ORUÇ İNSANI MÜSTAĞNİ KILIYOR ANCAK…

Mona İslam

ARKADAŞIMLA İNTERNET üzerinden sohbet ediyoruz. Zaman sahura doğru akıyor. Bana “Sen şimdi kahveni de yanına almışsındır” diyor. “Hayır” diyorum. Ramazan başından beri pek kahve içmediğimi söylüyorum. Kahve tiryakisi olduğumu bildiğinden şaşırıyor. Ona orucun insanı müstağni kılan tarafından söz etmeye başlıyorum. Birçoğu büyüklerimden öğrendiğim şeyler. Ancak şimdi nefsimde tecrübe ettiğim bu cümleleri söylemek daha da tatlı geliyor.

“Hatta bu cümleleri söyleyebilmek için bir yazı bile yazılır” diyor ve epeydir ara verdiğim yazı dosyalarıma geri dönüyorum.

Ramazan insana gündüzü ve geceyi planlamayı öğretiyor. Gündüz işlerinizi gece ibadetlerinizi yapabilmek için bu planlama muhtaçsınız. Yoksa zamanı doğru değerlendiremezsiniz. Çünkü ramazan bir ay ve çabucak geçiyor. Bu değerli zaman diliminin her parçasından istifade edebilmek için dikkatli bir planlama gerekiyor. Bu plan yapmayı bilmeyenleri bile planlamaya iten bir mecburiyet. Ramazan size zamanın değerini, ömrün gelip geçiciliğini, ibadetin bereketini, ve ibadet için yaratıldığınızı öğretiyor.

Ramazanda yapmayı bırakamam sandığınız alışkanlıklarınızdan birer birer vazgeçiyorsunuz. İlk bir hafta nefsinizin zorlamasına karşılık sonraları mecbur sandıklarınızın hiç de zaruret sınıfında olmadıklarını görüyorsunuz. Benim uyanmak için kahveye ihtiyacım yokmuş mesela. Ders çalışabilmek için de karnımın tok olması gerekmiyormuş. En zor Fizik ve Matematik problemleri aç karnına da çözülebiliyormuş. Çocuklarımıza okula giderlerken sıkı sıkıya tembihle söylediğimiz, yıllarca onları şartladığımız “Yemeğini yemezsen kafan çalışmaz” cümlesi de boş lafmış.

İnsan oruçta bir nebze Allah’ın Samed ismini giyiniyor. Gün boyu hiçbir şeye muhtaç değilsiniz. Ancak bir sürü iş yapıyorsunuz. Birilerine hizmet veriyor, birilerinin sorunlarını çözüyor, üretilecek olan projeleri üretiyor, çiçeklerinizi suluyor, bahçedeki kedilere yemek götürüyorsunuz. Üstelik oruç rikkatinizi artırmış olmalı ki, muhtaç olan herkesi ve herşeyi daha çok fark eder hale geliyorsunuz. Duyularınız, hissiyatınız açık, saf bir kalple ellerinizdekini, emeğinizi dağıtma çabasına düşüyorsunuz. Merhameti her zamandan farklı ve yüksek dozda hissediyorsunuz. Allah’ın kimseye muhtaç olmadan herşeyin ve herkesin ihtiyacına koşması nasılmış, anlıyorsunuz. Tabi sizin takatiniz iftara kadar yetiyor. İftar anı yaklaştıkça Samedaniyetten soyunmaya ve aczi ve fakrı giyinmeye başlıyorsunuz. Kimi artık başkasına bakamayacak bir hadde ulaşıyor, “nefsi nefsi” diyor. Kimi hâlâ, önce eşim dostum çocuklarım, sonra ben diyebiliyor. Kimi sofra başında oruç açmadan önceki kıymetli saatte, fakrın en çok hissedildiği yerde halen Samed isminin elini tutuyor. Önce sevdikleri için önce ötekiler için birşeyler diliyor. İsar hasletini giyiyor.

Böyle bakılınca iftar anı, sadece kulun Rabbine en yakın olduğu an değil, kulun kendi gerçekliğine de en yakın olduğu, ne olduğunu, ne kadar olduğunu anladığı anlar oluyor. Nefsini bilen Rabbini bilir hakikati zuhur ediyor. Bir kıyamet sahnesi yaşanıyor o anda. Şefaat edebilen şefaat ediyor. Kendi nefsinden önce başkasını düşünebilen, gün içinde de öfkelenmediği, hilmini bozmadığı, Allah’ın mahlukatına acıdığı gibi, cennet nümun sofra başında da o cennete davet edilmişken, girmek üzere iken “Filanca olmadan girmem” diyebiliyor. Arkadaşını, sevdiğini isteyebiliyor.

Ben bu ramazan vazgeçebildiklerimi öğrendim. İnsan bedene müteallik arzularından vazgeçebiliyor. Bedene yönelik arzular süngere içirilen su gibi sıkılıp çıkarılabiliyor. Vazgeçemediklerimi de öğrendim. İnsan sevdiklerinden aç da olsa susuz da olsa, başı da dönse, kafası da çalışmasa vazgeçemiyor. Sevdiği herşey insanın zatına nüfuz ediyor. Kendi oluyor. Sıkılacak şey canı olsa kendiliği yok edilmediği sürece sevdikleri de onunla beraber kalıyor.

Sevdiklerimize muhtaç olmasak da, onlar ihtiyaca binaen sevilmediklerinden olsa gerek, müstağni olmak sevdiklerinden de müstağni olmayı gerektirmiyor. Allah da bizi seviyor ve bizden vazgeçmiyor. Oysa bize muhtaç değil. Demek insan da ayinedar olduğu Rabbi gibi muhtaçlıkla sevmiyor. Belki bedenin değil, nefsin değil ama ruhun sevgisi muhtaçlıktan azade.

Böyle zamanlarda İbnül Arabi’den öğrendiğim söylemeye doyamadığım “Allah bir kuluna rahmet indireceği vakit o rahmeti onun kalbinde kimi bulursa ona da indirir. Allah cömerttir” sözü geliyor. Bu bana Efendimizin miracta Allah’ın kendisine selam verdiği o harikulade anda, bizi unutmayışı ve “selam salih kulların üzerine de olsun” deyişi gibi geliyor. Orada Rabbiyle başbaşa, daha ne ister ki insan. O bizi istiyor. Mutlu olmak için bize muhtaç değil. Rabbi ona yetmez mi? Ama bizi söylüyor. Demek sevgi muhtaçlıktan sudur etmiyor.Halis her sevgi böyle. Tecelli edene şükür bizimki de. Elbette o denizden bir damla bizim sevgimiz. Onun gönlünden bize içirdiği bir avuç su. O suyu onun mübarek avucundan içen mümin asla diğer müminlere bigane kalamıyor. Herkes imanı nispetinde bir halka oluyor ve halkanın içine alabildiği, gönlüne koyabildiği kadarıyla kardeşlerine dostlarına şefaatçi oluyor.

Ramazan size ne yaptı bilmiyorum. Ama benim muhabbetimi ve merhametimi arttırdı. Gidince beraberinde götürmesin lütfen. Allah cömerttir, umarım verdiğini geri almaz.

Not: Yazmadığım müddetçe bana selam veren, dua gönderen, mesaj yazan tüm dostlara teşekkür ediyorum. Allah hepinizin tüm aleme karşı, müminlere karşı, Habibine karşı, Zat’ı Şahane’sine karşı muhabbetini arttırsın. Benim ramazandan aldığım bu, bölüp size verebileceğim de bu. Dilerim Allah bana hayırdan ne indiriyorsa daha fazlasıyla size de indirsin.

  22.08.2011

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut