Arşiv

Paradigmaların Gölgesinde

BATI KÖKENLİ kelimeleri kullanmaktan, oldum olası korkmuşumdur. Deyim yerindeyse, bir ‘dil ırkçısı’ olduğumdan değildir bu; bilakis, Batı kökenli kelimelerin genelde bir çokbilmişlik edasıyla kullanılıyor olmasındandır.

Gelin görün ki, bu yazıyı Batı kökenli bir kelime üzerinde kurma durumundayım. Zira, ‘paradigma’ kelimesinin ifade ettiği anlamı karşılayacak daha açık bir kelime bulabilmiş değilim.

Belki eskilerin ‘esas-ı müsellem’ tabirine karşılık gelen ‘paradigma,’ anladığım kadarıyla, bizlerin zihnine hâkim olan, farkında olmasak dahi düşüncemizi şekillendiren temel fikirleri, düşüncemizin ekseni olmuş temel değerleri ifade ediyor. Ve bu yönüyle, bana, "Hem pazarda çok silik söz geziyor. Mehenge vurmadan almayınız" uyarısını hatırlatıyor.

Neden mi?

Meselâ, hayatında ubudiyet diye bir çaba bulunmayan biri, İslâm’ın ilerlemede motor güç olabileceğinden söz etti, diyelim. Görünüşe göre, bu insan İslâm’a bir kıymet biçiyoróama ‘ilerleme’ paradigması açısından. Bir diğer açıdan bakılırsa, aynı insan, sözgelimi dinsizliğin ilerlemede daha etkili olduğunu görse, onu tercih edecek. Zira, onun paradigması ‘ilerleme’dir; İslâm’a da İslâm için değil, ‘ilerleme’ için değer vermektedir.

Yahut ‘devletin bekası’ paradigmasıyla hareket eden biri, zahirde İslâm’a değer biçiyor görünse bile, bunu meselâ ülke içindeki Türk olmayan mü’minleri aynı çatı altında muhafaza gibi bir amaçla yapacaktır. Batıda iki Kur’ân âyetiyle emrolunan başörtüsüne savaş açmışken, Doğuda uçaklardan ‘kardeşlik’ âyetlerini içeren broşürler atan kimi TC yöneticileri, bu vaziyetin ilginç bir örneğidir.

Bu bakımdan, paradigmaları gözden kaçırmamak; bu arada kendi ‘paradigma’mızı da gözden geçirmek gerekiyor.

Mü’minin paradigması ubudiyettir, rıza-yı ilahîdir, ihlastır; bu minvaldeki bütün şeylerdir. İmanındaki ciddiyet ve ihlasa hayatının delil olduğu bir mü’minin eseri olan Risale-i Nur da, hep bu paradigmalar ekseninde dönmektedir. Ama, Risale-i Nur’a dahi, onun kendi paradigması haricinde yaklaşmak mümkündür. Bu şekilde yaklaşanlar da zaten mevcuttur. Sözgelimi, uzun yıllar Risale-i Nur hareketi üzerinde çalışan meşhur bir profesör ‘modernleşme’ paradigmasıyla; Risale-i Nur’dan her nasılsa ‘Türk milliyetçiliği’ üreten bir başka profesör ‘milliyetçilik’ paradigmasıyla, keza ‘Kürt milliyetçiliği’ üretenler de ‘milliyetçilik’ paradigmasıyla ona bakmaktadır.

Tüm bunlarda, Risale-i Nur’un kendi paradigması asıl ve merkez değildir. O, ‘modernleşme’ veya ‘milliyetçilik’ gibi paradigmalara âlet ve tâbi kılınmaktadır.

Aynı şekilde, Bediüzzaman’ın "İstikbalde en yüksek gür sada İslâm’ın sadası olacaktır" yahut "Zalimler için yaşasın Cehennem" sözünü çokça tekrarlayan birileri de, bu sözleri aslî mecraında değil, ‘İslâm devrimi’ paradigmasıyla kullanmaktadır.

Galiba, bir şekilde Risale-i Nur okuyan o kadar çok çevre varken Risale-i Nur’a ters düşen birçok tavır ve hale muhatap olunmasının sebeplerinden biri budur.

Zira, bakış açımızı, en azından belli durumlarda veya belli zamanlarda, gözden geçirmeye ve tashih ya da tasfiye etmeye girişmediğimiz haricî paradigmalar belirlemektedir.

Bu durumun, Risale-i Nur’a talebe ve Risale mesleğine tâbi olmanın önünde çok ciddi bir engel teşkil ettiğini düşünüyorum.

Nitekim, bugün ‘kırmızı kitaplar okuyarak hizmet etme’ devrinden ‘çalışıp para kazanmakla hizmet devri’ne geçildiğini düşünenler; ve bunu Risale-i Nur’un iman-hayat-şeriat üçlemesine dayandıranlar varsa, sebebini bu haricî ‘paradigma’larda aramak gerekmektedir.

  27.12.2003

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu

  1.  Bu yazının geçtiği eseri incelemek -veya satın almak- istiyorum.



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut