BAHARI BEKLERKEN

Nuriye Çakmak

BAZI HABER kaynaklarında felaket haritası diye bir bölüm olur. O an dünyanın herhangi bir yerinde olağanüstü bir durum yaşanıyorsa o bölge kırmızı bir işaret verir. Ve siz bölgenin üzerine tıklayıp konuyla ilgili ayrıntılara ulaşabilirsiniz. Bir dünya haritası şeklinde tasarlanmış bu ‘felaket habercisi’nin genel görünümüne baktığınızda size birçok yerinden vurulmuş, can çekişen bir beden izlenimi verir. Başına türlü belalar açtığımız, düzenini fena halde bozduğumuz yaşlı dünyamız tarihinin belki en yoğun doğa olaylarını yaşıyor. Birçok afet peş peşe geliyor ve eskisinden çok daha büyük şiddetlerle gelen bu afetlerin kimin kapısını ne zaman çalacağını hiç bilemiyoruz. Bazı bölgeler sular altındayken, kimileri dondurucu soğuklarla mücadele ediyor. Daha önce adı depremle hiç anılmayan yerlerden deprem haberleri geliyor. Direk veya dolaylı olarak yüz binlerce insanı etkileyen bu olaylara şahit olmak çok acı verici elbette. Ancak bunlar kısmen de olsa sarılabilen yaralar. Bu şekilde akan kanların sürekliliği yok. Peki ya insan eliyle gelen felaketler… Gökten çok yağmur yağdığı için sel oluşmasıyla gökten çok fazla bomba yağdığı için kan gölü oluşması aynı şey değil. Ve geçtiğimiz 2011 yılı son yüzyıllar içinde en çok felaket yaşanan yıl olsa da verilen insan kayıplarında hala nadide yerini koruyor saldırı sonucu gerçekleşenler…

Süper derin güçlerin İslam coğrafyasında ve dünyanın süper olamayan her karışında yol açtıkları felaketleri tespit edebilecek bir ölçek var mıdır acaba? Kaç şiddetinde bir yıkım yapıyorlar özgürlük dağıtmak için gittikleri yerde? Veya daha demokratik olmanın bedelini kaç baskınla ödüyorlar mazlumlar. Çığ gibi tepelerine inen dondurucu ölüm vuruşları nelere mal oluyor… Afrika’da çocuklar yağmur az yağdığı için mi ölüyor, beyaz adamların lanetinden mi… Onlar başlarına gelen en büyük felaket bu değil mi? Benim bildiğim şu, ellerinin değdiği her yerden kan damlıyor. Direk ve dolaylı olarak, bazen gayet açık bazen gayet gizli şekilde dünyanın türlü yerini kanatıyorlar. Sürekli kan damlıyor yer küreden. Bölge bölge geziyor felaket. Ama en çok İslam dünyasını seviyor.

Bu felaket haritasında henüz yer almayan birçok ülke geçtiğimiz yıl giriş yaptı listeye. Kırmızı kırmızı işaretçikler belirdi üzerlerinde. Yine İslam coğrafyasıydı kanayan. Herkes ilk anda umudunu tuttu, arkasının güzel gelmesini umdu. Tunus bir diktatörden halkın sessiz direnişiyle kurtuldu. Sonra çok daha güçlü bir sinyal geldi Nil nehrinden.. Firavunlar ülkesinden… Kan sızmaya başlamıştı çöllerden. Yıllardır içleri kan ağlıyordu, şimdi şehirleri. Çok korktuk hürriyet meydanına inen askerlerden. Halkın üzerine saldıran polislerden. Ama hürriyet, o meydanda sonsuz güzelliğini saklayan peçesini bir kez aralamıştı. Canlarını verirler artık bu sevdadan vazgeçemezlerdi. Kanlarıyla, canlarıyla devirdiler bir zalimi. Ancak hala kan sızıyor yaralarından, hala ne beklediğini bilmiyorlar kendilerini. Hala nöbet bekliyorlar. Endişeli bir bekleyiş, belki hala kanıyorlar.

Aynı zamanda kanamaya başlayan bir diğer yara, Yemen. Bir zalim diktatör daha. Yine fakir bir halk. Yine gençler en önde. Yine meydanlar en önemli günlerinde.. Sadece yürüdüler meydanlara, sadece seslendiler, öldüler, öldürüldüler.. Hala kanıyor Yemen. Hala kurtulamadı başındaki felaketten. İyi mi oldu, kötü mü oldu bilemediler, çok şey geçirdiler. Şimdi sindirildiler. Patlamamış bir bomba gibi sessizler. Her an her şey olabilir. Endişeli bir bekleyiş, en tehlikelisinden…

Kimsenin beklemediği bir yerden, Bahreyn’den gelen çığlık düşüyor sonra felaket haritasına. Meydanlarda ağaçlar olur, neden meydanlarda dizili cesetler. Neden öldü o gençler? Gençler istediklerini alabildi mi, yaşadıklarını sindirebildiler mi, bekliyorlar mı, unuttular mı. Bence hala kırmızı yanıyor ışıklar, onca acıdan sonra yine endişeli bir bekleyiş…

Libya. Ömer Muhtar’ın şanlı toprakları. Direnişin güzelliğine güzellik katan çöl. Aylarca, aylarca kanadı. Başlarındaki zalim uğruna kendi kendilerini vurdular, kendi kendilerini vursunlar diye başka zalimler tarafından ayrıca vuruldular. Kayıplar hala tam olarak ölçülemedi. Belki haritanın en uzun kanayan noktası oldular. Başlarındaki felaketten kurtuldular ancak huzuru bulamadılar. Yaralarını saramadılar. Hiçbir şeyin belli olmadığı tehlikeli suskunluklar…

İsyan yılı dedikleri yılın ilk günleri kocaman bir leke daha düştü haritanın üzerine. Kanayan onca Arap ülkesine eklenmişti Suriye. Belki kimse olayın bu şekilde seyredeceğini düşünmüyordu. Kimse bu kadarını beklemiyordu. Aradan koca bir yıl geçti ve diğer ülkelerin tümünden daha çok kanadı Suriye. En sürekli kanayan, en çok kanayan, en yalnız kanayan o oldu. Ve yazık ki bu satırlar yazılırken hala kanamaya devam ediyor. Korkunç haberler, görüntüler geliyor. Hiçbir zalimin direnemediği kadar direniyor ülkelerini emanet ettikleri. İsrail’in öldürdüğü Müslüman sayısıyla kıyaslanıyor çoluk çocuk katlettikleri. Bir yıldır bahar Suriye’ye hiç gelmedi. Bütün mevsimler kan mevsimleri.

Arap baharı. Bu ismi bu yaşananlara kim verdi? Tam bir yıldır yüreğimin hangi yarasını sarayım bilemiyorum. Aynı anda onca kanadı ki ümmetim. Henüz hiçbirine bahar geldiğini görmedim ben. Ben mi kötümserim? Bu nasıl bir bahar, hani yağmurlar? Yüzünü gösterecek güneş hani? Ben yeşil göremiyorum, gözlerimi boyayan kırmızıdan…

Bu bir kış olmalı. Bu Arap kışı olmalı. Kasırga gibi savurdu attı. Aradan geçen bir yıla rağmen tek bir tanesinde bile bahar göremiyorum. Başlarındaki zalimlerden kurtulmalarını bile kutlayamayan yaralı insanlar görüyorum. Hala soğuk esiyor rüzgarlar benim için. Ben buna Arap kışı diyorum. Eğer direnmeye devam ederlerse, eğer dualarımız tesir ederse, eğer layık olabilirsek, eğer vakti geldiyse, eğer dolduysa vadeleri zalimlerin.. Gelecek olan şeyin adı bahardır elbet. Şimdi bekliyoruz, kimi yerde korkuyla, kimi yerde kargaşayla, kimi yerde durmaksızın akan kanla, baharı bekliyoruz. Yaşadığımız şeyin adı değil bahar, o bizim beklediğimiz. Uğruna canımızı verdiğimiz, ama henüz kendisini göremediğimiz.

Geçen yılın ismi isyan yılı oldu. Sevgili Arap kardeşlerimin yaşadıklarının ismi ise bahar. Arap ve bahar kelimesini yan yana görmek en büyük duamız. Suriye gülmeden, Yemen sevinemeden, Ürdün özgürleşemeden, Mısır’da saflar belirmeden.. Akan bunca kana rağmen… Bahardan bahsetmek ne zor oysa.

Sadece kendi koltuğu için kendi gençlerini kendi askerlerine vurduran zalimler var bu dünyada. Tek başlarına doğal afetleri geride bırakan… Kundakta bebekleri, evlerinde uyuyan çocukları, annelerini aynı anda öldüren, babalarının ve ağabeylerinin peşinden. Onlar düşman değil, bu yaşanan savaş değil. Onların ismi ‘isyancı’. Onlar haksızlığa, ezilmişliğe, fakirliğe, zulme, kukla iktidarlara, katil ve soyguncu diktatörlere isyan ettikleri için suçlular. Onlar muhalif. Zalime muhalefet etme onuruna sahip olmaya çalışıyorlar. Geleceklerini bu kanlı katillerden kurtarmaya çalışıyorlar.. Kim bilir kaç yıldır bahar görmedi onlar.

Gençler gökyüzüne uzattıkları yumruklarını sımsıkı tutuyor. Yorgun ayaklarını meydanlara sabitliyor. Yıllarca içlerine sustukları seslerini haykırıyor. Onlar kendi ülkelerinde giydirildikleri esaret zincirlerinden kurtulmak için çabalıyor..

Dilerim Allah onlara baharı bedelsiz versin.. Bu kadar kıştan sonra bahar kendiliğinden gelsin. Senden başka kimsemiz yok diyerek meydanları inleten Suriyeli gençlerin okuduğu Nasr surelerine melekler eşlik etsin. İnşallah bu kara kışın ardından gerçekten Arap Baharı gelsin… Ümmet haritasının kırmızı felaket işaretçiklerinden en kısa zamanda yeni bir doğuş gerçekleşsin. Dilerim..

  19.03.2012

© 2021 karakalem.net, Nuriye Çakmak



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut