Arşiv

İstemeyen Bir Arkadaş

ASR-I SAADET’E yönelik tüm zihnî yolculuklarım, beni, modern zamanların zihniyetiyle telif edilmesi imkânsız tablolarla tanıştırır. Her defasında, o günler ile bugünler arasında, ciddi bir bakış ve davranış farkı görür insan.

Sözgelimi, modern zamanlar, ister siyasî alanda olsun, ister başkaca alanlarda, herkesin deyim yerindeyse kendini ‘pazarladığı’ zamanlardır. Herkes, gözüne kestirdiği makama oturmak için kendini çekinmeden över, o işin erbabının kendisi olduğunu hiç utanıp sıkılmadan ifade eder ve hatta bu uğurda haksız ayak oyunlarına bile rahatlıkla bulaşır. En dindar siyasetçi bile, dinin kibir ve enaniyete yönelik ikazına rağmen, kendini güzel güzel övmeyi bir vazife bilir.

Oysa, Resul-i Ekrem (a.s.m.) zamanında, değil böyle bir ‘propaganda’nın alenen yapılması, ‘imaen’ yapılması bile hoş karşılanmış değildir. Nitekim, bir keresinde, bir bölgeye tebliğ vazifesi için bir sahabinin gönderilmesi gündeme gelmiş; ve, bu vazifenin gerektirdiği şartları haiz gözüken üç sahabinin ismi üzerinde durulmuştur. Sonra, bu üç isimden biri Resulullah’a (a.s.m.) gelip, kendisinin bu iş için ‘biçilmiş kaftan’ olduğunu ima edecek; ama karşılık olarak şu cevap gelecektir: "Oraya giden, sen olmayacaksın. Çünkü nefsini işe karıştırdın."

Kendini lâyık görme, kendini öne sürme, bu hadiseden de anlaşıldığı üzere, nefsin oyunlarıyla ilgilidir ve elbette sünnetin ölçüleri haricindedir. Zaten, ondan tam ders alan, derslerinden bir anlık gaflet halinde ise En Büyük Muallim (a.s.m.) tarafından bu şekilde uyarılan sahabiler, Kur’ân’da ‘îsar’ hasletleri ile anılacaklardır. "Ve yu’sirûne alâ enfusihim" âyetinin belgelediği üzere, onlar, kardeşlerini kendi nefislerine tercih ederler. Kendini lâyık görme, kendini öne sürme gibi bir tavra girmezler; dolayısıyla, bu uğurda herhangi bir bühtana veya oyuna da tenezzül etmezler.

Bu ölçü, asırların ve hadiselerin tahribatıyla aşınmalara maruz kalan sahabe mesleğinin âhir zamandaki ‘yenileyici’si olan Risale-i Nur’da da ifadesini bulur. Hem de, ‘ihlas’ın kaçınılmaz bir şartı olarak, İhlas Risalesi’nde...

Bediüzzaman Said Nursî, yukarıda zikrettiğimiz âyetin gereğince amel etmeyi ‘ihlâs-ı tâmm’ın olmazsa olmaz şartı olarak kaydeder. Ve, bu âyetin hükmü uyarınca, "Kardeşlerinizin nefislerini; nefsinizeóşerefte, makamda, teveccühte, hatta menfaat-ı maddiye gibi nefsin hoşuna giden şeylerdeótercih ediniz" der. Bu ‘îsar’ ve ‘nefsini geri çekme’ ölçüsünü o kadar inceltir ki, bir iman hakikatının muhtaç bir mü’mine bildirilmesini bile, ‘nefsimize bir hodgâmlık gelmemesi’ için ‘istemeyen bir arkadaş’a havale eder. Zira ‘isteyen bir arkadaş,’ tıpkı Asr-ı Saadet’e atfen sözü edilen örnekte görüldüğü üzere, ‘kendini lâyık görme’ ve ‘kendini öne çıkarma’ bir ruh hali içindedir. Bu ise ‘sırr-ı ihlas’a yakışır bir durum değildir.

Kur’ân-ı Hakîm’in dersiyle Asr-ı Saadet’te yaşanan, Asr-ı Saadet’ten ise günümüze taşınan bu ölçü, ‘ihlas sırrı’na denk düşmesinin paralelinde, bugün ehl-i dinin hemen her bir cemaatindeki pek çok sürtüşme, rekabet ve dedikodunun da merhemi hükmündedir. Her bir vazifede ‘isteyen arkadaş’lar geri dursa, yine ehil ve lâyık olan ama ‘istemeyen arkadaş’ların izi sürülse, umarım herşey daha başka bir hal alacaktır.

Hem, mücevherler pek orta yere dökülmez; kuytu köşelerde saklanırlar.

  28.12.2003

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu

  1.  Bu yazının geçtiği eseri incelemek -veya satın almak- istiyorum.



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut