KÜRT MİLLİYETÇİ HAREKETİ VE NEGATİF SİYASET

Kürt milliyetçi hareketi, şiddet yerine siyaseti ikame edebilirse bunun sonraki adımı, Kürt sorununun çözümünü içerecek "müsbet siyaset"tir.


KÜRT SORUNUNU temellük eden Kürt milliyetçi hareketinin siyasi misyonu, her durumda mağduriyet ve haklılık psikolojisiyle öz eleştiri yapamaz hale gelmiş durumda. Bu hareketin pozitif hukuk karşısında benimsediği tutum ile siyaseti şiddetin yerine ikame etmeyi reddedip şiddetin temsiline dayalı siyaseti benimsemesi, siyasetin inkarına dayalı bir siyasetle yani negatif siyasetle karşı karşıya bulunduğumuzu gösteriyor.

Bu durum, Kürtlerin kimlik ve kültür sorunlarının çözümüne dönük inisiyatifleri, bu arada “Demokratik Açılım” sürecine katkı yapmak yerine bunu sabote edecek eylem ve söylemleri yaygınlaştırıyor. Kürt milliyetçi hareketi, “baskı” olarak nitelediği her durumun şiddeti meşru hale getirdiğine inanan bir geleneğe yaslanıyor.Pozitif hukukun getirdiği sınırlamalarla demokratik siyasetin imkanlarını kullanarak mücadele etmeyi denemek yerine, “ova”dan dönerek “dağ”a çıkmayı çıkış yolu olarak işaretliyor. “Ankara’da sİyaset yapamazsınız deyip, dağ yolunu mu gösteriyorsunuz? Türkiye’de 20 milyon Kürt var. 20 milyonu da tutuklayacak mısınız?” Bu sözler Sebahat Tuncel’e ait. Totolojik bir mantıktan hareketle Kürt olmakla BDP’li olmayı eşitliyor. DTP kapatıldığında, bu neticenin gerçekleşmesi için her şeyi yapanlar, pozitif hukuku yok sayarak kapatılmaya fetva çıkaranlar, kararın anti-demokratlığını, sokak şiddetiyle protesto etmişlerdi.

Bu gelenek halen de varlığını sürdürüyor. Anayasanın 76’ıncı maddesi demokratik bir bakış açısını yansıtmıyor olabilir; ama bu durum bu maddenin hukuki sonuç doğurmasına engel değil. Bu madde mucibince Hatip Dicle’nin vekilliğinin sübut bulmadığı kararına karşı BDP’nin tepkisi yine bildik türden: sokağa dönmek ve Parlamentoyu boykot etmek. Ne diyor Ahmet Türk: “Ankara’da hayır yoktur. Kürdistan meclisini halkımızla birlikte kuracağız. Seçilirken halkımıza söz verdik. Onların durduğu yerde duracağız, birlikte hareket edeceğiz.”

Pozitif hukuk evrensel hukuk normlarıyla uyumlu değilse, bu uyumu sağlamanın yolu, demokratik siyasetin imkanlarını kullanarak, geniş toplumun duygularını yok saymayarak, diyalojik bir dille müzakere ve ikna yollarını harekete geçirmek ve bunda her hal ve şartta sebat etmektir. Kürt coğrafyasının insanlığa armağanı olan Said Nursi’nin “en büyük hile hilesizliktir” anlayışına dayalı muhalefet stratejisi üzerinde düşünmek, BDP çizgisinde “siyaset yaptığını” düşünenlere bir ufuk sunabilir.Vatandaşlık hukukunun cari olması şartıyla “reddiyecilik ve amel etmeme” yerine“Rejim”i kabul etmemeye dayalı bu yaklaşım, Said Nursi’yi, tek başına çıktığı yolunda bugün milyonlarla buluşturmuştur. “Sözün gücü,” “gücün sözü”ne üstün gelmiştir.

BDP’nin demokratik siyaset açısından ana açmazı ise Kürt halkını PKK ile özdeşleyerek, kendisine şiddetin temsilini şiar edinmesidir. Demokrasi içinde çözüm, hangi gerekçeye dayanırsa dayansın, kurşunların yerine oy sandığını benimsemeyi gerektirir. Evet, demokratik çözüm, asgari düzeyde, “kafaları kırmak yerine saymayı” kabullenmeyi gerektirir. Hiçbir baskı şiddeti meşru kılmaz. 12 Eylül rejiminin uygulamaları, Diyarbakır Cezaevindeki işkenceler, PKK şiddetine objektif taban sağlamıştır. Bu durum PKK şiddetini “açıklanabilir” hale getiren bir unsurdur; ancak hiçbir zaman bu şiddeti meşru kılmaz. Kanı kanla yıkamak kabileci toplum geleneğidir. Mecelle’nin ünlü kuralı, aynı zamanda bir evrensel hukuk ilkesidir: “Vusüle ermek usul iledir.” Haklı olmak yetmez, haklı kalabilmek gerekir.

Barış, demokrasi ve adalet için yola çıkanlar, bu ilkeleri çiğneme ayrıcalığına sahip değildir. PKK’yı sebep değil sonuç olarak görenler, haklı olmakla haklı kalmak arasındaki zorunlu bağı kopararak moral açıdan aynı zemini paylaşıyorlar. Barış da, adalet de, hürriyet de namlunun ucunda değil, ahlaki referanslarını yitirmeyen ve şiddeti bir araç olarak reddeden eylemlilikte aranabilir. İrlanda Kurtuluş Ordusu, siyasi kanadı Sin Fein’e tabi olduğu için İrlanda’da barış mümkün olabildi. Yine de daha marjinal bir kesim, bunu reddederek silahlı mücadeleyi sürdürmek için “Gerçek IRA”yı kurdu. PKK-BDP ilişkisinde ise BDP’nin PKK liderliği tarafından kontrol edildiği, PKK’ya sadakatin kutsandığı, tek taraflı edilgen bir ilişki biçimi varlığını sürdürüyor. Bu da BDP’nin demokratik siyasetin kendinden iradeli bir aktörü haline gelmesini engelliyor. Oysa, siyasi aktörlerin belirleyici olduğu bir hareketin zaman içinde, şiddetin temsiline dayalı bir siyaset yerine demokrasiyi gerçekten benimseyecek bir irade ortaya koyması mümkündür. Geniş toplumun ve diğer siyasi aktörlerin de, bu sürece katkıda bulunması, demokratik siyasetin konsolidasyonu açısından büyük önem taşımaktadır.

1919’da Amritsar’da, İngilizler büyük bir katliam gerçekleştirmiş ve 400 civarında masum insanı katletmişti. Hintliler İngiliz şiddetine Gandhi’nin sivil itaatsizliğiyle cevap vermiş ve sonunda İngilizleri bile yaptıklarından utanır hale getirmişlerdi. İngilizlerin insanlık dışı tüm provokasyonlarına rağmen, Gandhi şiddete başvurmadı ve kazandı. Kürt milliyetçi hareketi şiddet ve yoksulluk içinde toplumsallaştığı için, ne yazık ki “sivil itaatsizliği” bile beceremiyor; şiddete bulaşmadan duramıyor. Yine de bu süreç, demokratik sabırla meyvelerini verecektir. Gandhi’nin sivil itaatsizlik yaklaşımı, Türkiye topraklarında Said Nursi’nin “müsbet hareket” yaklaşımıyla dönüşerek vücut buldu. Kürt milliyetçi hareketi de, referans olarak Şeyh Said yerine Said Nursi’yi alabilirse, şiddet yerine siyaseti ikame edebilirse, demokratik çözüm için ihtiyaç duyduğu moral temeli de bulabilecektir. Bunun sonraki adımı, Kürt sorununun çözümünü içerecek “müsbet siyaset”tir. İstikameti olanlar reaktif değil, proaktif olanlardır.


* Bu yazı, Sabah gazetesinin 09.07.2001 tarihli Perspektif ekinde yayınlanmıştır.

  12.07.2011

© 2021 karakalem.net, Ahmet Yıldız



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut