Türk - Kürt ulusalcıları ve DEPREM

Türk ve Kürt ulusalcılarının Van depremini ‘Kürtleştirme’ müşterekinde buluşmaları, bu iki akımın aynı kökten beslenen düşman ikizler olduğunu bir kez daha ortaya koydu.


23 EKİM 2011 Pazar günü Van depremle sarsıldı. Türkiye’nin ve insanlığın yüreği acıdı. Japonya ve Haiti depremlerini dijital medya üzerinden izlerken, Türkiye toplumunun insani reflekslerinin hala güçlü olduğunu gördük. Van depremi sonrasında yaşadıklarımız da bunun devamı. Bununla birlikte Van depremine dönük toplumsal algı ve tepkilere baktığımızda, bütünüyle bir ilk olma niteliğine sahip unsurlar ayırt etmek mümkün. Bunların başında, depreme etnik bir nitelik atfedilerek bunun üzerinden bir gölge boksu yürütmeye çabalayan Türk ve Kürt ulusalcı pozisyonları yer alıyor. Depremden üç gün önce Çukurca’da PKK’nın gerçekleştirdiği kanlı baskında verilen şehitlerin Türkiye toplumunda meydana getirdiği büyük üzüntünün, Türk ulusalcıları tarafından suiistimaliyle ilkel bir intikam duygusu formatına büründürülmesi, depremin, bu kesimlerde “oh olsun, ektiklerini biçtiler” şeklinde bir vecd hali yaşatmasına yol açtı. Şimdiye kadar hiçbir deprem insani boyutundan soyutlanarak etnikleştirilmemişti. Sosyal medyada ırkçılık biçimini alan bu etnikleştirme, popüler medyaya da yansıdı ve Türkiye toplumunun vicdanı ırkçılıkla kanadı.

Ulusalcılığın ‘tanrı’ algısı

Depremin etnikleştirilerek bir ‘Kürt depremi’ olarak algılandığı ve sunulduğu sosyo-politik aksın diğer ucunu ise, PKK medyası ile bu çizgiye yakın duran diğer medya organları tuttu. Sözde “liberal” nasname (kimlik) sitesi bile depremi “Kürtlerin başı sağ olsun” başlığıyla haberleştirdi. PKK çizgisindeki Kürt ulusalcı basını, deprem yağması peşindeydi ve Türkiye devletinin ve toplumunun muazzam sağduyusu ve duyarlığı eşliğinde yürüyen arama-kurtarma ve yardım faaliyetlerindeki kimi aksamaları politize ederek bunu, sosyo-politik ayrışmaya araç kılma irade ve gayretini sergiledi.

Türk ulusalcıları, PKK’nın temsil kabiliyetini bütün Kürtlere genelleyerek, 24 askerin öldürülme sorumluluğunu da, PKK üzerinden tüm Kürtlere yüklemekte hiçbir beis görmedi. Çaresizlik ve acziyetin beslediği husumet duygusu, depremi “alçak, kalleş ve hain Kürtlerin işlediği cinayetlere karşı Allah’ın bir tokadı” şekline dönüştürdü. Türk ulusalcılarının militan seküler niteliği göz önüne alındığında, bu işe ‘Allah’ı karıştırmalarının bir zorunluluktan kaynaklandığı görülüyor. Taptıkları ‘Doğa’ya niyet, irade ve kast atfetmelerinin anlamsızlığı, “kör tesadüfün oyuncağı, ayrılıklar, savaşlar, yalnızlıklar ve felaketlerle dolu kahrolası bir dünyanın zavallı yetimleri” olarak gördükleri tüm varlıklara, en önemlisi de insana dönük böyle bir ‘müdahaleyi’ imkânsız kıldığı için, “sopası olmayan Allah” söylemini kullanmak zorunda kaldılar. Bu ‘Allah’, Yahudilerin Yahova’sı gibi, beyaz Türkleri kayıran ve koruyan bir Allah olarak ortaya kondu. Polonyalıların Hz. Meryem’i Lehleştirerek Polonya milletinin koruyucu sembolü saymalarında görüldüğü gibi, aslında bu, eski Yunan-Roma dönemi paganizminin bir yansımasıydı. Eski Yunan şehirlerinin tümünün koruyucu Tanrıları bulunmaktaydı. Atina’nın koruyucu tanrısı Athen’di mesela. Türk ulusalcılarının Türk tanrısı da, sonunda dayanamamış ve kahrolası Kürtleri deprem belasıyla cezalandırmıştı! Bakalım Kürtçülerin tanrıları bu hamleye karşı hangi güçleri seferber edecek!

Kemalizm ve PKK mağduru

Türk ve Kürt ulusalcılarının Van depremini “Kürtleştirme” müşterekinde buluşmaları, bu iki akımın aynı kökten beslenen düşman ikizler olduğu şeklindeki tespiti bir kez daha haklı kıldı. İttihat ve Terakki ve tek partili Cumhuriyet dönemi Kürt milliyetçi seçkinlerinin hatıralarından da görülebileceği üzere, Kürt milliyetçi seçkinleri, Kürt milliyetçiliğini, İttihat ve Terakki’nin Türkçü indoktrinasyonuna hem bir tepki hem de eşzamanlı olarak bir taklitle geliştirdiler. Mutlakçı pozitivizme dayalı Kemalist evren ve toplum tasavvurunun bu iki çizgiye dâyelik yaptığı aşikar. Şu halde, ırkçı bir nitelik arz eden Türk ve Kürt ulusalcılığının katı seküler karakteri göz önüne alındığında, devlete toplumu dinden arındırma misyonu biçen Kemalist sekülarizmin bu ulusçulukların kaynağı olduğu söylenebilir.

Hem Türkleri hem de Kürtleri mağdur ve madun hale getiren ve Kemalizm ve PKK olarak cisimleşen militan sekülarizmin doğuracağı sonuçları tahmin ederek gözyaşı döken Said Nursi, bunu zulmen hapsedildiği Eskişehir cezaevinin penceresinden izlediği Cumhuriyet lisesinin bahçesinde oynayan kız öğrencilerin 50 yıl sonraki hallerini tasavvur ederken ifade etmişti. “Şimdi ekilen dinsizlik tohumlarının”, kırk-elli yıl sonra ıslahı kabil olmayan bir hal alacağını daha 1935’te ifade etmiş ve uyarıda bulunmuştu. İslam ümmetinin en dindar halklarından biri olan Kürtlerin, bugün katı seküler PKK hareketinin kurbanı haline gelişi, yine Said Nursi’nin Cumhuriyet yöneticilerine yaptığı, Türklerle Kürtleri birleştiren asli bağ olan İslam kardeşliğini laisist politikalarla ortadan kaldırmama çağrısının haklılığı, İslam’a karşı Kemalist ulusalcı Türklerle aynı çizgiyi paylaşan Kürt ulusalcı söyleminde görülebilmektedir.

Burada, liberal vatandaşlık anlayışını savunanlara bir itirazımı dillendirmek istiyorum. Türk ve Kürt ulusalcılığının ayrıştırıcı etkilerini hangi “evrensel hukuk” düzeni nötralize edebilir? İslam’dan bağımsız bir ortak değerler alanı inşa edildiğinde, toplumsal ve siyasi ölçekte Türk-Kürt birlikteliğini sağlamak mümkün müdür? Hangi toplum, “biz” aidiyetini oluşturmadan yaşayabilir? Amerikan anayasasının “Biz, Amerikan halkı...” diye başlarken yansıttığı “biz” duygusu, Amerikan akidesinin bir parçası değil midir? İslam olmadan sübjektif bir ortak aidiyet inşa edilemeyeceği gibi, tarih, coğrafya, hukuk, folklor vs. gibi tüm objektif unsurların Türkiye toplumunda İslamsız bir karşılığının var edilmesinin başarılabildiğini kim iddia edebilir? Rahmetli Erol Güngör’ün vurguladığı gibi, katı Kemalizmin muhafızlarından Anayasa Mahkemesinin 1976 tarihli içtihatlarından birinde örfün hukuk kaynağı olarak kullanılamayacağı, çünkü örfün İslam’dan tümüyle ayrıştırılamayacağını ileri sürmesi de, bunun bir karinesi değil midir? Kısacası, bugün ortaya çıkan ve modernleşme öncesi tarihimize gerçekten yabancı olan ırkçılığın bir Cumhuriyet meyvesi olarak arz-ı endam etmesi hepimizi, “neleri yanlış yaptık?” diye düşündürmeli değil midir?

Van depreminin tüm dünyadaki Türkiye karşıtları tarafından, Türkiye’nin tokatlanmasına vesile kılınması bize kendimize ilişkin olarak ne söylemektedir? Ermeni, Rum, Yahudi olup Türkiye’ye duyduğu husumeti “depremi kokuşmuş Türkiye toplumuna ilahi bir ceza!” olarak değerlendirerek yansıtmaları ile, Türk ulusalcılarının bunu Kürtlere özelleştirerek ifade etmeleri, politik bir mesele olarak depremin çok yönlü işlevselliğe sahip kılındığını göstermektedir. Deprem gibi afetler, tüm insanları insanlık paydasında birleştiren durumlardır. Türkiye’deki deprem için Japonya’daki insanlar neden gözyaşı döksün? Biz Haiti depremindeki insanlar için neden “kimse yok mu?” dedik? Bu kadar evrensel ve insani bir duyuşu ulusallaştırabilmek, ulusçu bağnazlığın, iki dünya savaşında da insanlığın gördüğü üzere, sahip olduğu gayr-ı insani yıkıcı potansiyelinin şiddetini ortaya koymuyor mu? “Önce insan olmak” ulusalcı bağnazlar tarafından reddedilebiliyorsa, karşı karşıya olduğumuz olgu nedir? Depremde ölenler sadece Kürt etnik kimliğine sahip olsalardı bile ki öyle değil, depremin kendisi ve sonuçları insanlık ortak kümesi üzerinden okunmak durumunda değil midir?

Hiçbir şey tesadüf değil

Depremi etnik-ulusalcı bir okumaya tabi tutan Türk ve Kürt ırkçılığına, toplumun sağduyusunun reddiyede bulunması, yeni anayasa çalışmalarında ve Kürt meselesinin çözümünde önemli bir işaret fişeğidir. Türkiye toplumu içindeki her türlü toplumsal, tarihi, dini ve etnik ayrışmayı aşabilen bir duyarlığa sahiptir. Kemalist ulus-inşa sürecinin doğurduğu tüm olumsuzluklara rağmen, Türkiye toplum olarak, farklılıklarıyla bir arada, barış içinde yaşayabileceğini göstermektedir.

Siyasal bir olay olarak Van depremi, toplumsal empati gücümüzü ortaya koyarken, ırkçılığın şamatalı gürültüsüne de mikrofon tutmuştur. Şişesinden çıkan ırkçılık cini, artık yol haritamızı da işaretlemektedir. Türkiye, Kürtlerini PKK’ye kurbanlık olarak sunamaz! Türk Kürt, Kürt de Türk’tür. Kürt Kürt olarak, Türk de Türk olarak beraber bu yollarda yürümeye devam edecektir. Kemalizm’in beslediği, Türk ve Kürt ulusalcılarının büyüttüğü etnisist-ırkçı duvarlar yıkılacak, Türkiye laiklik anlayışını demokratikleştirdiği ölçüde, “Kürt meselesine” sağlam neşter vuracaktır.

İslami teodise, hadiseleri eş zamanlı iki ayrı okumaya tabi tutar. Bunlardan birincisi, hadiselerin sebep-sonuç ilişkisi içinde kavranması(hikmet diyarı olarak bu dünyaya bakan mülk ciheti), ikincisi, ilahi irade ve tasarruf bağlamında düşünülmesidir (hadiselerin zahiri sebeplerine değil kaderi cihetine bakan, ahirete müteallik melekuti boyut). Mü’min bir Müslüman depremi sadece zahiri sebepler ışığında anlamlandırmaz. Tarih, toplum ve tabiatın ilahi tasarruf altında bulunduğu, O’nun yarattığı her şeyin ya bizzat ya da neticeleri itibariyle “güzel” olduğunu düşünen mü’min, depremin soğuk ve acıtıcı tabloları üzerinden (mülk boyutu) rahmet okumaları da yapar (melekut boyutu). Hiçbir hadise tesadüfi değildir. Eyüp Peygamberin dediği gibi, “bize zarar dokunur,” fakat “O rahman ve rahimdir”. Bir musibet olarak deprem, ikaz, ihtar ve günahlara kefaret olma misyonlarını taşır; kadere rıza ile bir rahmet fideliğine dönüşür. Van depremini “doğa”ya atfedip, ölen masumları zayiata dönüştüren materyalist bakışın insani bir tarafı bulunmamaktadır.

Van depremini 13 yaşındaki Yunus’un gözlerinde gördük; 14 günlük Azra bebeğin tebessümünde yaşadık. Ölümün hayata bakan yüzünü tekrar keşfettik. Bir kafede kahvaltı için buluşan öğretmenlerimiz için hüzünlendik, ağladık; kenetlendik; bilendik. Irkçı Türkçü ve Kürtçülerin inadına, insani duygularımızın ortaklaşmasını derinden yaşadık. Buradaydık, buradayız. Gitmiyoruz, kalıcıyız. Başında Kürt başlığı, altında Türk pantolonu, üstünde Arap abasıyla biz kardeşliği yaşamaya ve yaşatmaya kararlıyız.

Yüreklerimiz depremle sarsıldı; şimdi barış için yüreklenme zamanıdır.


ahmet66@yahoo.com

*Bu yazı, 31 Ekim 2011 tarihinde Star Gazetesinde yayınlanmıştır.

  31.10.2011

© 2021 karakalem.net, Ahmet Yıldız



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut