Alemde her şey değerlidir, aşk da…

Mona İslam

AĞABEYLERİMİZ HOŞ görsünler, bazen aşk ile ilgili tekellüflü tevillere giriyorlar. Hani Üstad bir yerde Üstadım dediği İmam Rabbani’ye böyle bir eleştiride bulunur ya. Fakir de kendilerinden çok şey öğrendiği büyüklerine böyle bir eleştiri sunar.

“Peygambere aşk izafe edilemez” diyorlar ya, aşkı sakil görüyorlar, peygambere yakıştırmıyorlar. Aslında peygamberi kusurlu gördükleri bir halden tenzih etmek tüm dertleri, niyetleri. İyi niyetliler. Müminin niyeti amelinden hayırlıdır, iyi ki öyle.

Fütuhat müellifi tenzih meselesini anlatırken, insanların Allah’ı da kimi kötü gördükleri vasıflardan tenzih ettiklerini, oysa o vasıfların Allah’ın isimleri olduğunu izah eder. Onlara göre “Haşa Allah kimseyi saptırmaz, insan kendi sapar” burada saptırma fiilini Allah’tan tenzih ederken birşeyleri vahdetin dışında da bırakmış olurlar. Oysa her fiilin sahibi Allah’tır. Biz gece gündüz “La havle ve la kuvvete illa billah” derken “La faile illallah” demiş oluruz. Öyleyse, Saptırmayı, Alçaltmayı, Kahretmeyi, İntikam Alma’yı, Tuzak kurma’yı Allah’tan tenzih edemeyiz. En hafifi edebe mugayyir davranmış oluruz.

Aynısı Peygamberimiz için de geçerlidir. Bu isimlerin tümünün azam derecede tecelli ettiği tecelligahtır Peygamber. Öyle ise onda ism-i Vedud’un tecelli etmediği düşünülebilir mi? Bilakis onda ism-i Vedud en aşık adamdan daha fazla tecelli etmiştir, tecelli-i azam sahibi olmak bu demektir.

Peki Peygamberi neden Mecnun gibi göremeyiz? Biz alıştık, aşık diye Mecnun’a deriz.

Aşkın Mecnun’da ziyadesiyle görünmesi tecellisinin Peygamber’den fazla olmasından değil, onda diğer isimlerin zayıf kalmasındandır. Bir isim öne çıkmış, hükmü eline almış. Denge bozulmuş.

Efendimiz’e aşkı yakıştırmazsak onun HZ. Aişe validemize “Kördüğüm gibi” olan sevgisini nasıl izah edeceğiz? Bunun için Arapça’nın zenginliğinden faydalanalım, meveddet diyelim, muhabbet diyelim, ama aşk demeyelim. Neden? Oysa onda hem meveddet var, hem muhabbet var hem aşk var, olmaması düşünülemez. Ancak biz aşkı çok bayağı buluyoruz, arızalı buluyoruz, genellikle toplumda sapma içeren hadiselere aşk diyoruz. Bizim tarifimiz yanlış, peygamberi aşktan tenzih etmeyi bırakıp dilimizi kavramlarımızı temizlesek, yeniden düzenlesek daha iyi olacak.

Biz mukabele istemeyi nakıs buluyoruz, oysa aşk mukabele istiyor ama Allah da birçok ismi ile mukabele istiyor. Şimdi bu denklemde mukabele istemeye nakıslık izafe edersek bir sürü ismin karşılıklılık gerektirmesini nereye sığdıracağız.

Peygamberilerin hayatlarına baktığımızda Hz. Musa’da Mütekellim isminin zuhuru ağır bastığından olsa gerek, Beni İsrail’i dahi ona “Hadi git Rabbi’ne sor” diye her ayrıntı meselede Rabbi ile konuşmaya sevkettiğini görüyoruz. Tuva Vadisi’nde kutlu ateşi gördüğünde, Rabbi ile mukalemesinde tefsirler onun sözü uzattığını bunu Allah ile konuşmaktan çok haz alışından ötürü yaptığını söylüyorlar.(Bu değneğimdir, ona dayanırım ila ahir…) Anlaşılan o ki Hz. Musa’da diğer isimler olmakla beraber Mütekellim ismi galiptir. Bu sebeple Kuran dahi en ziyade Musa’nın adını anar. En çok ondan bahseder. Musa konuşandır, konuşulandır, Musa kelamdır.

Hz. İsa’ya gelince onda kudretin egemenliğini görürüz. İsm-i Kadir öylesine galiptir ki hayatı baştan sona mucizelerle doludur. Bu sebeple insanlar onun insan olup olmadığından dahi şüpheye düşmüşlerdir.Onda denge Kadir ismine doğru kaymıştır.

Alemde ne zaman bir isim diğerlerinin önüne geçse, diğer isimlerin hükmünü iptal edecek, ya da zayıflatacak denli hareket etse, bir olağanüstü olay vuku bulur. Bu bazen cemali olur adına mucize denir, bazen de celali olur adına felaket denir. Alemde tüm isimlerin dengede olduğu duruma “normal hayat” diyoruz.

Efendimiz bu “normal hayat” a benzer. Onda tüm isimler vardır. Fakat ne denli şiddetle zuhur ederlerse etsinler, bir diğer isimle dengelendiklerinden olsa gerek, görünmezler.Efendimiz beyaza benzer, onda tüm renkler vardır, dengeli karıştıklarından görünmezler. Bu Allah’ın şiddeti zuhurundan gizlenmiş ismini hatırlatır. Efendimiz bu ismin de tecelligahıdır.Tam da bu yüzden bizim aklımıza sıdk deyince Hz. Ebu bekir, adalet deyince Hz. Ömeri edep deyince HZ. Osman, ilim deyince HZ. Ali gelir. Bu isimler bu sıfatlara doğru teraziyi eğmişlerdir de ondan. Oysa Sıdk Ebu bekirden evvel Efendimiz’in vasfıdır, Ebubekir sıdkın kapısı ise Efendimiz sıdk şehridir, adalet Ömer’den önce Efendimiz’e aittir, Ömer adalet şehrinin kapısı ise Efendimiz şehridir. Edep de ilim de hakikatinde ve azam derecesinde Ona aittir. Aşıkların piri mevlana deriz, ama Mevlana aşk şehrinin ancak kapısı olabilir, o şehir Efendimiz’dir. Adı sıdk, adalet, edep, ilim, aşk olan bu şehrin Padişahı ise Allah’tır.

Ayrıca bu isimlerin bu vasıfları asla Efendimizin o vasfa sahip oluşu ile aşık atamaz. Ancak onunki şiddeti zuhurundan gizlenmiştir.

Meselemize aşkla girdik, zira onun hakkında çok konuşuluyor, bir cevap vermek istedik. Ancak bilinmeli ki bu tüm duygular, tüm tecelliler, tüm haller için böyledir.

Efendimiz rahmet peygamberidir, evet, ama hafız-ı Kuran olan yetmiş sahabe katledildiğinde günlerce beddua etmiştir. O affedicidir ama bazı İslam düşmanlarının kellesini de istemiştir. O mecbur kalmadıkça zırhını giymemiştir ama gerekince savaşmıştır. Güzel elbiseyi sevmiş ama onunla kendisini güzelleştiren Allah’a hamdetmiştir. Her şeyin hayra ve şerre bakan yüzünü görmüş, her şeyin hayrını dilemiştir.

O Hira’ya çekilse de, çarşı pazarda dolaşmıştır da, o kimsenin bilmediklerini bilse de, insanlar arasında farkedilmemiştir de. O gecelerini ibadete ayırsa da evlenmiştir. Onun birçok eşi olsa da ömrünün sonuna dek “La illa Hatice” demiştir. Dileyen dilediği kelimeyi atfetsin, ama birine “seni kördüğüm gibi seviyorum” demek de ömrünün sonuna kadar birini anmak, tüm akrabalarına arkadaşlarına hizmetçilerine hürmet ve muhabbet göstermek aşktır. Ancak aşk onu başka vazifelerinden alıkoymamış, ona hükmetmemiş, onda gerektiği kadar gerektiği yerde tecelli etmiştir.

Biz sevgilisine iltifat etmek için güneşi küstüren aşıklara alışkın olduğumuzdan onu anlamıyoruz. Biz hep sahtesi ile yahut başka maddelerle karışmış hali ile aşka muhatap olduğumuzdan saf altın halini tanımıyoruz.

İbnül Arabi tüm seyr-i sülukunu bir tek cümlede özetlemek gerekse şöyle der “Alemde herşey değerlidir” Bilindiği gibi sufiler alemi hem kainat hem insan manasında kullanırlar. Ne kainatta ne insanda manasız, değersiz hiçbir hal, hiçbir duygu yoktur. Mesele onları birbirleriyle dengelemektir. Bu da içinde herşeyi bulunduran ama onları dengeyle taşıyan Efendimiz’e ittiba ile olur.

  05.03.2012

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut