Yalnızlık Limanında Kendini Aramak

Aytekin Akar

İNSAN SOSYAL bir varlıktır. Ama bu gerçek, yalnızlığın değerinden eksiltemiyor. Birçok insan, öcü gibi köşe bucak kaçıyor yalnız kalmaktan. En başta kendisinden kaçıyor, kendisiyle baş başa kalmaktan. Acaba insanın kendisiyle baş başa zaman harcaması meselesinde, ürkütücü gelen, bunda kendisini tanımasına giden bir yol sezmesinden midir? İnsanlarda görüp ayıpladığı birçok özellikleri, kendisini tanımaya başladığında, yani aynaya baktığında da görme korkusundan mıdır?

En azından, kalabalıkların içinde kaybolup gitmek, kendisini zorladığı değil de onların sürüklediği mecralara akıvermek, insanın kendisini dinlemesinden daha cazip gelebiliyor. Birçoğumuza göre, yalnızlığın koyu karanlıklarına, ürkütücü sessizliğine düşmektense, dert ve kederlerimizi kalabalıklara dayanarak unutmaya çalışmak, gönlümüzü başkalarıyla avutmak daha tercih edilen bir yol. Tıpkı ölümü akla getirmemek gibi toplumsal bir uyuşma, sarhoşluk hali. Zirâ, insanın iç âlemi dünya ile dopdolu ve maneviyatça zengin değilse, yalnızlık hali, depresyonlara, bunalımlara kapıların kolayca aralandığı bir hal olup çıkıveriyor. İnsan, kendisini ıssız bir köşede terkedilmiş veya öksüz kalmış gibi hissedebiliyor. Bu yüzden, modern psikiyatri yalnızlığı çok fazla önermiyor.

Yalnızlıktan sürekli bir kaçış halinde olanlar, bazen dinlenme bahanesiyle, bazen eş dost akraba ziyaretlerine gidip gelirken veya onlarla zaman geçirirken de gereksiz zaman harcayarak, aşırılıklara giderek, bazen de alışverişleri, çevre edinmeyi veya benzer elzem gördükleri halleri gerekçe göstererek, ev ev, çarşı-pazar, düğün-dernek yorgun düşecek kadar gezip tozuyorlar. Büyük bir kitle ise, dinlenmeyi de bahane ederek, teknolojiyle süslenmiş modern hayatın avunma mekânlarına, zamanlarını da tüketim çılgınlığına kurban ederek, en nâdide anlarını alışveriş ve eğlence merkezlerinde geçirmeyi kendileriyle baş başa kalmaya tercih ediyor.

Kalabalıklardan kopamayan insan, aslında kendisinden kaçıyor. Herkesin içinde kendisini kaybediyor, herkese kendisinden birer parça vererek günden güne eriyip tükeniyor. Medeni yani vahşi bir ormanda, savunmasızca ve zamanla neyi aradığını bile unutacak hale gelerek ıslık çalar gibi dolaşıyor, yoruldukça gaflet ağaçlarının gölgelerinde dinleniyor. Şeytan kalabalıkları mesken edinmiş, hataların topluca yapılması kolaylaşıyor. Günâhlarda bilinçaltında bile olsa örnek alınan birileri hep var. Herkesleştikçe, insan ortak olduğu yanlışlara daha kolay gerekçeler üretebiliyor. Hem gürültü içerisinde birçok şey doğaçlama, gayr-ı ihtiyâri yaşanmış oluyor. Hatta olmuyor, oluveriyor, “oldu-bitti”ye geliyor. İki kişi bile olsa, sürü psikolojisi ile, insan kendi eliyle doğrudan yapmamış gibi, kazara olmuş gibi hissediyor, teselli buluyor. Başkalarının hayatlarından parçaları kendi hayatına pervasızca yamayarak, bu çokluk ve kargaşa içinde kendisini başka biri olarak yeniden keşfedebileceğini veya “kendine gelme”nin başkalarının arasında kendisini bulmakla olacağını zannediyor. Kendisini bırakıp gayrıyla oyalanarak ömrünü tüketiyor.

Yalnız kalmaktan kaçındıkça, insan kendisinden adım adım uzaklaşıyor. Kendisinden uzaklaştıkça da, kendisiyle baş başa olmak yerine hep başkalarını tercih ediyor, onlarla, onlar için yaşamaya başlıyor ve kendisini unutuyor. Dünyaya saplanıp kalıyor. Ölümü unutuyor, ölmeyecekmiş gibi yaşıyor, zamanını öldürüyor. Oysa dünya, tekin, sükunet bulunan, sığınılacak bir yer değil ki. Dünya, cazibedar tuzaklarla bezenmiş, dertlerin, elemlerin, kederlerin, endişelerin, risklerin kol gezdiği bir âlem.

Molla Câmî Hz.: "Zamanımız susmak, evlerde oturmak ve kendisine yokluk gelmeyen, ebedî hayat sâhibi olan Allahü Teâlâ'ya ibâdet zamanıdır" demiş. Onun devri ile bizimkini de kıyaslarsak, işyerine giderken, sokağa çıkarken aldığımız riskleri düşünebilmemiz gerekiyor.

Peki yalnızlıktan kalabalıklara sığınan insan, korktuğu kadar yalnız olabilir mi? O, tüm kainatla irtibatı olması, kainat ağacının meyvesi olması yönüyle, asla yalnız ve terkedilmiş olamaz. Cenab-ı Hak, insanı yalnızlığa başıboşluğa terk etmemiştir. Her an onunladır, hayatını idâmesi için kainatı bir sofra gibi onun hizmetine tahsis etmiştir. Asıl korkunç ve ürkütücü yalnızlığı, insanların içindeyken dahi insanın kendi nefsiyle baş başa kalmasında aramalıdır. O sebeple, bir an bile olsa nefsi emmaremiz ile yalnız bırakılmamak için dua ederiz.

İnsan da diğer yaratılmışlar gibi, Cenab-ı Hakkın esmâ ve sıfatlarının tecelligâhıdır. En bereketli yalnızlıklar, Allah (c.c.)’ın esmâ ve sıfatlarına ait cilvelerin kendi şahsında tecellilerini görmeye çalışmasına, insanın kendisini arayıp bulmasına ve tanımasına vesiledir. Kendisinden O’na giden yolu keşfetmesi için, tüm seslerin sustuğu, karmaşaların silindiği huzur bulma halleridir. Bir saatinin yetmiş sene nafile ibadetten daha efdâl olduğunun bildirildiği tefekkür halini yakalayabilmenin, ibadet, zikir ve duanın tadına varmanın fırsatlarıdır. Bazen yalnızlığı seçerek, bizi sırtımızdan kaybolup gideceğimiz izdihamlara itekleyen, kolumuzdan çekerek veya rüzgârlarına katarak malayâniyat ve günâhlarına katan kalabalıklara bir duvar örüp, siperine çekilebilmektir.

Bu açıdan bir hazinedir yalnızlık. İnsanın kendisini muhasebeye çekebilmesine fırsattır. Kalabalıkların içinde kaybettiklerini aramak, bulup çıkarmak; yalnızken, hayatın kuytu köşelerinde nefeslenirken mümkün olabiliyor. Yapılan hatalarda, işlenen günahlarda örnek alınan birileri hep vardır. İçimizden, bizi onların yolundan çevirmek isteyen fısıltıları duyabilmek için kısa bir an da olsa yalnızlığı tercih edebilmeliyiz. Bu derin sesler, bizi yalpalamaktan uzaklaştıramasa da, en azından “neden?” sorusuna cevap isteyerek emri vakilere uymadan durup düşünebilmemizi sağlayabilir. Eskilerin inziva ile, uzlet ile tarif ve tatbik ettiğini yalnızlığımızda keşfetmeliyiz. Elbette ömrümüzün önemli kısmını dağda, mağaralarda geçirmek ve insanlardan köşe bucak kaçmak şeklinde değil, ama önemli olan insanlarla iç içe yaşarken, kendimizle halvet halinde hasbihal etme imkânını da bulabilmektir.

  11.06.2011

© 2021 karakalem.net, Aytekin Akar



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut