BÜLBÜLE DAİR BİR NÜKTE

Mona İslam

"Ebedî ve sermedî olan bir cemâlin seyirci müştâkı ve âyinedâr âşıkı, elbette bâki kalıp ebede gidecektir." [Risale-i Nur / Sözler]

DERLER Kİ Hüdhüd kuşları Simurg'a yola çıkmaya ikna ederken en çok bülbülde zorlanmış, zira bülbül gülü bırakıp gitmek istememiş, o konup göçenlerden, batıp gidenlerden değilmiş. O bülbülmüş, ölene dek gülün başında kaimmiş. Gül ister güldürsün ister ağlatsın, onun aşkı sahiciymiş. Aşkını anlatmış bülbül Hüdhüd’e. Dinlemiş Hüdhüd sessizce.

Gül canlı iken yanıbaşında durur en güzel sesiyle şakır, gül solup öldüğünde de bütün kış ağıt yakar, matem tutar gülü beklermiş bülbül, sadakatinin nişanesiymiş gülün toprağı başında üşüyerek geçen uzun kışlar.Ta ki sadakatini ispat etsin gülü yeniden açsın, bahar olsun, cennet olsun.

Ta ki yüzü gülsün bülbülün. Bülbülü güldüren de ağlatan da gülmüş. Hüdhüd onu sonuna kadar dinlemiş, çünkü blbülün hikayesi ormanın en güzel hikayesiymiş. Her kuş bülbüle uzaktan gipta eder, ancak onun yerinde olmayı göze alamaz, biraz da haset edermiş. Hüdhüd aşık-ı sadıkı nasıl ikna etsin, sıdk da aşk da laf dinlemezmiş.

Bir yol bulmuş Hüdhüd, onu kendisine gülü göndereni onu bu gülle dergahına davet edeni anlatacak öyle iknaya çalışacakmış, uzun uzun anlatmış, en çok bülbülle uğraşmış, bilirmiş ki bülbül menzile varacak en önemli iki şeye sahiptir, sıdk ve aşk baha biçilmez iki haslettir.

Anlatmaya başlamış, Simurg nedir, ve gülden nasıl daha güzel olabilir, gülü gönderen Simurg mudur? Bir tüyü alemdeki tüm güzelliğin sebebi midir? Tüm çekişmemiz o tüyü bulmak içinmiş. Uzun uzun söylemiş Hüdhüd, güzelliğe adanmış kalbi her dem şakıyan bülbül, ilk kez susmuş,dinlemiş. O evvelce ya neşeden ya hüzünden hep konuşurmuş, ya şakır ya ağıt yakarmış, ama hiç susmamış, Hüdhüd'ün karşısında susmuş tek.

Hüdhüd bülbülle çok uğraşmış, bülbülü hem sadakatiyle hem aşkıyla yakalamış çünkü gül. Onu gülden ayırmak için ona gülün cefasını bir bir anlatmış Hüdhüd. Demiş “Bak aşık-ı sadık, o bu sadakate değiyor mu?” Hüdhüd bülbüle gülün hiç vermediği kıymeti vermiş. İlk kez gülün değil kendisinin kıymetli olduğunu duymuş bülbül. Şaşmış. Nutku tutulmuş. Bülbül kıymetliymiş, Hüdhüd onun tüm kuşlar arasında kendisini yoldan alıkoyan en samimi derdin sahibi olduğunu bilirmiş. Kimi kuşlar gibi mücevhere, kimi gibi iktidara şöhrete, kimi gibi kendi güzelliğine, kimi gibi kendi temizliğine aşık değilmiş bülbül, kendinden geçen gülde nefesini, nefsini hapseden, bir canlıyı seven tek kuşmuş kuşlar arasında. Sevdiği, tüm kuşların sevdiklerinden üstün, onu ikna etmek bu yüzden zor. Bülbül vefakar, cefakar, ona sair kuşlar gibi kusurlusun Simurg’un mükemmelliğine muhtaçsın, kendini beğenmişsin, sadık değilsin demek zor. O ahlaksız da değil ki ona Simurg’a gel ahlakın düzelsin denilsin. Bülbülün sadakatini, vefasını, cefaya dayanıklılığını büsbütün kırmamak, muhafaza etmek gerek ki yolda ona azık olsun. Ancak yüzünü gülden daha güzel, mertebe-i hayatı ondan daha yüksek bir şeye çevirmek gerek. Çok düşünmüş Hüdhüd, onu görmediği Simurg’a nasıl sevdalandırmak gerek?

Yolu görmediğine gördüğünden yol bulmak olmuş Hüdhüdün. Ona demiş ki bak bu kendini paraladığın gülü sana gönderen, seni kendi katına davet ediyor. Davetiyesinde sana böyle mülfetif olan zatında sana nasıl muamele eder? Sen onun mektubuna böyle tutkunken, zatına karşı takatin yeter mi? Kalk gidelim, ona varalım, onun katında bu gülden çoktur. Hem dergahındaki güllerin dikeni de yoktur. Orada mevsim kış olmaz, orada güller solmaz, orada sadece neşeyle şakır bülbüller, hiç ağıt işitilmez.

Çok etkilenmiş bülbül. Nasıl bir diyarmış bu güller diyarı. O solan bir güle böyle müştak iken, kimmiş bu solmayan güller Efendisi, ne menem yermiş onun bahçesi? Nasıl olurmuş dikensiz gül? Nasıl bir yermiş ki hep neşeli türküler söylenir? Hatta güller dile gelir, bülbüllere cevap verir. Bülbülün feleği şaşmış. Hüdhüd onu gülden yine gülle ayırmış.

Yola çıkmış bülbül Hüdhüd’n arkasında. Yalnız beklemiş ki önce gül yitsin, bir kış günü gitsin. Ardında gülü bırakıp gitmek pek bir dokunmuş bülbülün içine. İyisi mi gözü görmesin de öyle gitsin. Öyle ki gül de onun gittiğini görmesin. Ona vefasız demesin.

Hoş bülbül bilirmiş ki vefayı gülden öğrenecek değildir. Hem gül kimseye vefalı değildir. Başına ne kuşlar gelir gider, ne arılar, böcekler konar geçer, ne rüzgarlar eser de, gül hiç birine yüz verici değildir. Başında bunca sene kalan bülbüle dahi ağzını açıp tek kelime cevap vermiş değildir. Siteme hakkı yoktur gülün. Onun başında yeterince türkü söylemiş yeterince ağıt yakmış, mezarının üzerinde yeterince ağlamıştır bülbül.

Zinhinde konuşan dikensiz solmayan gülün hayali ile Hüdhüd ile kanat çırpar bülbül. Hüdhüd bilir, ondaki gül aşkı ona yolu kat ettirir, kanatlarına güç verir. Hüdhüd bilir aslında bülbül Simurga değil ebedi bir güle gitmektedir. Oysa bu yolla güllere değil Simurga, güllerin sahibine gidilir. Olsun, bülbül varsın güle gelsin, yeter ki gelsin, Simurgun güzelliğini görünce zaten ne gül ne başka bir çiçek aklına gelmeyecektir.

Yoldaymış bülbül, artık tüm şarkıları Simurg’a dairmiş, tüm kahramanlıkları, yiğitlikleri Güllerin Efendisi içinmiş. Bülbülün ona verdiği zikrini en sevdiği isim Güllerin Efendisi imiş. Yorgunluğunda, açlığında, susuzluğunda Güllerin Efendisi’ni hayal etmiş bülbül. Ateşten vadileri geçerken kalbinin ateşine bakmış, bakmış ki bu ateşlerin hiç biri kalbindeki kadar yakıcı değildir. Kalbindeki ateşin suyu Güllerin Efendisi’dir. Yola devam etmiş.

Bir şeyi Hüdhüde söylememiş bülbül, bir tek şeyi yanına almadan edememiş. Bir hatıra, gülden. Bir alamet, gittiği yerde ona dair bir işaret. Onu unutmasın diye, onu büsbütün bırakmasın diye küçük bir şey. Kalbinde bir diken. Kanat çırptıkça acı veren. Bülbül bilmezmiş ki Simur’un katına dikensiz güller diyarına dikenle girilmez. Onun gülünden alabildiği tek hatıra diken. Peki ya Hüdhüd onun gönlündeki hatıra dikeni bilir miymiş? Bilmem. Ama Simurg bilirmiş. Ona şefkatle bakarmış ki bülbül içi ateş dışı ateş bu yolu kalbinden kan damlayarak almaktadır. Simurg bülbüle yolu kısaltmış. Bu Simurg’un şanına yakışanmış.

Güle ne oldu peki? Onun başı dik, bülbüle yüz vermez, solup giden ama paha biçilmez güzelliğine ne oldu? Korkmayın. Onun da sonu güller diyarı. Ancak herkes müştak olduğuna bakar, ona yönelir. Gülün aşkı beslendiği toprağa idi. Onun güller bahçesine çıkan yolu da toprağa girerek oldu. Gülle bülbül buluştular mı bilinmez. Bazı şeyleri Simurg’a bırakmak lazım. Her öykünün sonu ona bakar. Herkesin varacağı yer Onun huzurudur. Öyleyse yolu ister hava aleminden, ister toprak içinden geçsin herkes mutludur.

  16.01.2012

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut