Külli ubudiyet nedir?

Mona İslam

“ŞU KAİNATTAN maksad-ı âlâ, tezahür-ü rububiyete karşı, ubudiyyet-i külliye-i insaniyedir” Bediüzzaman.

Bugün bana bu cümle soruldu. Önce bir durdum. Cümle benim izah edemeyeceğim kadar ağır bir cümle idi. Soran büyüğüm bir cevap bekliyordu. Benim cevabıma ihtiyacı yoktu kuşkusuz ama belki beni imtihan ediyordu. Allah var, önce aklıma hiçbirşey gelmedi. Sonra bir önceki gece bir kenara not aldığım “Her güzel şey o güzelin(peygamberin) güzelliğinin bir pırıltısı, her sevdiğimiz onun bir gölgesi” sözü gözüme ilişti. Ondan medet cevap verebilirdim. Ben de onun bir parçasıydım.

Kainat kelimesine baktım, ikiye ayrıldı biri dışarıda gördüğümüz büyük alem. Yıldızlar nebulalar ormanlar, denizler, dağlar. Aydınlık ve karanlık. Ateş ve nur. İkincisi o alem içinde ondan daha büyük insanlık alemi. Şehirler, medeniyetler, sanatlar, üretimler, şiirler, hikmetler, iyilikler, kötülükler. Demek iki alemin de yaradılışı maksatlıydı. Üstelik bu maksatlar çoktu, ve mertebe mertebeydi. Biri şahikası maksad-ı âlâsı ise insana aitti.

İnsana ait bu maksat Rabbiyyet tecellisine her tür tezahürü ile mukabele etmekti. O Rabbiyyet tecellisi bütün esma ile zuhur ediyordu. Rabb eğitmen, insanları eğitiyordu. O en başta ve en yüce maksatt insanların rabbiydi. Alemlerin Rabbi derken zirvede bu manadan söz ediyorduk, İnsanların Rabbi. Nas suresini hatıra getiriyor değil mi?

Alemlerin Rabbi nasıl İnsanların Rabbi olur? Bir anlayışa göre insanlar alemlerden sadece biridir. Beşer manasıyla öyledir. Beşer de alemlerden bir alemdir. Ve beşeriyeti de Rabb terbiye eder. Ancak insan dediğimiz külli mana beşeriyetin çok üstünde. İnsan bizatihi tüm alemleri içine alan bir kevn-i cami, melekler, cinler hayvanlar, bitkiler, yıldızlar, dağlar, denizler karalar, ateş su toprak hava, hepsi insanın bir parçası. İnsan toplayan varlık. İnsan manası zuhur ettiyse tabii.

İnsanın asgarisinden Adem makamını anlıyoruz. Adem esmayı bilen, o esmayı üzerinde çekirdek mesabesinde de olsa taşıyan, günah işleyen ve tevbe eden, kendisine kelimeler biçiminde hakikatler verilmiş, doğasından sıyrılıp dünyadan bir mertebe uzaklaşmış, ayla temsil edilen bir üst makama çıkmış insan. İnsan olmanın bidayeti. Evvel mertebe-i insaniye.

Alem insandır fikrine gelince alemlere bakmak gerek. Alemler hem insanda mündemiç, hem de insanlar ferd ferd birer alem. Her birinin bir Rabb-i Hassı var. Bir Rabb ki o bir isim. O isim o insanı yönetir. O isim onun Rabbidir. O insan tüm sair isimleri o pencereden görür. Tüm faaliyetleri o isim merkezindedir. İnsan dairesini ne kadar genişletirse genişletsin o isim onun hep kıblesidir. O ismin etrafında tavaf eder. O onun ayn-ı sabitesidir.

Şimdi bakınız Allah’ın türlü türlü esması var ve her biri bir insanın Rabbi Hassı olmuş. Her biri bir alemi yönetir. Her birinden Allah’ın başka bir görünümü tezahür eder. Ve biz bu sayede kendimize ve başkalarına bakarak sonsuz Rabbiyyet tecellisi görürürüz. Bu bize Sevgili Rabbimizi değişik değişik suretlerde görmeyi nasib eder. Allah her surette görünür. Her isimde tecelli eder. Tecellisini azam hale bir kişide bir ism-i Azamla Rububiyetini sağlamakla getirir.

Alemin, gerek kainat-ı zahir, gerek kainat-ı batın, evren ve insan yaratılış maksadının birinci ayağı budur.

Üstad’ım der ki Allah “Görmek ve göstermek” ister. Bu ilk ayak görmeye dairdir. Bu sayede alem yani insan Allah’ı görür. Yahut görür gibi olur.(İhsan)

İkinci ayak ise “göstermek” ile ilgilidir ki rububiyete karşı ubudiyet ile ifade edilen budur. İnsan alemde Allah’ın çeşit çeşit suretlerini görünümlerini görür, idrak eder. Bunun ardından gördüğü bildiği ve sevdiği Rabbe mukabele mahiyetinde kulluk eder. Bu kulluk onun gördüğü isimleri kendinde gücü yettiğince izhar etmesi, ve aleme Ondan geleni yansıtan bir ayna olması iledir. Böylece insan gösterir. Nasıl bir Rabbin kuludur, cümle aleme ilan eder.

Gösterişin bir tek bu türlüsü güzel olsa gerek. Bilir misiniz benim Rabbim kimdir? Bilir misiniz O beni nasıl terbiye etmiştir? Bakın, görün!

İnsanın ubudiyetinden ubudiyet-i külliye olarak bahsetmiş Üstadım. Fehmimce bu bize daha cüz-i ubudiyetlerden haber verir. Cansızların, bitkilerin, hayvanların, cinlerin meleklerin ubudiyetinden. İnsan kendinde bu cüzi ubudiyetleri de taşır. Bu sayede bu mahlukatın ubudiyetini görür, taır ve anlar. Zira insan bir şeyi ancak kendinde benzeri olduğu yönden bilebilir. Bu kullukları bilen ve kendinde toplayan insan bir de onların bilmediğini bilir bu da onlarda olmayan emanet-i kübra ile bilmektir. Ene insanda bu bilmeyi sağlar. Ene tüm mahlukatın ibadetlerini insanda toplar, tutkallar, tek bir külli ibadet haline getirir. Zira her şey zahirde insana kulluk ediyormuş gibi hareket eder. İnsan ene ile bunu fark eder. Şaki ise bunu sahiplenir. Said ise bunun kendisine bir toplama memuru olduğu için verilmiş olduğunu bilir. Toplar cem eder, demetler ve Sahibine arz eder.

Nasıl ki zahir kainatta 4 büyük melek vardır. İnsan denilen alemde de 4 büyük meleke vardır. Biri ibadet, diğeri ahlaktır. Bu ikisi zahirdir. Diğer ikisi batındır ki onlara da marifet ve muhabbet denilir. İnsan binası bu dört direk üzerinde durur. Biri çürükse bina sallanır. Bu dört meleke insan denilen büyük caminin dört minaresidir, göğe uzanır, tüm varlığa ezan okur. Allah’ın namını yayar. İsimlerini ilan eder. Camimizin bu dört minaresi aynı zamanda dört ismin de tezahürüdür, Evvel, Ahir, Zahir Batın. Nerden bakarsanız bu dördünü görürsünüz. İbadet zahir ise ahlak batın, marifet evvel ise muhabbet ahirdir. Yahut marifet zahir ise muhabbet batın, ibadet evvel ise ahlak ahirdir. Her birine başka bir vecihten bakın hep bu dört ismi görürsünüz. Bu dört unsur size dört isimle çevrelenmiş bir hayat sunar. Evvel Allah, Ahir Allah, Zahir Allah, Batın Allah. Ve siz sadece onun adına kurulmuş bir camisiniz.

İbnül Arabi gençliğinde Mağrib’de bir camiye girer. İçeride bir meczub görür. Meczub insanlara bu cami bu dört direğin üzerinde durmuyor, insanın üzerinde duruyor kabilinden sözler etmektedir. “Bu dört direğin insanlar olduğunu görmüyor musunuz?” İbnül Arabi meczup muamelesi yapılan adamın hiç de meczup olmadığını bilakis diğerlerinin görmediği birşeyi gördğünü ama anlatamadığını fark eder. Hakikaten hiç Allah’ın yüce ismi taşların üzerinde yükselir mi? Onu dağlar taşıyamadı ayeti buna şahittir. Onu insan taşır. Allahın adının okunduğu cami biziz, ve minareler de bizim külli ubudiyetimiz.

Alemdeki her varlık bu caminin tuğlalarıdır. Allah bir cami inşa etmiştir. Ve içine bir ruh üflemiştir. Bu yüzden yeryüzü bize mescid kılınmıştır. Bu ümmetin her ferdi bilir ki cami kendisidir, nereye gitse secde yerini beraber götürür. Bu ümmetin her ferdi bilir ki camiye sokulmaması gereken şey insanın bünyesine girmemelidir. Girse dahi cami tuvaleti gibi dışarıda olmalıdır, çabucak yıkanıp paklanmalıdır.

İnsanın hayatı kıymetlidir amenna, ancak ondan daha kıymetlisi hayatın hayatı olan imandır. Ondan daha kıymetlisi o imanın ışığı olan marifettir. Ki marifet insandan başka kimsede olmaz. Çnkü marifet eneye bağlıdır. Enenin vahid-i kıyasisi olmadan, yani insan bir esmayı kendinde tecrübe etmeden onu marifetle bilemez. Meleklerde esamya dair bilgi sadece aklın bir mevzuya ilişmesi gibi birşeydir. Malumattır. O malumatı da insana bakarak elde etmişlerdir. İnsandan önce onların isimler hakkında bir fikri bile yoktu. Muhabbete gelince o insanın içini ısıtan, insana yakıt olan bir kutlu ateştir. Marifet ile muhabbet birbirinin ayrılmaz parçasıdır. Işık ve sıcaklık nasıl ateşin ayrılmaz iki unsurudur. Hiçbir varlık insan gibi muhabbete sahip değildir. Sadece insan sever. Bu muhabbet ki Efendimiz’i miracda Cibril’in geçemediği yerden öteye taşımıştır. Muhabbet insanı girilmeyecek yere yok olmak pahasına sokan acip bir cevherdir. Adem’i ağaca sevk eden de odur. Efendimiz’i Kab-ı Kavseyn’e sevk eden de. Aradaki fark mecazi ile hakiki arasındaki fark kadardır. Yoksa ikisi de muhabbetin işidir.

İnsan ancak böyle bir fehimle rabubiyetin yüce tezahrüne karşı külli ubudiyetle mukebele edebilir. Vazife marifet olmadan eğreti kalır. Ahlak muhabbet olmadan taklitten ibaret kalır. İnsan bunların birinden yoksunsa camisi eksik, ubudiyeti cüzi kalır. Oysa o külli ubudiyet için yaratılmıştır. Cüz-i ubudiyeti melekler bizden daha iyi yapıyorlar.

İbadet, ahlak, marifet, muhabbet.

Huvel evvelü vel ahiru vezzahiru vel batın.

Dört isim dört tezahür…

  05.12.2011

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut