'nin eylemleri ile üniversitelerdeki başörtüsü yasağına karşı girişilen eylemler bulunmaktadır. Kürt milliyetçi hareketi sivil itaatsizliği bir yöntem olarak uygulamayı denemiş ama başaramamış, şiddete dönüş yapmaktan kendisini alıkoyamamıştır.

'Adalet nazarında bir ile bin birdir'

Siyasal muhalefet aracı olarak siyasal partileri, iman cereyanının, muannid dinsizler hariç, herkesi içeren hedef kitlesinden dolayı hem muvafık hem de muhalif siyasi pozisyonların dışında ele alan Said Nursi, sivil itaatsizlik yönteminden farklı olarak, manevi cihad kavramından hareketle şiddeti kategorik olarak reddetmekle birlikte, maddi cihadı da reddetmemiş, "mütecavizlere karşı meşru savunma" ile sınırlamıştır. Kemalist rejimin şeairi tahrip eden, temel hak ve hürriyetleri fiilen yok sayan, dinsizliği bir devlet politikası olarak topluma dayatan çizgisine karşı, hiçbir zaman siyasi iktidarı elde etmeyi, "ele geçirmeyi" hedef olarak görmeyen, her türlü silahlı-siyasi ayaklanma türü muhalif pozisyonlardan uzak duran, zulme meyletmeyi bile zulüm olarak gören, provokasyonlara karşı dikkatli, stratejik düzeyde pozitif eylemlilikle tanımlanmış aktif iman hizmetine dayalı müsbet hareket metodunu vazetmiştir. Peki, "Müsbet Hareket" tarzı nedir?

  1. Fertlerin ve grupların kendi mesleklerinin muhabbetiyle amil olmasını, başkalarının eksiklik ve hataları üzerinden bir "kimlik" tanımlaması yapmaktan sakınmalarını,

  2. Şiddete ve tarafgirliğe dayalı siyasallaşmadan kaçınmayı,

  3. Dini iltizamla siyasi iltizam arasında zorunlu bir ilişki kurmamayı,

  4. Dini siyasallaştırmamayı, "siyaset topuzu" ile "nur"u bir arada sunarak davet toplumuna dönük tebliğin tesirini kırmamayı,

  5. Neticeyi değil kavli ve fiili duaya tevessülü öncelemeyi,

  6. "En büyük hile, hilesizliktir" düsturunu şiar edinmeyi,

  7. Manevi cihad anlayışını benimsemeyi,

  8. Zulmü netice verebilecek her türlü tutum ve davranıştan sakınmayı,

  9. Hakkın hatırını her şeyden üstün tutmayı içeren, "şevk, sabır, şükür, ihlas ve uhuvvet" esaslarına dayanan,

son derece önemli bir ferdi, toplumsal ve siyasi hareket tarzıdır. Müsbet hareket yaklaşımı, dokuz cani bir masumun bulunduğu bir gemiyi batırmayı zulüm olarak değerlendirerek yaşama hakkını adalet-i mahza anlayışı içinde ele alır. "Adalet nazarında bir ile bin birdir. Hak haktır, küçüğüne büyüğüne bakılmaz." diyerek, temel hakların askıya alınmasında zaruret ilkesini bile takyid eder. "Es'ile-i Sitte," bu pozisyonun manifestosudur. Tek parti döneminde sürekli sürgün ve işkencelere maruz bırakılması, eylemli bir kalkışmaya girişmesi için tahrik edilmesine rağmen, Bediüzzaman'ın "sabrettiği," yapılanlara karşı reaktif bir tutum belirleme yerine, kendi "gündemini" icra etmeye yoğunlaştığı görülmektedir. Karanlığa küfretmek yerine bir mum yakma anlayışıdır bu. Bu yüzden, Şeyh Said hadisesini eleştirmiş, kendisine en haksız ithamları yönelten ve en ağır işkencelere tabi tutulduğu 20 aylık Afyon Hapishanesi çilesine yol açan savcıyı, küçük kızıyla birlikte yürürken gördüğünde, "beddua" etmekten dahi vazgeçmiştir. Müsbet hareket anlayışı sayesinde Bediüzzaman, durduğu zeminin hukukiliği ve meşruluğunun ortadan kaldırılmasını engellemiş, Türkiye toplumunun manevi hayatının gelişmesine büyük katkıda bulunmuştur. Bugünden o günlere baktığımızda, Bediüzzaman'a reva görülen muamelenin cebri ve keyfi karakteri tüm çıplaklığıyla açığa çıkmaktadır.


* Bu yazı ilk defa Zaman Gazetesinde yayınlanmıştır.

  06.05.2012

© 2021 karakalem.net, Ahmet Yıldız



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut