ALEM DE BİR MECAZDIR

Mona İslam

“Mecaz ilmin elinden cehlin eline düşerse hakikate inkılab eder” Bediüzzaman

“Alem bir rüyadır, tabire muhtaçtır” İbni Arabi.


EKRANDA BİR EDEBİYAT sohbeti yapılıyor. Yazarlardan kullandıkları mecazlardan, açtıkları yaralardan söz ediyorlar. Sonra biri Üstadın şu sözünü naklediyor kimi metinlerin anlaşılamaması üzerine “Mecaz ilmin elinden cehlin eline düşerse hakikate inkılab eder” ve bunu dolayımlı anlatımların kavranamamasına bir delil yapıyor.

Aklıma önce Dücane Cündioğlu’ndan dinlediğim kimi sufi eserlerindeki meyhane, puthane, şarap gibi semboller geliyor. Şöyle diyordu Cündioğlu “Sanatçı anlatımda duyguların çok yoğun olduğu bir anda klişe sözlerle anlatımı seçmez, bunun yerine zıt ve aykırı sözlerle anlatımı seçer, bu duygunun taşkınlığındandır” Aklımda böyle kalmış. Yani insan çocuğunu çok sevdiğinde, çok beğendiğinde ona “Çirkin kızım!” diyerek seviyor. Biri diğerine yönelik meyli hayranlığı çok olduğunda “Vay kafir!” diyor. Şimdi buradaki anlatımda dolayım görülmez ise tevhidin doruğunda kendi ile Rabbini bile ayırt edemez hale gelmiş, ikiliğin kalktığı yerde cem makamında söz söyleyen adamın “tevhidhane” değil “puthane” deyişi tam bir tevhid coşkusunu, “cami” değil “meyhane” değişi tam bir ibadet neş’esini anlatıyor. Bunu zıddını söyleyerek yapıyor. Taşkın duygularını mecazla ancak ifade ediyor.

Şimdi eskiye nazaran doğrudan anlatım daha yaygın, ne sanatta, ne ilimde çok yüksek makamları halleri anlatacak takatimiz yok şimdi.

Sanatçıların, sufilerin mecazlarından zihnim Allah’ın Sani ismine kayıyor.

Allah Sani’dir, ve sanatçılardaki bu hal, yüksek ve taşan duyguları mecaza yükleme tavrı, İsm-i Sani’den bir işaret olmasın?

Allah’ın Kur’an’daki mecazlara tefsirler dolusu anlam yüklemesi geliyor hatırıma. Müteşabih anlatılar her zamanda, her toplumda katman katman anlamlara işaret ediyorlar. Muhkem olanlar bir ibadetin bir emrin tebliğine dönük , doğrudan ve yalın iken, müteşabih anlatımlar muhayyilemize sayısız çağrışımlar yükleyecek kadar münbit. Hele işaret denen tefsir türüne bakılırsa anlam zenginliği insanın başını döndürüyor.

Sonra aklıma İncil’in “Önce söz vardı” diye başlayışı düşüyor. Alemin Allah’ın kelimeleri harfleri olduğunu hatırlıyorum. Alemde her yıldız, her ağaç, deniz , dağ, çiçek, böcek, bir söz. Alem bir kitab-i kebir, ve biz onun sayfalarında dolaşıyoruz. Peki, alem de bir mecaz olmasın?

Bu kitabın bir ansiklopedi gibi anlattığı şeyi doğrudan anlattığını da düşünebilirsiniz. Maksadının resimlediği, tanımladığı şeyi anlatmak olduğunu zannedebilirsiniz. Çiçek çiçeği, yıldız yıldızı anlatır bunda bir mecaz yoktur, dolayım yoktur, işaret yoktur diyeblirsiniz. Ancak, mübarek Kur’an bize ayet diye etrafımızdaki nesneleri gösterirken onlara işaret diyordu. Hatırlayın.

Üstad her bir varlık bir harftir kendini bir gösteriyorsa Halik’ını yüz gösterir, demiyor muydu? Demek varlıklar da kendilerine değil, başkasına işaret ediyorlardı.

Bu tıpkı mecazın tanımıydı.

Birine “Fıstık gibi oldu” dersiniz, ama durumun fıstıkla hiç alakası yoktur, övülen fıstık değildir. Övülen başkasıdır. Fıstık sadece övmek için kullanılan bir mecaz.

Biz de o fıstık gibiyiz, kendimizi değil başkasını övmek için söylenmiş bir söz. Sözel olarak söylendik, varız, yok değiliz, mecaz da yok değildir, ama kendine değil başkasına işaret eder.

Yabancı bir dili konuşanlar, dinleyenler duydukları deyimlerin, mecazi ifadelerin önce lafzi manasını anlarlar, sonra düşünürlerse, o dilde bunun başka bir şey demek olabileceğini fark ederler. Oysa o dili doğuştan konuşanlar o deyimi ifade ederken asla deyimdeki kelimeleri akıllarına bile getirmezler. Sadece işaret ettiği manayı düşünürler ve karşılarındaki de bunu öyle anlar. Bir şeyin “Piece of cake” olduğunu söylediğinizde, dilin gerçek sahibinin hayaline asla bir kek parçası gelmez, “kolay” olduğu gelir. Ancak biz önce keki, sonra mecazı, sonrakolayı düşünürüz. Çünkü dile aşina değiliz.

Şimdi aklıma Üstadın “Sen bir parça Frenkçe okumuşsun bu Arabi yazıları okuyamıyorsun” diyerek bu gerçeğe işaret ettiği geliyor. Biz de basamak basamak önce ağacı görüyoruz, sonra bir başka şeye işaret olabilir mi acaba diyoruz, düşünüp kafa yoruyoruz, ve belki bir manaya, belki bir ism-i ilahiye varıyoruz.

Arif o dili anadili gibi konuşan, Üstadın tabiri ile “Arabi okumuş” okumuş adama benzer, alemdeki varlıkları gördüğünde onları değil ifade ettikleri manayı görür. Kanaatimce vahdet-i şuhud da, vahdet-i vücud da bunun bir ifadesidir. İlki lafzı görür ama hemen manaya geçer, ikincisi artık lafzı da farketmez olur. Nasıl ki İngilizin “Piece of cake” dendiğinde aklına kek hiç gelmez, ama dilinden kek kelimesi dökülür, arif de ağaca-çiçeğe baktığında, ağacı-çiçeği değil Esma-i ilahiyi görür. “Senden başkasını görmüyorum, Senden başkası yok” ifadeleri böyle anlaşılmalı.

“Mecaz ilmin elinden cehlin eline düşünce, hakikate inkılab eder” ifadesine bir daha bakalım şimdi. Üstad burada sadece, edebiyatta, fikirde, sözel anlatımda dolayımdan söz etmiyor. Onunla beraber onun da üzerinde “Alem de bir mecazdır, ama cahiller onu hakikate dönüştürür” demek istiyor.

Onun “Ulum-u İslamiyenin mucizesi” diyerek bahsettiği zat İbni Arabi ise “Alem bir rüyadır” diyor. “Tabire muhtaçtır, uyanmadan tabir edenler, ariflerdir.” Bunu da “İnsanlar uykudadırlar ölünce uyanırlar, ölmeden ölün” hadisine dayandırıyor. Madem ki uykudayız, gördüğümüz bir rüyadır, tabire muhtaçtır diyor. Rüyasında gördüğü sembolleri asıl kabul etmeyen, başka manalara tevcih eden insan, alemdeki nesneleri olayları da öyle tabir ve tevcih etmeli, nereye, esma-i ilahiye.

Şimdi, kanaatimce kullandıklar “mecaz” ve “rüya” sembolleri farklı da olsa iki muhakkik aynı şeye işaret ediyor.

Oysa Bediüzzaman’a tabi olduklarını iddia eden bir kısım insanlar İbni Arabi’den “rüyadaki adam” diye söz edip, istihza ediyorlar. Hiç rüyada saçmalayan bir arama Üstadınız “İlmin mucizesi” der mi? Üstelik Şeyh “Ben rüyadayım” demiyor, “Hepimiz rüyadayız” diyor, üstelik uyanmadan rüyasını tabir edebilen, hakikatini sezebilen adama arif diyor, ölmeden ölmenin tarifini böyle yapıyor. Kanaatimce belki biz rüyadayız ama o uyanık ve gördüğümüzü tabir ediyor. Ancak cehlimiz söylediği şeyi kulak ucu ile duyup, hemen hüküm vermemiz, mecazını hakikat zannetmeye yol açıyor.

Şeyh’e göre Hz. Yusuf’un ömrünün başında gördüğü rüyayı ömrünün sonuna doğru tabir edişi ve sonra da ölümü isteyişi, ölmeden öldüğü ve artık bu alemdeki sembollerle işi kalmadığı hakikisine gitmek arzusuyla “Müslüman olarak canımı al” buyurduğu açıktır.

Hz. Muhammed Mustafa(sav), Hz. Yusuf’un bireysel olarak kendi ve ailesi için yaptığı tabiri, tüm insanlık için yapmıştır.

“İnsanlar uykudadırlar ölünce uyanırlar. Ölmeden ölün.”

Aslında bütün hadisler onun bize rüyamızı tabir ediş biçimidir. Mecaz kullanıyorlar çünkü o kadar yüksek ve taşkın manalar ancak mecaza sığdırılabilir.

Ancak biz onun mecazını da anlamıyoruz.

  23.01.2012

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut