RÜYA İŞTE…

Mona İslam

Yârin acıması öfkesinden çok vurur.

DÜN GECE rüyamda gördüm seni.

Önce sevindim, uzun zaman olmuştu görmeyeli.

Dikiliyordun öyle, yolun ortasında, yolların kesişim noktasında.

Bir lacivert gömlek, bir krem pantolon.

Tertemiz, ütülü.

Ha, bir de bir güneş gözlüğü vardı yüzünde. Güneş olmasa da gökyüzünde.

Orada öylece duruyordun, yolun ortasında. Arabalar geçip gidiyordu, sağından solundan, insanlar yürüyordu, hızla aceleyle önünden ardından. Sen duruyordun. Bakıyordun.

Bana mı? Bilmem, dedim ya gözlerinde güneş gözlükleri, gözlerin hep perdeli.

Göremedim gözlerini.

Belki yollara.

Doğrusu, “Hangisinden gideyim?” der gibi, hem yollara hem bana.

Seçeneklerin çokluğu karşısında sessizce ve kararsızca durmuş bir adam. Ölçüp biçmesinde titizliği hareket etmesine engel olan bir adam. Düşünmek için duran, düşünürken yaşlanan bir adam.

Ayakta, sağlam.

Bir Âdem oğlu, bir insan.

Yolların akışında bir sabit nokta.

Akan insanları, gelip geçen hayatları, seyyar kainatları gözleyen.

Başını çevirmeden dikkatle izleyen.

Gözlediklerinin güzelliğini fark edip, nazarının ne kadar güzel olduğunu fark edemeyen biri.

Herşeyi gören ama kendini göremeyen.

Akıp gidenlere katılamadığın, ya da katılmadığın için memnun muydun acaba?

Bir yere yerleşmiştin, ne ileri ne geri. Yerinde mutlu muydun acaba?

Ama ben, orada sabit kadem durmana memnundum.

Hayatta sabit birşeylerin de olduğuna delil olmana.

Hayatta herşeyin gelip geçici olduğunu söylemek için sabit bir referans noktası olmalıydı anlıyor musun? Sabit, yok değildi. O sendin. Fenayı gören gözdü bâki olan. Referans noktası. Her bir şeyin ona bakarak tarif edildiği. Hani hakikatte olmayan ama anlamak için şart olan bir sıfır noktası, bir orjin. Herşeyin onunla başladığı ve onda son bulduğu vehmi nokta. İnsan…

Hani “el ilmu noktatun” dediği Hz. Ali’nin…

Memnundum orada olmana.

Bir de tertemizdin ya, gıcır gıcır…

Tüm kirlenmişliğe meydan okurcasına. Çamurdan yaratılanların temizliğine bir delil gibi.

Kayyum’a Kuddüs’e işaret gibi.

Var gibi ama yok gibi. Sanki seninle her şey mümkün gibi.

Sonra birden şaşırdım. Ben mi senin rüyandaydım, yolların ortasındaydım, sen mi, bir an için anlamadım. Kimdi kavşakta duran akan hayata bakan ve bir sabit nokta arayan. Sen mi ben mi?

Kimdi kalıcı olanın sıkıcı, değişken olanın sarsıcı olduğunu düşünen?

Kimdi hem kalamayan, gözünü yollara diken, ve kimdi gidemeyen?

Ben mi, sen mi?

Sonra bir an, arada fark olmadığını fark ettim.

Ne fark ederdi ki, ha sen ha ben.

Sen bendin, ben de sen. İnsan bir şey-i vahiddi. Hepimiz bir’dik. Bir’e alem.

Hallac’ın sözünü anımsadım “Ben hepinizin ruhuyum.” Bir kamil ruhun külliyetiydi belki kastı.

Ben Hallac’ın kastını ne bilirim!

Ama şuna şahittim: İnsan ruhu genişliyordu, belki zaten genişti de insan farkına varıyordu, ben de seni içeri alacak kadar genişlemiştim baksana. Hakikat-i insan bir külldü.

Hallac’ı katlettikleri gibi katledebiliyordu insan ruhunu…

İrkildim, uyandım.

Dudaklarımdan bilinçsizce dökülen şuydu:

“İnsanlar uykudadırlar ölünce uyanırlar”

“Sadaka Rasulullah” dedim.

Onun varlığında emniyetle bir uykuya daha daldım.

  30.05.2011

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut