Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer Bey’e Açık Mektup

Öznur Çolakoğlu Cam

YILLARDIR EĞİTİM-ÖĞRETİM camiasında yer alan bir eğitmen olarak eğitim-öğretim sistemimizdeki yanlışları, çıkış yollarını dilimin döndüğü, kalemimim yettiği ölçüde yazdım. Umarım doğru yerlere ulaşır ve bir faydası olur…

Bir gün yavru deve annesine sormuş :

- Anne bizim kirpiklerimiz neden böyle uzun?

- Çöl ortamındaki kum fırtınalarından gözlerimizi koruyabilmek için..

- Peki anne, bizim neden hörgüçlerimiz var?

- Çöl ortamındaki susuzluğa ancak hörgüçlerimiz ile dayanabiliriz de ondan..

- Pekiiii, bizim toynaklarımız niye bu kadar geniş?"

- "Çölde yürürken ayaklarımız kuma batmasın diye..

Yavru deve, düşünmüş düşünmüş.. Annesinin verdiği yanıtları da düşünmüş ve çaresizce başını kaldırıp annesine tekrar sormuş:

- Peki anne, o halde bizim Atatürk Orman Çiftliği’nde ne işimiz var?

Çölün tüm şartları düşünülerek var edilmiş bir canlı türünün, bu özelliklerinin hiçbirini kullanamadığı bir çiftlikte ne işi vardır gerçekten? Bu sorunun yanıtı için çevremizdeki insanlara biraz kulak vermemiz gerek.

Yaşadığım bölgedeki tanıdık bir diş hekimine kontrol için gittim. Muayeneden sonra reçete yazmak için masasına geçti. Masasının üzerindeki ev çizimlerinin krokileri dikkatimi çekti. Dayanamayıp sordum

- Ooo, çizimler harika.. Mimarlığa merağın var galiba.

- Sorma, mimarlık içimde bir uhde olarak kaldı. Hep mimar olmak istedim. İlkokuldan beri resimim, tasarımım ve teknik çizimlerim iyiydi. Sonra sınav puanım geldi. Ne olayım, ne yapayım diye düşünürken kendimi Diş Hekimliği fakültesinde buldum.

- Yapma ya, üzüldüm.

- Diş hekimliğini sevmiyorum, kapalı ortamda çalışmak bana göre değil. Tasarımla ilgili işleri seviyorum. Bende kolayını buldum. Şimdi gece boyu çizimler yapıyorum. Tasarımlarımı beğenen bir inşaat mühendisi ile binalar yapıyoruz.

Konuşma devam ederken, düşündüm “bu kişi gerçekten mimarlık konusunda kabiliyetli ve istekli. Keşke enerjisini iki iş için bölüştürmek zorunda kalmasaydı. Mimarlık alanında çok daha iyi bir konumda olabilirdi.

Başka bir dost sohbetinde bir öğretmen arkadaşla konuşuyorduk. Biri lafa başladı:

- Aslında ben eğitim fakültesinde okurken, 2.sınıfta aileme dedim ki, ben kaydımı dondurup tekrar sınava gireceğim. Boğaziçi Sosyoloji bölümünü kazanacağım. Ama tabii ki, ailem istemedi.

- Ben de aslında psikoloji okumak istiyordum. Hatta lisede ve tüm öğrenim hayatım boyunca sözel derslerim hep çok iyi idi. Ama babam tutturdu fen okuyacaksın diye. Yaz okuluna gidip fen notlarımı düzelttim ve lisede zorla sayısal okudum.

- Yapma ya?!!

- Yaaa, artı onunla da bitmedi. Birde üstüne fizik okudum. 4 yılda Fen Edebiyat Fakültesinde zorla Fizik okuduktan sonra, sınıf öğretmeni olarak atandım. Nerden nereye?

- Ooo seninde hikayende ilginçmiş doğrusu.

- Eee, burası Türkiye..

Evet burası Türkiye gerçekten ve bana göre dünyanın en güzel ülkesi. Dünyanın en güzel insanlarının toprağı. Hal böyle iken, güzel ülkem Türkiye, neden özelliklerinin hiçbirini kullanamayan develerin, aslanların, ineklerin… barındığı sadece göstermelik bir Orman Çiftliğine dönsün ki?

Eğer bu kişi ve kişiler daha ilkokuldan itibaren doğru bir yönlendirmeye tabii tutulsalar ve öğretmenler, idariceler öğrencilerin takibini iyi yaparak velileri de çocukları konusunda bilgilendirse güzel olmaz mı?

Sorun sadece yönlendirme konusundaki sıkıntılardan kaynaklanmıyor muhakkak. Özellikle 1997 yılında 4306 Sayılı Kanun ile sekiz yıllık kesintisiz eğitime geçilmesiyle birlikte Türk Eğitim Sistemindeki sancılar birden bine, oradan da milyonlara çıktı. 97 yılının siyasi bir kararı olarak, sözde hedef İmam Hatip Liselerinin orta öğretim kısmını kapatmaktı. Oysa sadece İmam Hatiplerin orta öğretim kısmı değil, tüm meslek okullarının orta kısımları kapatıldı. Tüm ortaokullar ilköğretim okulu adı altında birleştirildi.

Mağdur edilmek istenen sadece belli bir kesim değil, tüm Türk gençliği idi. Hedef az bir çoğunluk değil, geleceği şekillendirecek tüm gençlikti. Alınan karar hiçte masum değildi ve beraberinde bir sürü sorunu getirdi.

Bunlardan ilki, eğitim – öğretimin en kritik hedeflerinden biri olan, çocuğu kabiliyetleri doğrultusunda yönlendirmedir. Eğitimde her davranışın kazandırılacağı kritik dönemler vardır. Bu dönemi kaçırırsanız ruhsal açıdan sıkıntılı bir dönem başlar.

İlkokul çağındaki çocuğunda, öğretmen gibi eğitimli bir yetişkin tarafından kabiliyetlerinin keşfedilmesi gerekir. Hemen hemen sınıf öğretmenliği branşında hizmet veren her öğretmen ilk üç – dört yıl içerisinde çocuktaki potansiyeli fark eder ve çocuktan ne olabileceği konusunda bir fikir sahibidir. Bu doğrultuda öğrencisini ve velisini bir meslek eğitimi ya da akademik bir eğitim alması konusunda yönlendirebilir.

Oysa farklı konularda kabiliyetleri olan çocukları sekiz yıl aynı ortam ve mekânda kısıtlamak hem öğrenciye, hem okula, hem öğretmene, hem de topluma çok büyük zarar vermektedir. Bu sekiz yıllık kesintisiz eğitim; develeri, kuşları, inekleri, aslanları, tavşanları.. hepsini bir kafese tıkıştırmaya benziyor. Ayrım gözetmeksizin, tüm hayvanlardan, yumurtlamasını, süt vermesini, avlanmasını vs. bekliyoruz. Hal böyle olunca aslanlar kuşları yiyor, tavşanlar seslerini çıkaramıyor, bekçiler isyan ediyor haliyle..

8 yıllık kesintisiz eğitim ile marangozluk, oymacılık, vida sıkma, kesme, yapıştırma, takla atma, top oynama gibi zihinsel kabiliyetten çok fiziksel beceri ya da el becerisi gerektiren işlerde daha rahat başarı gösterebilecek bir çocuk, 11 yaşında 5.sınıfı bitiren bir öğrenci, henüz ergenliğe girmemiştir. Halen anne ve babasının sözündedir. Büyüklerinin onu yönlendirmesinden şikâyetçi değildir. Benliğini yeni yeni keşfetmektedir, başarıya halen açtır, başarılı olacağı bir alana yönlendirilmeye açıktır.

Oysa 8.sınıftan mezun olurken 14 yaşındadır ve artık yetişkin olmuştur. 8 yıl boyunca istemese de orada bulunmuştur, sevmediği halde akademik bir eğitim almaya zorlanmıştır. 8 yıl boyunca sokaklarda gezmeye, ders yapıyorum adı altında internette gezmeye, ailesinin parasını harcamaya, hazırı tüketmeye alışmıştır. Bundan sonra ergen bir birey olarak, liseyi kazanmasa dahi, meslek lisesine çok yanaşmaz, yönlendirilmekten hoşlanmaz. Yönlendirme için kritik dönem kaçırılmış olur.

Diyelim ki, anaokulu eğitimi almış Ali isimli bir öğrenci birinci sınıfa başladı. Komşu oğlu Hasan ile aynı sınıfa düştü. Ali akademik olarak üstün bir başarıya sahip çabucak okumaya geçti. Matematik ona bulmaca gibi geldi. Resim dersini pek sevmese de kurallara uygun bir şeyler çizdi boyadı. Beden eğitiminde sınıfta nöbetçi kalmayı tercih etti.

Hasan okumayı zor söktü ama okudu. Okul hayatı boyunca matematiği pek sevmedi. Resim, iş eğitimi gibi derslerde malzemelerini her zaman eksiksiz getirdi, çok güzel çalışmalar üretti. Tahta kesmeyi, yapıştırmayı çok sevdi. Fakat sekiz yıl boyunca sadece bunu iyi başarıyor olması onu istenmeyen bir öğrenci yaptı. Zira diğer dersleri kötüydü, derslerde sorun çıkarıyordu. Hasan işe yaramazdı.

Akademik olarak kabiliyetleri olmayan Hasan 4. ya da 5.sınıftan sonra ergenliğinde verdiği fırtınalarla kendini iyice işe yaramaz hissetti. Teknoloji tasarım dersi gibi el becerisine dayalı derslerde de artık başarı göstermek istemiyordu. Çünkü sekiz yıl boyunca ona özel kabiliyetlerini uygun alanlarda kullanma fırsatı bulamamıştı. Onun yerine matematik dersinde sırayı kazıdı, arkadaşını rahatsız etti. Öğretmen uyarınca da ona karşı geldi. Hasan 14-15 yaşına geldiğinde artık işe yaramaz, sokaklarda gezen biri olup çıkmıştı.

Oysa 5.sınıftan mezun olurken onu keşfeden sınıf ve branş öğretmenlerinin referansı ile Hasan kabiliyetleri doğrultusunda bir meslek okuluna gidebilirdi. Başardıkça, kendi kabiliyetleri doğrultusunda bir yerde oldukça Hasan her gün motive olup, kabiliyetini daha küçük yaşlardan itibaren geliştirerek iyi ve uyumlu bir birey olarak topluma faydalı bir meslek sahibi olabilirdi.

8 yıllık kesintisiz eğitim hem bireysel faklılıkları, hem de toplumun her alandaki ihtiyaçlarını hiçe saymaktadır. Farklı kabiliyet ve isnatlarla donatılmış bireylerin hepsini aynı kategoriye koyarak, sözüm ona hepsinden bilim adamı üretmeyi hedeflemektedir. Lakin gerçekler hiçte böyle değildir. Bugün gelinen noktada fabrikalardaki ara eleman açığı, işe yarar, topluma ve ailesine duyarlı insan evladı açığı gün geçtikçe büyümektedir.

Sokaklar, caddeler, her yanımız 8 yıl boyunca her şeyden az çok haberdar olan ama hiç bir konuda gerçekten uzmanlaşamamış, hazırdan tüketen genç bireylerle doludur. Yeni nesil her şeyden çakan ama hiçbir şeyin ustası olmayan bir nesildir. Oysa ilköğretim 4 ya da 5 yılla sınırlandırılmalı. Sonrasında yönlendirme olmalıdır. Hem böylece ortaokula geçen öğrenciler bir nebze olsun ayrılmış, seçilmiş, elenmiş olur. Ortaokulda gerçekten konuları anlayan, soyut düşünme yeteneği gelişmiş çocuklar geçer. Alınacak akademik eğitimin de, öğrencinin de ve sınıf seviyelerinin de kalitesi artar.

Doğan her bireyin mühendis, doktor, öğretmen olmasını beklemek saçmalıktır. Toplumun bilim insanlarına olduğu kadar, vasıfsız elemana da, tornacıya da, işçiye de, sıvacıya da, her meslekten insana ihtiyacı vardır.

8 yıllık kesintisiz eğitim, sadece öğrenciyi yönlendirmede değil, daha bir çok anlamda eğitim-öğretime sıkıntı vermektedir. Henüz süt dişleri dökülmemiş küçücük öğrenciler ile ergenlik fırtınaları başında har vurup harman savuran yeni yetme bir gencin aynı ortamı paylaşması çok büyük tehlikeleri de beraberinde getirmiştir.

Bu sıkıntılardan bir tanesi öğretmen bir arkadaştan dinleyelim:

“1. sınıf okuturken öğrencilerim yeni yeni okumaya geçiyorlardı. Bir gün öğrencimin biri güzel ve masum simasıyla gelip:

- Öğretmenim, o….çocuğu ne demek?.. diye sordu. Şaşkınlıktan ne diyeceğimi şaşırmış bir halde kekeleyerek sordum..

- Ee, şey kötü bir şey demek, sen nereden duydun bunu?

- Tuvalete girdim öğretmenim, kapının arkasında yazıyordu..

- ????!!!!!

Arkadaş ne diyeceğini bilememiş ve çok üzülmüş.”

Aralarında 8 yıl fark bulunan bireylerin istekleri, ihtiyaçları, bakışları, konuşmaları, tarzları, giyimleri, yaşam sitilleri tamamen birbirinden farklıdır. Bu birbirinden tamamen farklı iki grubu aynı ortamda bulundurunca, büyük çocukların küçük çocuklar üzerinde baskı ve korku otoritesi kurduğunu, hatta zaman zaman ne yazık ki, çocuk istimrarcılığına dahi kalkıştıklarını duyuyoruz.

Ergenlikten ötürü, agresif tavırlar sergileyebilen 6.7. ve 8.sınıf öğrencileri küçük sınıflara gerek giyimleriyle, gerekse davranışları ile çok kötü örnek olmaktadırlar. Lavaboların boyları dahi sorun teşkil etmektedir. 5.sınıftan sonra yeni bir ortama ve yeni bir mekâna geçme şansı olmayan öğrenciler mevcut kötü davranışlarını devam ettirerek “tanındıkları” gibi öğrencilik etmeye devam etmektedir. Yeni bir ortama geçince değişebileceğini, farklı olacağını düşünen birey aynı mekânda devam ettikçe buna gerek duymamaktır.

Eskilerin dediği gibi, tebdili mekânda ferahlık vardır. Oysa bu şartlarda hep aynı mekân 8 yıl boyunca öğrenciye değişme şansı da vermemektedir. İlkokul öğretmeni eğer çocuğu başarısız olarak damgaladıysa, branş öğretmenine verdiği referans ta bu yönde olmaktadır. Kimliğinin iyice şekillendiği 11 ve 14 yaş dönemini de bu damga ile geçiren çocuk, kritik dönemde değişme şansını da yitirmiş oluyor.

Mevcut eğitim sisteminde sekiz yılın ilk beş yıllık eğitimi tek bir öğretmen tarafından verilmektedir. Bu durumun sınıf öğretmenleri açısından da sakıncaları vardır. 1.sınıftaki konu içeriği ile 5.sınıftaki konu içeriği birbirinden hayli uzaktır. 1. 2. ve 3.sınıfın konuları genel hayat kazanımları, temel okuma-yazma ve matematik becerilerini içermektedir. Oysa 4. ve 5.sınıfta konular birden yoğunlaşmaktadır. İçerik ve dersin işlenişi birden artmaktadır. 5.sınıfı okutup tekrar 1.sınıfa dönen bir öğretmen yeniden 7 yaşındaki küçük çocuklara ve konulara adapte olmakta zorlanmaktadır. 3.sınıftan 4’e geçen öğretmen ve öğrenciler içinde aynı durum söz konusudur.

İkili öğretimin yapıldığı okullarda ise,

İkili (sabahçı – öğlenci) eğitim-öğretim uygulanan okullarda ise, bu farklı iki yaş grubunu birbirinden ayırmak için 1.2.3.ve 4. sınıflar genel olarak öğlenci ; 5.6.7.ve 8.sınıflar ise sabahçı oluyor. Bu durumda ise aynı ortamı sabahtan üst sınıfların, öğleden sonra küçük sınıfların kullanması yine sorunları beraberinde getiriyor. Daha ziyade akademik başarısı yüksek öğrencilerden oluşması gereken üst sınıflarda böyle bir seçim olmadığı için sınıf içerisindeki davranış sorunu oluşturan öğrenciler öğleden sonra yaşça daha küçük öğrencilerin yapmış olduğu çalışmaları yırtıp, karalayıp, üzerlerine olmadık yazılar yazarak zarar verebiliyorlar.

Yine ikili öğretim yapılan okullarda sınıf öğretmenlerinin sürekli öğlenci olmaya mahkum olması, sınıf öğretmenlerinin kendisini geliştirmesindeki en büyük engel olarak karşımıza çıkıyor. Öğrenciler açısından da durum aynı. Zihinlerin uykudan uyandığı, dinlendiği, günün en verimli sabah vaktini, televizyon karşısında ya da dışarıda oynayarak geçiren öğrenciler, okula yorgun ya da dalgın olarak geliyorlar.

Bir mum yakalım..

“Karanlığa söveceğine kalk bir mum yak” demiş Konfüçyüs. Aynen öyle de eğitim-öğretimdeki bunca sıkıntı, sorunu ortaya koyduktan sonra biraz da çözümü için neler yapılabilir onlar hakkında konuşmak gerek.

Öncelikle “8 yıl kesintisiz eğitim” değil, “9 yıl kesintili eğitim” olmalı hedef. 9 yıl kesintili eğitimi ise 3+3+3 olarak ele alalım. Bu eğitim modelinde her kademedeki eğitim farklı bir binada yapılmaktadır. İlk üç yıllık eğitimi; “Ana ve Temel Eğitim” , ikinci üç yıllık eğitimi; “Tanıma ve Yönlendirme Eğitimi” , son üç yıllık eğitimi ise; “Temel Mesleki Eğitim” olarak adlandırabiliriz. Şimdi bunlardan ilki olan “Ana ve Temel Eğitim” ile başlayalım.

1. Ana ve Temel Eğitim

Bu eğitim basamağı 6-9 yaş çocuklarını kapsar. Çocuk 6 yaşında “Ana ve Temel Eğitim Okuluna” başlar. Bu ilk üç yılda öğrencilerin iyi birey olması için davranışları üzerinde durulur. Sorumluluk alma, paylaşım, çevre-sınıf-beden temizliği, dürüstlük, çevreye ve sorunlara karşı duyarlı birey olma, öfke kontrolü, yardım severlik gibi insanı insan yapan erdemlerin kazandırıldığı ilk üç yıllık eğitimin ilk iki yılında öğrenciler sürekli faaliyet halindedir.

Her öğrencinin sorumluluğunu aldığı bir bitkisi olabilir sınıfta ya da uygun ortam varsa bahçede. Her öğrencinin bakımını üstlendiği bir hayvan olabilir, sınıfta evde ya da okulun bahçesinde, okulda bunun için tahsis edilmiş uygun ortamlarda, çocuklara sorumluluk davranışı kazandırılabilir.

Yine, sık sık yapılacak çevre gezileri ile, çevreye karşı duyarlılık kazandırılabilir. Çöplerini güzel toplayana, çöpleri geri dönüşüme uygun olarak ayrıştıranlara, verilen çevre görevinin en güzel şekilde yapanlara dereceli puanlama ölçeği kullanılarak puanlar verilerek ilk iki yıl çocuklara, sadece davranışlarına göre karne verilebilir. İlk iki yıldaki eğitim okuldan ziyade, dışarıda, bahçede ve sosyal faaliyetler, sosyal ortamlara düzenlenen geziler, projeler ile tamamlanacak iki yıl olmalıdır.

İlk iki yıl içerisinde çocukların seviyelerine uygun olarak çocuk istimrarcılarına karşı kendilerini korumaları ve ne yapmaları gerektiği konusunda bilgiler verilmelidir. Yine bu yıllar içerisinde çocukların “çocuk hakları evrensel beyannamesini” öğrenmeleri sağlanabilir. Her bir maddeye, uygun bir oyun sergilenerek drama ettirilebilir. Böylece çocuklar daha ilk yıllarda kendi hak ve sorumluluklarını yaşayarak, canlandırarak öğrenme şansına ulaşacaklardır.

3.yıl çocuklara yine bir üst düzey davranışlar ve en temel bazda güzel okuma-yazma becerisi ile en temel bazda matematik becerileri kazandırmak hedef olmalıdır. Yine davranış kazanımlarının notları karnede ağırlıklı yer tutmalıdır. Burada bir konuya daha değinmekte fayda var, ses temelli öğretim metodu doğru bir öğretim şeklidir. Fakat, çocukları el yazısına zorlamak bizim dilimiz ve yazımız için uygun değildir.

Zira, Türkçede i,ö,ü,ğ,ş,ç, gibi noktalı harfler bir hayli fazladır. Hal böyle olunca el kaldırmadan el yazısı yazan öğrenci geriye dönüp kelimenin en başından bir daha bir sürü nokta koymak zorunda kalmaktadır. Bu da seri bir yazı kazandırmadan çok, yazmayı sekteye uğratmaktadır. Yazıyı nasıl yazdığımızdan çok, ne yazdığımız; şekilden çok içerik önemli değil midir? Bunu da belirttikten sonra geçelim 2. 3 yıla..

2. Tanıma Ve Yönlendirme Eğitimi

Eğitimin ikinci basamağını oluşturan bu aşama, 9 – 12 yaş arası çocukları kapsar. “9 yıllık kesintili eğitimin” ikinci 3 yılında çocuklar, ilköğretimin temel kazanımlarını, bir üst öğrenim becerilerini geliştirebilirler. Bu ikinci 3 yıllık tanıma ve yönlendirme eğitimi-öğretiminde, öğretim daha yoğun olsa dahi, davranış eğitimleri devam eder ve karne notuna, ortalamasına diğer akademik dersler ölçüsünde etkilidir.

Bu aşamada öğrenciye okul içi sorumluluklar ve görevler verilebilir. Tam gün öğretim yapan bir okul ise yemeklerin dağıtım ve servis görevi olabilir. Yine sınıf içi temizlik görevleri, kantin görevleri verilebilecek görevler arasındadır. Bu okullarda kat görevlisi nöbetçi öğretmenler yoktur. Çünkü öğrencilere güven söz konusudur.

Mevcut sistemde öğrencinin her davranışını gözleyen bir öğretmen vardır. Bu tutum ile öğrenciye “sana güveniyorum” deyip tam tersi davranış uygulanmaktadır. Öğrenciye sen yaramazsın, sen koşarsın, sen sorun çıkartırsın bunların olmaması için benim başında bulunmam lazım mesajı verilmektedir. Oysa gerçekten sorumluluk ve davranış eğitimi almış bireylerin başında bekçi olmasına gerek yoktur.

İkinci 3 yıllık eğitimde ana hedeflerden biri de öğrencinin çeşitli ortamlar ile tanıştırılarak, kendini keşfetmesine yardımcı olmaktır. Yine uzman eğitimciler tarafından, öğrencinin kabiliyetleri keşfedilmeli, öğrenci uygun alanlara yönlendirilmelidir. İkinci 3 yıllık eğitimini tamamlayan öğrenci mezun olurken, diplomasına rehber öğretmeni tarafından gidebileceği okullar, edinebileceği meslek ile ilgili referans mektubu diplomaya iliştirilmeli ve bu evrak en az diploma notu kadar, öğrencinin gideceği okul hakkında etkili olmalıdır.

3. Temel Mesleki Eğitim

Zorunlu eğitimin son basamağı olan bu aşama 12 ila 15 yaş arası çocukları kapsar. “9 yıllık kesintili eğitimin” in son 3 yıllık bölümünde öğrenciler kabiliyetleri doğrusunda bir eğitime tabii tutulmalıdır. Zira öğrenciler artık 12 yaşındadır. 6 yaşında okula başlamış. 3 yıl davranış eğitimi ve temel öğretim aldıktan sonra, 9 yaşından 12 yaşına kadar temel Matematik, Fen, Dil Bilgisi, Sosyal Bilgiler, Trafik vb. gibi bilgilerle donanmıştır. Bu sırada rehber öğretmeni ve sınıf öğretmeni tarafından kontrollü bir şekilde farklı ortamlar ile tanıştırılmış ve öğrenci hakkında formlar doldurulmuştur. Artık öğrenci 9 yıllık kesintili eğitimin son 3 yılında kabiliyetleri doğrultusunda bir okulda eğitim görmektedir. 12 yaşından 15 yaşına kadar bu okulda eğitim – öğretimine devam edebilecektir.

Bu son üç yıllık bölümde meslek dersleri kadar, temel eğitim-öğretim becerilerini kendisini ilgilendiren yayınları takip edecek bunlardan sınava girecek, ortak sınavlarda başarılar elde etmeye çalışacaktır.

Liseye geçişten evvelki bu eğitimin son kısmının en önemli eğitim-öğretim aşamalarından biride sosyal sorumluluk projeleridir. Bu projeler sayesinde öğrenci diploma notunu arttırabilir. Mesela görme engelliler için kitap okuma, çevreyi koruma vakıflarında gönüllü çalışma, huzur evindeki yaşlılara yardım, hayvanları koruma derneğinde gönüllü çalışmaları başarı ile tamamlayıp buralardan alacağı sertifikalar ile diploma notunu arttırabilecek, kendini daha yakından tanıma şansı bulabilecektir.

Öğrenci liseye geçişte sevdiği ve sahip olmak istediği meslek için kesin kararlı ise ve notları yeterli ise, istediği uygun bir liseye kayıt yaptırabilecektir. Kayıt esnasında diploma nto kadar soysal sorumluluk projelerinden almış olduğu belge ve sertifikalarında rolü büyüktür. Böylelikle sınav ve dershanelere de gerek kalmayacaktır.

Sevdiği işi yapan, o işten para kazanan birey huzurludur. Huzurlu birey topluma ve insanlara son derece faydalıdır.

Son olarak,

Milli eğitim-öğretim sistemimizde tek düzelmesi gerekenler; sınıflar, sistem, fiziksel ortamlar vs. değil muhakkak. Eğitim – öğretimin tamamen ücretsiz yapılması da hem okulları, hem öğretmenleri, hem de idarecileri zor durumda bırakmaktadır. Öğretmenler zaman zaman son derece soğuk sınıflarda ders yapmaktadır, zaman zaman etkinlikler için malzeme sıkıntısı çekmektedir.

Bugün artık günümüzde, kalkınan bir Türkiye Ekonomisi ile artık hemen hemen herkesin cep telefonu varsa, kendi evladının iyi bir eğitim-öğretim alabilmesi için ayıracağı bütçesinin de olması gerekir. Böylelikle eğitim devletin üzerinde büyük bir kambur olmaktan kurtulur ve çok daha çabuk atağa geçebilir. Ulusal standartlar çok daha çabuk yakalanabilir.

Eğitim – öğretim gibi son derece önemli bir konuda velinin de elini, taşın altına koyması velininde işi daha çok sahiplenmesine sebep olacaktır. Bu noktada velilerden bölgelere göre belirlenecek bir ücret resmi olarak talep edilebilir. Toplanan bu paralar ile her okula sanat atölyesi, bilim atölyesi, bitki atölyesi, beden atölyesi, matematik atölyesi gibi farklı zeka türlerine hitap edecek atölyeler tahsis edilebilir.

Tabii ki fiziki şartların ve ortamın olumsuzluğu kadar öğretmen camiasında da ne yazık ki, olumsuz örneklere rastlamak mümkündür. O yüzden, öğretmenlere de değinmeden geçemeyeceğim. O halde, çuvaldızı birazda öğretmenlere batırmakta fayda var. Zira nice öğretmenler var ki, öğrencilere ceza adı altına cinsel ve kişisel özelliklerini rencide edici davranışlarda bulunabiliyorlar. Bazıları halen daha öğrencilere şiddet uygulayabiliyorlar. Bazı öğretmenlerde ise ciddi manada akıl ve ruh sağlıklarının sıkıntıda olduğunu görebiliyorsunuz.

Ama ne yazık ki, bu öğretmenler devletin memuru yani kadrolu elemanları oldukları için her ne kadar şikâyette alsalar, ceza almıyorlar. Genel olarak; “Ben kadroluyum abi! Kimse bana bir şey yapamaz!” anlayışı hakim. Adamlar sanki devlet memuru değil, Süpermen gibiler. Haksızda sayılmazlar, çünkü gerçekten resmi olarak kanıtlanabilecek hırsızlık, yüz kızartıcı şuç işlemedikleri sürece görevden alınmıyorlar. Sadece okulları değişiyor o kadar.

Oysa değişmeyen bir gerçek var. Her ne kadar böylelerinin okulları da değişse, gittikleri yerlerdeki çocuklarda bu ülkenin çocukları, bu ülkenin geleceği ve bu durum hiç değişmiyor.

Bir öğretmen arkadaş tanımıştım, çocuklara sırtlarındaki okul çantaları ile vuruyor ve yere düşürüyordu. Ciddi manada, hem ruhen hem aklen rahatsızdı. Öğrencilerine tükürüyordu, çocuklar da ona aynı şekilde davranıyorlardı. Sanki lamalar toplanmış, tükürme eğitimi alıyorlar. Bu arkadaş hakkında kaç kez müdürle görüştüm. “Hocam yazı yazalım, bu bayanı geri hizmete, memurlağa vs. alsınlar, yazık bu çocuklar bizim çocuklarımız..” aldığım yanıt hep aynı, “yazı da yazsak bir şey değişmez hocam.”

Ve ne yazık bu bayan, bizim okuldan başka bir okula tayin edildi gerçekten de bir şey değişmedi. Hiç mi iyi şeyler yok, var muhakkak. Gerçekten pırıl pırıl çalışan öğrencileri için uğraşan, sınıfın kapısını kapadıktan sonra yan gelip oturmayan, uğraşan didinen arkadaşlar da var ama böyle kötü örnekler de var. O halde ne yapmalı?

Kanaatimce devlet kademelerinde 657 devlet memurluğu, kadroluluğu diye bir durum olmamalı, 55’ini geçen öğretmenler emekli edilmeli. Kadrolu öğretmen yerine sözleşmeli öğretmenlik yaygınlaştırılmalı, her sene öğretmen performansını değerlendirme anketleri düzenlenmeli. Her öğretmenin kullanıcı adı ve şifresi ile giriş yapabileceği bir sitede veriler toplanmalı. Öğretmen, birlikte çalıştığı okuldaki öğretmeni, idari kadroyu vs. değerlendirmeli. Müdür, okulundaki öğretmenleri, idari kadroyu değerlendirmeli. Her sınıftan kura usulü çekilecek veliler ile mülakat yapılmalı ve yazılı anket doldurmaları istenmeli.

Bir öğretmenin notu, çalışma arkadaşlarından gelen notlar, müdüründen gelen not, idareden gelen not ve velilerden gelen notların farklı yüzdeleri alınarak belirlenebilir. Her sene her branş için başarı barajı belirlenebilir. Bu barajı geçemeyenler öğretmenlikten menedilir yada geri hizmete alınabilir. Barajın çok üstünde not alan öğretmenler maaş farkı ile ödüllendirilebilir. Tam puan alan öğretmenler ise daha fazla maaş farkı ve bakanlıktan onaylı onur yazısı ile senede bir defaya mahsus olmak üzere ödüllendirilebilirler.

Şu anki eğitim-öğretim sistemindeki bir diğer aksaklıklardan biri de zihinsel ve bedensel yetersizliği olan ve belgelenen çocukların “kaynaştırma eğitimi” adı altında diğer çocuklar ile aynı ortamlarda bulunmasıdır. Bu durumdaki çocuklar arkadaşları tarafından dışlanmakta, kendilerine arkadaş bulmakta zorlanmakta hem öğretmenin, hem de sınıftaki diğer öğrencilerin vaktinden azaltmaktadır. Böyle öğrenciler için her şehir merkezinde en az bir tane olmak üzere, özel geliştirilmiş okullar ve özel eğitim almış öğretmenler olmalıdır.

Son söz niyetine diyelim..

Daha mutlu ve güzel bir gelecek, daha mutlu ve başarılı öğretmenlerin elinde şekillenecektir. Her bir çocuk gelecek demek ve bu geleceğin içinde bizler, bizim çocuklarımız, torumlarımız da yer alacak.

Umarım yarınları daha mutlu bireyler inşa eder. Umarım aslan doğanlar aslan olarak büyür ve eğitim alır. İnsanların lamalar gibi tükürme eğitimi almadığı, diş hekimlerinin mimariyle uğraşmadığı, develerin orman çiftliklerinde değil de, kabiliyetleri doğrultusunda olmaları gereken yerlerde oldukları bir Türkiye diliyorum..


oznurcolakoglu@gmail.com

  20.02.2012

© 2021 karakalem.net, Öznur Çolakoğlu Cam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut