UYANIN: PARA KİRLİ BİR ŞEYDİR

Mona İslam

BİR TV programında şöyle bir cümle duydum. “Din konformizimle çelişmez, hem lüks ve rahat içinde olunabilir hem de ibadetler yapılabilir” Ne kadar aldatıcı bir cümle bu, cümleyi kullanan da aldanmış besbelli. Şöyle devam ediyor: “Ben kabe manzaralı beş yıldızlı otelde kalmak ve iki adımda kabeye gitmek, diğer zamanlarda da bir yediğimi bir daha yemediğim çeşit çeşit yemekler ile dolu bir sofrada zaman geçirmek isterim” ve bilgece ekliyor “istersen sen taşta yat kardeşim, o senin tercihin”. Neden tercihlerin lüks otel ya da taş olduğunu kimse sormuyor. “Neden kabeye biraz yürüyemezsin, Mekke sokaklarını görmek mi istemezsin?” diye merak etmiyor. Hele, “Sevgili için birazcık da mı zahmete katlanılmaz, sen Mecnun’un Leyla için çöllere düştüğünü hiç mi duymadın? Allah Leyla’dan kıymetli değil mi?” demek kimsenin aklına gelmiyor.

Din bir tapınma ritüeli topluluğundan ibaret değildir. Şayet öyle olsaydı, namazı kılıp orucu tutup sonra lüks ve rahat içinde yaşanabilirdi. Ancak din bir yaşam biçimdir. Allah bizden tapınma değil kulluk istemektedir. Kulluk ise ücretli işçiliğe benzemez, akşam beşte paydos edilip eve gidilmez, rahat edilmez. Kul 24 saat kuldur, köledir, onun hiçbir şeyi yoktur.

İbadet mabede kelimesinden gelir, çöl demektir. Çölde hiçbir şey olmaz. Çöle dönüşmeden ibadet edilmez, lüks içinde bir yaşam arzu edenin ibadetinde çölden eser var mıdır? Onun gönlü seraplarla doludur. Allah dolu gönle gelmez.

Lüks yaşam ise eğer istenmeden verilmiş, ve infak edile edile de halen tüketilememiş ise, ki bunun vaki olduğu bir zaman dilimi olmuş mudur acaba, insanı özünden yani aciz ve fakir olduğu gerçekliğinden koparır, bir vehmin içine iter. Mülkün sahibini karıştıran insan, en küçük bir musibette sanki o sıkıntı karşısında dokunulmaz olmalıymış, tasarruf hakkı onun olmalıymış gibi, feryat ediverir. Ona itiraz hakkını veren şey mülkiyet vehmidir. Oysa Allah’tan başka Malik yoktur. Ondan başka Hak sahibi de bulunmamaktadır.

İhsan Eliaçık’dan dinlemiştim. Bugün bir müslümana bir ev ve bir arabadan fazlası kenz sayılır diyordu. Kenz biriktirmek ise azaba sebeptir. Altınların kızdırılıp insanların böğrüne sırtına bastırılacağı tehtitlerinden söz ediyordu. Bunlar Kur’anî tehtitlerdi.

Bu hususta çok tartışma var, biliyorum. Bir çoğunun nefsin arzularından kaynaklandığını hissettiğim pek çok itiraz, pek çok fetva girişimi bulunuyor. Kimse fetvayı kalbine sormuyor.

Ben Üstadımın “Yüz aç adamın huzurunda kemal-i afiyetle yenilmez” sözünü düstur biliyorum. İnsanların çoğunun fakir olduğu bir dünyada, insani yaşam şartlarının üzerine çıkmanın, bir arabası varken bunu ikiye çıkarmanın, vasatı yeterliyken yüksek modeller, sükseli markalar arzu etmenin, aynı gömleğe 3 lira vermek mümkün iken 300 lira vermenin, bunu bir marka ile varolmak arzusu ile karmaşık bir psikolojiyle yaptığını bilmemenin, telefonu eskimeden bozulmadan yenilerinin peşinde koşmanın, herşeyin kullan at mendillere dönüşmesinin, zamanla bu alışkanlığın insan ilişkilerine de sinmesinin sıkıntısı içinde debelendiğimizi düşünüyorum.

Acilen bu gemiden, hayatımızdan, yükleri atmanın gerekliliğine inanıyorum yoksa uzun süre yol alamayacak ve batacak. Bu kadar eşya ile sırattan nasıl geçeceğimizi tahayyül edebiliyor muyuz?

Kendimi tenzih etmiyorum, ben sadece elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Mesela ihtiyacım yoksa asla bir alışveriş merkezine gitmiyorum, ihtiyacım varsa sadece ihtiyacımı alıp başka birşeye bakmıyorum, baktıysam kanıyor ve alıyorum, pişman olup tövbe ediyorum ve bir daha yapmamaya gayret ediyorum, bunu meşru saymıyorum, çünkü aşikar ki toplumumuzun ipin ucunu kaçırdığı her durum bu meşru sayma hatasından kaynaklanıyor. Yoksa insan hata yapsa da bir yerde toparlıyor.

Diyorlar ki malı elinde tut kalbinde tutma, ve ekliyorlar biz öyle yapıyoruz. Öyle ise neden sahabe gibi çıkarıp yarısını üçte birini veremiyorlar. Hatta Hz. Ebu Bekir gibi hepsini infak edemiyorlar. Onlar malı ellerinde tutuyordu, ve infak edip ellerini yıkıyorlardı.

Efendimiz bizi uyardı, “Sizin için dünyanın kapılarını kapadığı, fakirlik içinde olduğunuz sıkıntılarla boğuştuğunuz zamandan korkmuyorum, sizin için dünyanın kapılarını ardına kadar açtığı zamandan korkuyorum.” Sadakte Ya Rasulullah, vallahi ben de korkuyorum.

Hatırlarım anne annem küçükken ne zaman birileri bana para verse, ellerimi yıkattırırdı. Neden derdim, bana “Para kirli birşeydir, ona kaç kişi değiyor, ona kaç kişinin gözü takılıyor” derdi. Ellerimizde bulunanda kaç kişinin gözü var, kaç kişinin elleri bizde olan şeyler için semaya kalkmış şimdi. Onlar neden bizde duruyorlar, onlardan ne farkımız var, ne üstünlüğümüz var ki bize verilmişler. Kaçımız “Mülkün sahibi Allah’tır, o dilediği gibi mülkünde tasarruf eder” diye zikrediyoruz. Kaçımız kendimizi sahip biliyoruz. Bu kadar çok şeyle sahip bilmemek mümkün mü?

Değil.

“Öyleyse müslüman toplum fakir mi olsun” gibi ahmakça bir soru soruyorlar bir de. Kim “Şirketler, fabrikalar çalışmasın, kim işler bırakılsın” diyor ki. Büyük bir şirket sahibinin de her gün işe giderken kullandığı bir mütevazi arabası, oturduğu ferah ama tek bir evi, çocuklarını yedirdiği mütevazi bir sofrası, eşini götürdüğü mütevazi bir tatil olamaz mı? İhtiyaçtan falza mal üretiliyorsa ihraç edilir, ihraç etmeye de hacet kalmadı, tüm dünya o mala doydu ise başka bir üretime yönelinir. Allah’ın arzı geniştir. Kimseyi satış yapmazsam batarım ednişesi ile kandırarak israfa zorlamaya hacet yoktur. Allah ihlaslı olana bereketli yollar açar. Yeter ki düşünsün. Kim bir adamın ihtiyacından fazlasını kazansa da, biriktirmeyebileceğini, yatırıma ve yeni iş imkanlarına, dünyadaki fakirliğin ortadan mümkün mertebe yok edilişine, İslam hizmetine vermeyeceğini söylüyor. Yahut neden ihtiyacından fazla kazanan adam, haftanın altı günü çalışmak yerine 4 günü çalışıp ailesine kitaplarına, doğaya daha fazla zaman ayıramıyor. Buna kim neden hangi şeytanla işbirliği edip engel oluyor. İş dünyasının yapısı değişebilir, bugn artık geçmişte değiştirilemez sanılan her şey değişiyor.

Müslümanların malla ilişkisi de değişebilir. Müslümana uygun bir iş hayatı biçimlenebilir. Biz bunu tutumumuzla zorlayabiliriz. Bir kişi her şeyi değiştirebilir. O bir kişi biz olabiliriz.

Hayal gibi gelmesin, yanıbaşınıza bakın, kırmızı kitapların müellifini hatırlayın, o da bir kişiydi.

O kadar yoğun çalışan bir adam neden bir ev ve bir arabayla yetinsin öyle mi?

Tabi ki kul olduğu için, tabi ki “fakirlik övüncümdür” diyen bir peygamberi olduğu için.

Tabi ki “Allah’tan başka Zengin yoktur, Gani sadece Allah’tır” diyebilmek için.

Tevhid sadece ilahlığı değil tüm isimleri ona has kılmaktır. Haddi zatında uluhiyyet de tüm isimlerin birliği demektir. Biz kelime-i tevhid çekerken ne dediğimizi biliyor muyuz?

Neden kimse bunun bizim en büyük imtihanımız olduğunu görmek istemiyor?

“Bu dünya dar-ül hizmettir, lezzet ücret ve mükafat yeri değildir” sözünü kimse işitmiyor mu?

Yoksa “Duyduk ama aldırmıyoruz, işittik ve isyan ediyoruz” mu diyorlar?

Allah Gani’un Alel Alemin’dir, Alemlere muhtaç değildir, sizin kulluğunuza da, ancak siz Onun öğrettiklerini yaşamaya muhtaçsınız. Siz muhtaçsınız. İnsan muhtaçtır. İnsan hiçbir zaman zengin olmayacaktır. İnsan mümkün varlıktır, asla zengin olması düşünülemez, varlığı için bile bir tercih ediciye muhtaçtır. Muhtaçlık insanın asli unsurudur. Bu cennette bile böyle olacaktır.

Nedir bu zengin olacağım hayali, öyle bir şey asla olmayacak.

  07.11.2011

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut