BİR AĞACIN ALTINDA DÜŞÜNÜRKEN

Mona İslam

HER ŞEY bir ağaçla başladı. “Şu ağaca yaklaşmayın” denildi bize.

Bazıları o ağaca benlik dedi, bazıları varlık. Ben deyince insan ağaca yaklaşmış oldu, varım dedi bir de. Varlığını kendinden bildi. Kendini müstakil bir varlık olarak ayırdı. Bağımsızlaştı, bağımsız olunca da dinlenecek bir emir kalmamıştı. Ağaç onun nefsiydi. Enesiydi. “Ben benim sen de sen” dedi ağaca yaklaşınca. Düştü. Âlîden süfliye. Koptu, küllden ayrıldı cüz oldu.

İnsanın yeryüzüne inişini anlatan ayetlerde bir kelime geçer. Teşacür. Çatışmayı, ihtilafı anlatır bu kelime. Teşacür şecereden türeme. Ağacın dalları gibi birbirine giren, birbiriyle çarpışan, çatışan insanları anlatır. Hepsi bir gövdeden, ama bir değil çok. Çoku bir edene dek huzursuz, kesretten vahdete geçene kadar tüm alemle kavgalı. İnsan. Ve bir ömür boyu süren savaşı. Bu savaştan sadece ittifakla, tevhidle, cemle çıkılır. Her varlığın bir hakikate istinad ettiği, bize ne kadar zıt da olsa her birinin bir esmadan zuhur ettiği bilinince savaş biter. “İnin birbirinize düşman olarak” hitabı, “Allah sizin kalplerinizi birleştirdi, yoksa sen altından dağlar yığsan o kalpleri birleştiremezdin” hitabına döner.

Sofradayız ailece, balık yiyoruz. Kızım “Bu balığı nasıl öldürmüşler?” meselesine kafa yoruyor. Belli ki rikkatine dokunuyor. Ona balığın onun vücuduna girip insan olmasının bir mertebe etlamak olduğndan söz ediyorum. Balığın yükselme imkanından memnun oluşundan bahs ediyorum. “Balığın insan olması için ölmesi gerek” diyorum. Sonra, duruyorum. Her şey insan için ve insana hizmet ediyor. Bir şey kendiliğinde kalırsa insana hizmet etmezse anlamsız oluyor. Mesela bir maden kendiliğini bırakıp insan için bir çatal olduğunda anlamlı, kendi kendine toprakta kalınca anlamsız oluyor. Eşime dönüp, “Biz de öyleyiz” diyorum. Kendiliğimizde kalırsak anlamsızız. Ancak kendiliğimizde fani olup, Allah için işe yarar birşeye dönüşürsek bir anlamımız var. Biz de o zaman bir üst mertebeye çıkıyoruz. Beşerlikten fena bulup kul oluyoruz. Cüzi varlığımızı feda edip küllileşiyoruz. Zaten başından bu yana o bizim değildi ki. Onu o ağaçtan koparmıştık. Benliğimizi…

Madem ki ağaca yaklaştık. O zaman ağaca tırmanmak da gerekiyor. Alemde ne oluyorsa bu ağaç üzerinde oluyor. Yunus Emre’nin erik ağacını anımsıyorum. Erik yemek için tırmanılıyor, bir de bakmışsınız yediğiniz üzüm olmuş. Ekşi birşeye talipken tatlı birşeye vasıl olmuşsunuz. Sonra bir adam gelip size yediğinizin sizin sandığınızdan farklı olarak ceviz olduğunu söylemiş. Hayal içinde hayal, tabir içinde tabir. Yalnız dikkat edin. Ağaca tırmanmayana hiçbir meyve yok. O mahrum.

Bu aleme geldiyseniz, o vakit alemin şeriatına tabi olacaksınız. Zahmetli de olsa o ağaca tırmanacaksınız. Yoksa aç ve mahrum kalırsınız. Gerek Kuran’ın gerek Kainat Kitabı’nın emirlerine riayet edeceksiniz. Bu alemde varlığınızı sürdürmek için o ağacın meyvesine muhtaçsınız. O meyve için de tırmanmaya….

Siz ekşi bir meyveye hayatiyetiniz için zahmet edip ulaşırsanız, girdiğiniz zahmet rahmete çevrilir ve siz orada üzüm bulursunuz. Tatlı üzümlerden yerken size gördüğünüz rüyayı yanlış tabir ettiğiniz yediğinizin aslında ceviz olduğu söylenir. Yani insan her ne kadar kendi tecrübesiyle varlık ağacına adabıyla tırmansa da, aklı ile o meyveye ulaşsa da, yediğinin ne olduğunu ona söyleyecek bir adama muhtaçtır. Bostan sahibi size söylemezse, asla ne yediğinizi, neyi sevdiğinizi, ağzınızdaki acı tatlı tadın gerçek mahiyetini, neyle ayakta durduğunuzu, rızkın ne olduğunu bilemezsiniz.

Ağaç deyince Efendimiz’i anmamak, varlık ağacının hem çekirdeği hem meyvesi olan Rasul-ü Ekrem’i yad etmemek olur mu? O ne demişti? “Dünya yolculuk ederken altında biraz dinlendiğim, biraz uyuduğum bir ağaçtır.” İnsanın ezelden Allah’ın ilminden, ayan-ı sabiteden ruhlar aleminden, nefs denilen berzahtan, yeryüzüne cismani aleme gelişi, bir yolculuk. Sanırız ki o cismi giydiğinde insan gözlerini açar ve etrafına bakar. Bilakis, insan o cismi giyince uyur. Efendimiz bu dünya hayatını ağacın altında biraz kestirmeye benzetmiştir. Gördüklerimiz ise rüyaya benzer. Tabire muhtaçtır. Tabir ise Efendimiz ve kamil varisleri tarafından yapılır. Onlar bize başımıza gelen hadiselerin anlamını söylemese biz onların hakikatini nereden bileceğiz?

“İnsanlar uykudadırlar, ölünce uyanırlar”

Bir gün bu ağacın altındaki uykumuz, “Hadi uyan” diyen bir melek tarafından bölünecek. Varsa rüyamız yarım kalacak. Biz cismimizi de o ağacın altında bırakıp gideceğiz. Bütün herşey o ağacın altında olup bitenden ibaret olacak.

Sonra karşımıza yine bir ağaç çıkacak. Kimimize Zakkum ağacı, kimimize Tuba.

Şayet ağacımız Tuba ise, dostlarla oturacağız altına ve birbirimize rüyalarımız anlatacağız.

Şu ağaç ne bereketli varlık, beş dakika altında dursak ne çok şey anlatıyor. Birileri de kalkmış ağaçla konuşmamıza taaccüb ediyor.

Ağacın sözlerini dinlemeyen şaşılacak bir iş yapıyor.

  26.12.2011

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut