DOĞU KARADENİZ GEZİ NOTLARI- 1

Mona İslam

BUGÜN KARADENİZ seyahatimizin ilk günü, yola çıkarken Allah’tan “Seyahat edin, sizden önce yaşamış olanlardan kalanları görün, ibret alın” emrine muvafık bir marifet diliyorum. “Allahım bu yolculuğun hayrını, almam gereken marifeti, edinmem gereken nefis terbiyesini, basireti bana ver. Gittiğim yerlerde kendime dair yeni şeyler fark etmemi, kendimi daha iyi tanımamı, iyi ve kötü taraflarımı, sınırlarımı, dayanıp dayanamayacaklarımı idrak etmemi sağla. Bununla da seni daha iyi anlamama yardımcı ol. Bu yolculuktan hasıl olacak tüm hayrı senden istiyorum” diye dua ediyorum.

Trabzon’da uçaktan indik, uçak yolculuğu insanın kulaklarına birşeyler yapıyor. Basınç değişikliği sanırım. Benim yolculuk öncesinden kulak burun boğaz bölgemde bir sıkıntı vardı. Yolculukta daha fazla rahatsız ediyor. Yukarı çıkarken uğulduyor kulaklarım uçak yukarıdayken rahatlıyorum. Sonra aşağı inince, hava limanından itibaren kulak uğultum geçmiyor. Arabamızı aldık. İlk menzil Sümela manastırı. Trabzonun içine girmiyoruz. Dağlara doğru yola çıkıyoruz. Bir iki yerde yol soruyoruz, tırmanmaya devam ediyoruz. Belli bir yüksekliğe çıkınca kulaklarım açılıyor. Sümela’dayız. Muhteşem bir manzara, gürül gürül akan bir dere var. Üzerine bir köprü ile yanına bir çay bahçesi kurulmuş. Yukarı yürüyüşle çıkmak 1.5 km araba ile ise 3 km. Çok kalabalık. Yukarıda park da edemeyiz. Minibüsler var. Birine atlıyoruz. Bir yere kadar getiriyor. Ama yine tırmanmak gerek. Yol ağaç kökleriyle ve taşlarla yürümesi zor bir yol. Sarp bir yokuş, yer yer çok daralıyor, gidiş dönüşü zorlaştırıyor. Kızımı kolluyorum. Eşim de beni kolluyor. Herkes birbirine birkaç dakikada bir “aman düşmeyin” ikazında bulunuyor. Manzara harika.

Keşişler buraya nasıl çıkmışlar? Onları eşek sırtında yük taşırken ve bu yolu çıkarken düşlüyorum. Yol bildiğiniz “Sarp yokuş” ve insan tırmanırken “Sarp ve engebeli, her yerde tökezleyebileceğiniz ağaç kökleri ve taşlar, ayağınızı kaydırabilecek yağmur sonrası yumuşak çamur ihtiva eden bu yol dünya hayatına benziyor” diyor. “Zorlu, tehlikeli, yorucu, ama manzara harika” İnsan tüm dikkatine ve yorgunluğuna rağmen “buraya çıkmasaydım” demiyor. Görüntü insanın meşakkatinin bedelini ödüyor. İsevî irfânın Tanrı’ya ulaşan yolu “Zor ve meşakkatli, insanlardan ve şehirden uzak, doğada ama doğaya değmeyen,karanlık mağara gibi iç dünyalarına dönmekle alınan bir yol” olarak gördüğü açık. “Öyle mi acaba?” diye düşünüyorum.

Manastırdayız. Dağın zirvesine taşlara oyulmuş bu yapı, erken dönem Bizans yapısı imiş. Üzerinde Eski ve Yeni Ahit’in kıssalarını anlatan resimler var. Flaşla fotoğraf çekmek yasak, flaşsız çekime izin veriliyor. Resimleri korumada hassasiyet yeni olmalı Zira tümünün üstünde sağında solunda insanların çakıyla kazıyarak yazdıkları isimler ve yazılar var. Ağaç gövdelerini oyar gibi freskleri oyarak bir tarihi esere “Ali Ayşe’yi seviyor” kabilinden duvar yazıları yazılmış. FECAAT!

Tanrısal bir aşkla adanmış insanların kurdukları bir mabede kazılı beşeri aşk sözleri işte böyle sakil duruyor. Bir şeyi yerli yerinde kullanmamak zulmün ta kendisi. Yukarıya doğru süluk etmeyen aşka, aşk demek de ayrı zulüm…

İçeri giriyoruz. İçeride tekkelerdeki çilehaneleri andıran hücreler var. Muhtemelen rahipler için oda görevi gördüler. Birine giriyorum. İki küçük penceresi var. Pencere kenarına oturuyorum. Bir odaya bir dışarıya bakıyorum. Eşimden ve kızımdan rica ediyorum, beni bir dakika odada yalnız bırakıyorlar. Hayal etmeye çalışıyorum. Burada bir keşiş nasıl ibadet ederdi? Neler okurdu, Rabbine neler söylerdi? Şu pencere uçuruma bakıyor. Uçurum ağaçlarla sarılı, büyüleyici güzellikte, ama ölümcül. Dünya hayatı böyle diyor İsevî irfan, “Bu manastırdan çıkarsanız, bu büyüleyici güzellikte ama ölümcül dünyanın içine düşer, paramparça olursunuz, sizi vahşi hayvanlar ve kuşlar didikler. Buradan çıkmanın tek yolu, ruhunuzun bu pencereden çıkıp gitmesidir, bu mağara gibi hücreden, bu ten kafesinden.”

Tam bu sırada bir ürperti hissediyorum. Bir dua belki, belki bir nefes, belki de bir ruh. Kutsal birşeyler. O anın içinde kendime ve sevdiklerime İsevî irfan diliyorum. Kanaatimce burada, bu manastırda istenebilecek en güzel şey bu olmalı. İsevî irfan…Tasavvufta gümüşle sembolize ediliyor. Altından bir önceki safha.

Aşağı iniyoruz. İnmek çıkmaktan daha stresli geliyor. Her an ayağının altına denk gelen bir şey insanı kaydırabiliyor. Toprak yumuşak ve ıslak. Kayıveriyor. İndikçe yukarıdan aşağıya gürül gürül akan suya bir kez daha bakıyorum. Su ne kadar coşkunsa, manastır o kadar durgun. Bazı insanlar bu su gibi coşkun oluyorlar. Bazıları bu manastır gibi durgun. İki halin de güzelliğini görüyorum şimdi. İkisinde de Hak bir, fakat tadâd ediyor. Işık bir ama renklenip, çeşitleniyor. Su sanki tüm gürültüsü ile manastıra sesini duyurmaya çalışıyor. Manastır ise sessiz bir özlemle, suyun şarkısını dinliyor. Onlar kıyamete dek asla kavuşamayacak iki sevgili gibi burada. Bir gün manastır taşlarını koparıp kendini suyun kollarına atıncaya dek. Dağların yürüyüp yanınıza geldiği gün. Susanın konuşmaya başladığı gün. İlk kez burada herşeyin konuşacağı kıyamet tasvirleri bu kadar sevimli geliyor. Dilerim hakkımızda güzel şeyler söylesinler.

Aşağıda suyun kenarında bir çay içiyoruz. Sonra, yolumuz Akçabat’a. Acıktık. Köfte yiyeceğiz.

Akçabat sahili bildiğimiz düzenlenmiş bir sahil yolu, sıra sıra lokantalar, çay bahçeleri, parklar var. Bir lokanta tavsiyesi aldık, oraya gidiyoruz. Köfte tabağı dopdolu geliyor. Üç tane yiyorum, patlayacak gibi oluyorum. Bizimkiler daha yiyorular, onları bırakıp sahilde bir turlamak istiyorum. Yürüyorum güneş tatlı bir kızıllıkla batı yönü işaretliyor. Güneşe bir selam emanet ediyorum. Batıda battığı yerde, gittiği yerde sevdiklerime götürülecek bir selam. Deniz durgun bugün, uçsuz bucaksız, Marmara’nın ünsiyeti yok Karadeniz’de. Burada Marmara ve Ege’nin aksine bir celal var. Ege de her yanı adalarla kaplı oluşuyla güven verir insana.

Durgun sessiz sedasız halinde bile ürkütüyor Karadeniz. Akdenizde de benzer bir duygu kaplamıştı içimi. Hele gece bir vahşet duygusu, derin bir karanlık. Bazı denizler dişi bazıları erkek olabilir mi diye düşünüyorum. Belki…

Geceyi Karadeniz Teknik Üniversitesi’nin içinde bir otelde geçireceğiz. Yarın güzel bir gün, açık bir yol bizi Uzungöl’e götürsün diye dileyip, dinleneceğiz.

  03.10.2011

© 2021 karakalem.net, Mona İslam




© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut