BÜLBÜLÜN HİKAYESİ

Mona İslam

BÜLBÜLÜN GÜLE aşkını bilmeyen kalmış mıdır? Sanmam. Kuşlar arasında bülbülün yeri özeldir. Bülbül, kuşların en güzel şakıyanı. Gülün cemaline vurgun olanı. Gül, çiçeklerin sultanı. Bülbül işini bilir, o sıradan bir çiçeğe değil güle vurgun. Kim gülün güzel olmadığını iddia edebilir? Kim gülden bir gece ayrı kalabilir? Gülsüz günler gece, gülle geceler gün. Gülün varlığı bülbülün neşesi, nağmesi, gülün yokluğu bülbülün matemi, ahı, ağıdı. Bülbülün gönlü, gül açıkken de gül solmuşken de gülle. Bülbül gülün her haline sevdalı. Mevsim kışsa bülbül gülden uzak mı sanırsınız? Gül evvela bülbülün gönlünde, belki kederle, belki hüzünle, ama bülbül kış boyu hep gülü beklemede. Bu hikayede her ne kadar gülden çok söz edilse de, bu bülbülün hikayesi. Kalbinde muhabbet olanın.

Tasavvufun bize öğrettiği sevenin sevilenden kategorik olarak üstün olduğu. Leyla ile Mecnun hikayesi de aslına bakılırsa Mecnun’un hikayesi. Biz hikayeye bülbülün, ve Mecnun’un perspektifinden bakıyoruz. Burada güle de haksızlık etmeyelim. Şayet biz gülün mesela güneşe, yahut toprağa olan aşkını bilseydik, o zaman bu gülün hikayesi olurdu. Ama bizim kahramanımız bülbül, bu hikayede öyle.

“Seven sevdiği şeyi bir parçası yapar da sever” diyorlar. Seven aslında kendini sever. Sevdiğini de kendinden bir parça olduğu için sever. Burada ben tarifini iyi anlamak lazım. Ben, bu vücutla çevrelenmiş ben midir? Yoksa benim alakamı cezb eden herşey bene dahil midir? Doğrusu ikincisi. İnsanın halife olması da beninin bu kadar geniş bir mahiyette olmasına bina edilmiş. Zaten insanın seyr-i süluku ben dediği süfli şeyden daha ulvi bir bene yolculuğu değil mi? Yatırım cüzi beni vermek ve külli beni almak.

Alemde varlıkların sıralanışını biliriz. Cemadat, nebatat, ve hayvanat. Sıralama üstün olana doğru ilerler. Hayvanlar bitkilerden üstündür. Bülbül gülden üstündür. Sevgi yukarıdan aşağıdır. Her varlık aslında kendinden aşağıda olanı sever. Allah da alemi böyle sever.

Öyle ise biz Allah’ı, peygamberi, üstadlarımızı nasıl severiz? Onların bizden üstün oldukları aşikardır. Mübtedi salik, yolun başında iken onları bütün olarak ve kendilerinde sevmez zaten. Salik fakirdir, önce kendi ihtiyacını sever. İnsan bu dünyaya bir alakadan yaratılarak gelmiş, ve her şeye alaka peyda etmiş ya, insan her şeye muhtaç, ve insan her şeyi sever. İnsanın arayışıdır sevgi. Tamamlanma arayışı. Fakrını gınaya, aczini kudrete, zelilliğini izzete çevirme arayışı. Bu tür sevgi hep bir “için” ile tarif edilir. Aslı ihtiyaçtır bu sevginin. Siz sevgi dediğimize bakmayın. Bu arayışın nesnesi kılarız biz Allah’ı. Ve aslında Rabbi Hassımız’dır başlangıçta sevdiğimiz. Bütün değil parça. İşimize yarar gözüken, bize iyi gelen tarafı ile Yaratıcı. Onun tüm yaratma eylemlerini değil, işimize geleni severiz önce. Ve Yaratıcımı seviyorum deriz, beni yarattı. Ve sevdiklerimi. Aslında Alemdeki herşeyin Yaratıcısı olarak sevmeyiz Onu, hayrın ve şerrin, hastalığın ve sağlığın, cennetin ve cehennemin. Başlangıçta…

Peygamberi de öyle severiz. Benim peygamberim, bana doğru yolu gösteren, bana merhamet eden, şefaat eden, güzel ahlakı bana öğreten. Biz peygamberi başlangıçta bütün olarak sevmeyiz, ondan hissemize düşen bir parçayı severiz. Ben asıldır, benim peygamberim ise parçadır.Başlangıçta…

Sevdiğimiz bir insanı da böyle severiz. Önce benimize uyumlu olduğu yerlerde, benliğimize hizmet ettiği taraflarıyla, bizim hoşumuza gittiği biçimiyle, ona ne kadar ihtiyaç duyduğumuzla, kendi Rabb-i Hassımıza yakınlığı nispetinde. Başlangıçta…

İnsan seyr-i süluk eder, bir halde kalmaz. Salik ilerledikçe sevgisi vehimden hakikate yaklaşır. Eğer bülbül, gülden tüm çiçekleri sevmeye, ve çiçeklerden tüm doğayı sevmeye, ve doğadan güzelliği ve hayatı sevmeye, somuttan soyuta, cüziden külliye yükselebilirse o zaman gülü halen sevmekle beraber, gülü alem kadar sever, ve alemden hasr-ı nazar etmeden sever. Güle muhtaç değildir, ama yine sever. Bu kez sevgi vehim değil hakikattir, seven gönül fakir değil zengindir. Sevme eylemi almaya değil vermeye yöneliktir. Bülbül gerçekte güle muhtaç değildir. Bunu fark edişi kendi güzelliğini fark edişiyle eş zamanlıdır. Gül güzelliktir, hakikati de budur. O alemden bir parçadır, ve onu alemden koparmadan, ait olduğu bağlamdan koparmadan,soyut hakikatinden koparmadan sahibinden koparmadan sevmek gerekir. Mana-i harfi ile sevmek bu olsa gerek.

Sevilen şey güzelliktir. Güzelliği sevmek “için” siz sevemektir. Cemal zatında sevilir.

Rabb-i Hassımızdan Rabb-ül Alemin’e bir isimden tüm isimlere, hoşumuza gidenlerden tüm varlığa, somuttan soyuta, seyredebilirse sevgimiz, bir gün fark ederiz ki, biz Allah’ı sevmiyormuşuz, bilakis Allah’mış bizi seven. Biz Allah’ı aramıyormuşuz, bilakis Oymuş bizi çağıran. Biz Ona yürümüyormuşuz, bilakis Oymuş bizi alnımızdan tutup yollarına sevk eden. Ve anlarız ki tamamlanmak için muhtaç olduğumuz ve bizim kategorik olarak altımızda olan her şey, aslında bize gitmemiz gereken yolda birer azık, yol tarif eden birer mektup, birer harita imiş. Unuttuğumuz evimize dönmek için geride bırakılmış ekmek kırıkları imiş. Dilekleri, bizim bünyemizde, bizim gönlümüzde uruc etmekmiş, benimize dahil olup bizimle birlikte yükselmekmiş. Zira Allah sevdiğine merhamet ederken kalbinde ne varsa hepsine merhamet edermiş. İnsan Allah’ın sevdiğiymiş. Ve hepsi insan denilen gemide, Alemlerin Rabbine sefer eder, yükselirmiş. Hepsi insanla sevilirmiş.

Bülbül diyor ki, “Aşkın sırrı bende tamamlanmıştır, bütün gece aşkı tekrar etmekteyim. Davud gibi tecrübeli bir kimse yok ki inleye sızlaya aşkın zeburunu okuyayım.” Neydeki inilti benim sözlerimdendir. Çengin ince telinden çıkan ses benim feryadımdandır. Gül bahçeleri benimle coşar, aşıkların gönülleri benimle taşar. Her an yeni bir sır açıklarım, her an başka bir makam tuttururum. Aşk canıma zorbalık yapınca, deniz gibi canım da coşmaya başladı. Benim coşkumu gören kimse, bayılır, sarhoş olur. Çok akıllı olsa bile kendinden geçer.

Yıllardır mahrem olacak birini görmüyorum; bu yüzden susuyorum, kimseye bir sır söylemiyorum. Fakat sevgilim ilk baharda aleme kendi misk kokusunu saçınca, ona gönlümün sıkıntısını söylerim, şikayete başlarım. Onun yüzüne bakınca her müşkilimi çözerim. Sevgili tekrar görünmez olunca, aşık olan bülbül, az söyler olur. Çünkü sırrımı herkes anlayamaz. Şüphesiz bülbülün sırrını sadece gül anlar.”

Bütün bülbüller birbirine benzer. Bütün bülbüller Attar’ın tavsif ettiği gibi davranır.

Ey bülbül sen güle aşıksın ya. Öyle sanırsın ya. Aslında biri var sana aşık. Ve sana aşkını bir gül suretinde yollamış, seni dergahına çağırır. Sana gülden tecelli eden Odur. Şimdi gülü ister yanına al, ister bırak, ama yola çık, Onun dergahında güzelliğin hakikatini bulacaksın, Onu gülden güzel bulacaksın.

Sanıyorsun ya senin dilini bir gül anlar. Gayrı kimse anlamaz. Aslında söylediklerini ne gül anlar, ne sen anlarsın, sözlerini ancak arif olan anlar. Arif sana da güle de bakar, ve buradaki şiirin kime medih olduğunu, sevenin de sevilenin de kim olduğunu ancak dışarıdan bakan basiretli bir göz anlar.

Arif bilir, söyleten de O, dinleyen de O.

Sen şimdi bir rüya içindesin, bu rüyadan bir gün uyanacaksın, o zaman o göz sen olacaksın. Ama gel istersen bu rüyayı rüya içinde tabir edelim, hatta istersen bu rüyayı bozalım, bu mekri kaldıralım, uyanmadan görmeye, ölmeden ölmeye, sırrı güle söylerken sırrı görmeye çalışalım.

Baksana tabiatımız köz gibi yanmaya elverişli, o köze ihtiyacımız bir kıvılım çakıyor, nebi ona üflüyor ve onu bir kor yapıyor. O ateş bizi yakıyor ve tüketiyor. Bak ne kadar az kaldık, yakında küller küllere karışacak. Ateş sönmeden kulak verelim, dinleyelim. O ateş de bize Musa’nın ateşi gibi konuşuyor.

Yahut Hak bize o ateşten konuşuyor. Ya Rabb bana Musa’nın kulakları gibi işiten kulaklar ver.

Bülbülün hikayesi benim hikayem, ateş benim aşkım, işaretim, ayetim. Nağmelerim Mütekellimin dudaklarımdan döktükleri. Gülü içimin ateşinde yaktım. Nalınlarımı çıkardım. Kulaklarımı kabarttım. Kendimi “Benim ben” diyenin ellerine bıraktım. Artık ister bir sıkımlık canımı alsın, ister yaralarımı sarsın. Onun ellerinde olduktan sonra yaşamak da bir ölmek de.

Ben bir Hüdhüd’ün peşinden yola çıktım. Yaşadığım halden, yaşadığım yerden, alıştığım ve sevdiğim benden, başka bir yer, başka bir hal, başka bir ben bulmaya gidiyorum. İnanıyorum ki Allah bir şeyi alırsa yerine ya benzerini ya daha güzelini verir. Biliyorum ki tohumu toprağa atmazsan, ağaca eremezsin. Tohumu sıkan ellerimi gevşettim ve onu usulca avucumdan bıraktım. Bıraktım…

Bakalım bu yolculuk nereye varacak. İlahi ente sahibüssefer. (Allahım seferde arkadaşım sensin.)

  23.05.2011

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut