Bela

Abdurreşid Şahin

“elestü bi rabbuküm?”

“kalu: ‘bela’”

“Ruhlar âleminde sorulan her soru zamansızdır ve her an sorulur.” Gel de nefsine anlat.



EY NEFİS!
Bela’yı hatırlıyor musun?
Ne belası.

Baş belası değil elbet.
Peki, neyin belasını hatırlamalıyım?
Ruhunun ‘bela’sını.
Ruhun belası mı ama nasıl hatırlayabilirim ki!
Hani bütün ruhlar tasdik etmişti ya Rablerini. Elest bezminden bahsediyorum.
Anlayamadım.
Ruhlar âleminde ilk yaradılış anında, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diyen Rabbin sorusu karşısında bütün ruhlar, “Evet, öylesin” manasında “bela” demişler.
Hatırlamam mı gerekiyor?
Hayır, unutmaman gerekiyor.
Unutmamak mı?
Evet, unutmamak çünkü o soru her an soruluyor hatta zamanlar üstü sorulan zamansız bir soru bu.
Peki, şimdi zamanı mı bu sorunun?
Evet, eğer kabirde cevapsız kalmak istemiyorsan şimdi cevaplamalısın.
Şimdi mi… ama nasıl?
Kâinatı ve kendini dinle, bu sualin her an sorulduğunu ve aynı zamanda cevaplandığını işiteceksin.
Sahi sen nasıl oluyor da bir meyveyi tadabiliyor ve lezzet alabiliyorsun?
Tüm bunlar zaten olagelen şeyler.
Dilin terbiye ediliyor olmasaydı sen o tadı algılayıp lezzet alabilir miydin?
Yani?
Dilin tadıyorsa, meyveyi yaratan dilini de o meyveden istifade edecek şekilde terbiye etmiş ve etmekte.
Peki, bunun bela ile ilgisi ne?
Meyve sana Rabbin sorduğu soruyu tekrar ediyor, yeniliyor.
Tekrar mı ediyor?
Evet, tekrar ediyor çünkü o soru geçmişte sorulup bitmiş bir soru değil. Her an soruluyor. Zira ezelden gelen bir söz o.
Nasıl yani?
Mesela Yaratıcı, bir meyve aracılığıyla seninle konuşuyor ve sana soruyor. Her şeyle yeniliyor sorusunu. Ya da yeniden işittiriyor.
Bana soru mu soruyor, nasıl yani?
Evet. Sana meyvenin lisan-ı hâliyle, “Ben bu meyveyi tadıp lezzet alacak şekilde seni terbiye eden Rabbin değil miyim?” diye soruyor. Yoksa sen nereden bilecektin meyvenin tadını ve de meyve nereden bilecekti senin tatmak istediğini. Meyveyi tadabiliyor oluşun, çiçeği koklayıp memnun oluyor oluşun yan da bir pislikten tiksinip onu istemiyor oluşun tesadüf mü yani. Seni iyiden hoşlanacak ve kötüyü sevmeyecek hâlde terbiye eden kim? O sana hâlâ aynı soruyu sormuyor mu? “Güzeli sevecek ve çirkinden hoşlanmayacak şekilde duygularını terbiye eden Ben; yani güzelin, çirkinin Yaratıcısı ve senin donanımlarını onlara göre terbiye eden Rabbin değil miyim?” demiyor mu? Ruhuna ve o ruhun ellerinin uzandığı kâinata bir bak, bu sorunun ne derece aşikâr olduğunu görürsün.

Ey nefis!
Sakın gaflet etme. Ve “bela” de.
Her muhatap olduğun şeyde Rabbini tasdik et.
Gördüklerin sana gözünün Rabbini sorar ya da Rabbin sana onların hâlinden, “Ben senin gözünü görecek şekilde terbiye eden Rabbin değil miyim?” diye sorar. Sen de o gözü O’nun adına kullanmak suretiyle “bela” de. Rabbini tasdik et. Emanete hıyanet etme.
Dilin, belasını bulmadan “bela”ya dokunsun. Gözlerin “bela” okusun, kulakların dilinden “bela” duysun; ta ki belanı bulmayasın. Dilin sustuğu ve azaların konuştuğu günde, onlar Rabbi tasdik ederlerken senin kaybettiğin “bela”yı sana buldurmasınlar. O zaman her şeyini kaybetmiş olursun. Zira Rabbinin olmayan bir şey yok ki sende kalsın, senin olursun. O hâlde ‘bela’ demek suretiyle belayı defet.

Evet, ey nefis!
Her dil, tattığı tatlar adedince kendini tatlardan istifade edecek şekilde yaratan Rabbini onaylar ve “bela” der. Her göz, gördüğü mevcut adedince “bela” söyler. Her kulak işittiği sesler adedince kulağa işittiren Rabbin sözünü tasdik eder. Her ruh “bela” der. “İşittik ve iman ettik.” diye onaylar her kalp. O hâlde sen de arkadaşlarına uy ve seni terbiye eden Rabbine cevap ver. “Bela” de. Ve sakın rabbini tanımadan bu dünyadan göçeyim deme. Yoksa hem kendini hem, kendi adına, kardeşlerini de helak edersin. Zira Rabbin “elestü”nün cevabını almazsa bela verir. Rabbin varsa belan da olmalı. Bela’n yoksa Rabbinden sana bela gelir. Sen kendi belanı bulursun. Burada Rabbin sualine “bela” de ki o da senden kabirdeki “Men rabbuke?” belasını\sınavını başından savsın.

Ey beni Seni tanıyacak surette yaratan ve hadsiz kabiliyetle donatan Rabbim! Ey elest bezminden bu yana daima rububiyetini kullarında tecelli ettiren Rabbim. Bizi kabirde cevapsız bırakma. Her an tecelli eden rububiyetini tasdik ederek, “Men rabbuke”ye karşı bize “Rabbim semanın ve arzın ve içerisindekilerin, bütün zaman ve mekanda, terbiye edicisi olan ve beni de onlarla terbiye eden Allah’tır.” demeyi nasip eyle. Her andaki belayı, rububiyetinin tasdiki manasındaki “bela” ile sav ki bela vereni bulduk, tüm belalardan kurtulduk, diyebilelim. O ne güzel beladır ki tüm belaları savar.
Bize sensizlik belasını savan bir bela ver. Belayı veren olduğunu bize unutturma.
Zira Senin verdiğin belanın kurbanıyız biz. Belana kurban olalım, belada seni bulalım. Âmin.
Abdurreşid.

  10.06.2011

© 2021 karakalem.net, Abdurreşid Şahin



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut