HİKAYEME MUTLU SON YAZ LÜTFEN!

Mona İslam

“Aklımın beni zehirlediğini fark ettim.” *

Şu insan aynalarındaki yansımam ne tuhaf! Yoksa ben mi tuhafım? Bir öyle bir böyle, bukalemun gibi. Biri bana Allah’tan “akıl-fikir” diledi. Biri ise “çok düşünüyorsun” diye ikaz etti. Ne yapacağım ben şimdi? Yolumu gösterecek biri olmadığına göre, düşünmeden nasıl yol alacağım?

Aslında düşünce yükünü sırtına atacak biri olsa, hep bir adım önde yürüse, düşünce sizi kaldırsa, hata edince affetse, sizden umudu kesmese, size umut verse, düşseniz de sizi bırakıp gitmese, şefkatine güvenseniz, azarlarını bile sevseniz, yararınıza olduğunu bilseniz ne güzel olurdu? Biraz düşünmeseniz, ve o sizin için de düşünse, sizi sizden çok düşünse fena mı olurdu? Öyle biri var mı? Hala yaşayan, yeryüzünde dolaşan, sizin gibi etten kemikten böyle rehberler var mı? Vaktiyle inanmıştım. Artık inanasım gelmiyor. En çok inandığınız şey başınıza yıkılırsa artık inanamaz oluyorsunuz. Belki bu size yapılabilecek en büyük kötülük, belki hakkınızda en hayırlı şey. Durumu nasıl karşıladığınız çok mühim. Ben durumu inancımı, umudumu, güvenimi yitirerek karşıladım. İnsana…

Bir tek ben kaldım elimde. Bu yüzden düşünmeden yol alamıyorum. “Çok düşünüyorsun” diyen bana doğru bildiğini söylüyor biliyorum. Sözüne güveniyorum. Ama ona başka çarem olmadığını anlatamıyorum. Bir şeye güvenmeli insan. Dışarıda bir şey değilse, o kendi içinde bulmalı onu, düşünerek. Elde kalan bu. Ancak nasihat eden de haklı , insan bazen düşünmekten kımıldayamıyor. Duruyor düşünüyor ve hep duruyor. Hayat akıp giderken o düşünüyor. Adım atamıyor çünkü her attığı adım birşeyleri geride bırakacak ve o geride bırakacaklarına duyduğu sorumluluk ve vefa ile, yürümesini acilen salık veren arzu ve ihtiyacının arasında kalıyor. İsimlerin, hakikatlerin arasında sıkışıp kalıyor insan, her bir isim bir yerden çekiyor ve hepsi sanki doğru, ve hepsine birden gidilemiyor. Ölçüyor biçiyor, nereyi tutsa birşeyler eksik kalıyor. İnsanın en çok böyle zamanlarda bir mürşid-i kamile ihtiyacı oluyor.

İnsanın açtığı yaraları yine insan iyileştiriyor.

Terk etmenin sorumluluğunu üzerine alacak biri gerek insana. Yoksa insan vicdan azabından adım atamıyor. Her bir şeye kalbini bağlayan insan, nasıl o bağları çözüp atacak ki, çözemezse nasıl seyr edecek bir yerden bir yere. Gitmek gerek, ama her şeyi de beraberinde götürmeli insan. Gücü yetmiyor ki buna. Bir yol olmalı. Kalbimizin bu şedit arzusuna bir cevap bulunmalı.

“Bir mürşid ara” diyorlar bana. İnsan birine hayatını ve gideceği yolu teslim edecek kadar nasıl güvenir ki? Bu aklın işi değil. İnsan beş yıl sonra sizi nereye götüreceğini bilmeden ve geride bıraktıklarınıza pişmanlıkla kavrulmayacağınızdan emin olmadan birini nasıl izler? Birinin kendisi için iyi olanı kendisinden daha iyi bildiğini nasıl bilir? Kendisini kendinden daha ziyade tanıyabileceği ihtimalini tereddütsüz nasıl karşılar insan? Güvenmek, intisap, bağlanmak, kalp işidir. Akıl işi değil. Akla göre bu bir delilik hali olsa gerek. Büyüklerin söylediği ise bu değil, bu bir nasip işi. Benim de bundan bir nasibim yok. Belki henüz, belki hiç.

“Sevgi yukarıdan aşağı” diyorlar. Bir büyük zatı siz aradınız ve buldunuz sanırsınız, ama aslında o gönlünden bir ipi size atar ve sizi bağlar. O sizi seçer, sizi sever. Sonra siz fakrınıza ve ihtiyacınıza binaen onun yanına gidersiniz. Siz ihtiyacınızı seversiniz. O ise sizi sever. Onunki gerçek sevgidir, sizinki ise bir hayal. Siz sevdiğinizi sanırsınız sadece. Ancak bu hayalin peşinden giderseniz, onun sizi çekip götürdüğü yerde gerçek sevgiyi de bulursunuz. O zaman gerçekten birini sevebilirsiniz siz de.

Gerçek sevgi hiçbir “için” olmadan sevmektir. Cemal ve kemal zatında sevilir ya, onun gibi.

“Seven sevilenden kategorik olarak üstündür” diyorlar. “Allah sizi sevmese siz Onu sevemezsiniz, sevme eyleminin öznesi O’dur. Peygamber sizi sevmese sevemezsiniz, sevme eyleminin öznesi odur, nesnesi ise sizsiniz” diyorlar. İçimdeki bazı sesler, dışarıdan bazı bilgeler. Ben teslim olamıyorum.

Ben sevildiğime inanamıyorum.

Akıl fikir dileyenin rağmına, akıl fikirden biraz azad olmam gerek galiba. Yazarın dediği gibi aklım beni zehirliyor mu yoksa? Aklımı dinlendirmeden kullanıyorum, ondan kapasitesinin üstünde şeyler bekliyorum. Kitaba tabi olanların ortak hastalığı mı bu? Yoksa bana has mı, bilmiyorum. Yıllarca bir öğretinin yoğurmasıyla şekillenince başka bir kalıba giremez ki insan. Ama bir boşluk var. O nerede nereyi, neyi eksik bıraktım, neden mutmain değilim? Neden hala gözlerim birşeyler arıyor. Neden pencerelerde uzaklardan gelecek bir gemiyi bekler gibi oturuyorum. İçimdeki bu “eksik” duyguyu neyle “tamam” edeceğim. Kimi bekliyorum?

Birinin geleceğine neden böylesine ahmakça inanıyorum. Ama inanıyorum…

Hayat gözlerimin önünde bir ırmak gibi akıp gidiyor. Atlamak istiyorum, suyun akışına bırakmak kendimi. Doğru yeri bir seçebilsem, balıklama atlayacağım. Kimi taşlık, kimi dalgalı, kimi soğuk, kimi sığ, kimi derin. Seçemiyorum. Doğru yolu bir bulabilsem, tutabilene aşk olsun.

Beni tutan en sağlam ip, vefa. Biliyorum ki bir vefasızlıkla yola çıkarsan, bir hayra varamazsın.

İnsanlara şaşıyorum. Nasıl da rahat ve kendilerinden emin görünüyorlar. Oysa ben hiç birşeyden emin değilim. Okuduklarım bende “kendini bilme” haline dönüşmüyorlar. Yorulduğuma değiyor mu yoksa bir kafes faresi gibi aynı yerde mi dönüyorum? Bir türlü adam olmuyor nefsim. Kıymetli olan ne karar veremiyorum. Bazen bir şey dünyanın tümünden daha önemli oluyor, bazen de hiçbir şey alakaya değmiyor. Bir yıldız lazım bana, ışığına bakıp yolumu bulayım, bir cetvel lazım bana kendimi doğrultayım. Her geçen gün ellerim daha çok titriyor, yolum eğri büğrü, çizemiyorum bu şekli. Öyle çok soru var ki başa çıkamıyorum. Soruların altında kalıyorum, boğuluyorum. Öyle zamanlarda beni en iyi tanıyanın “akıl fikir” dileyen olduğunu sanıyorum.

Benim onlara birşeyler söylediğimi sanıyorlar. Benim başkasına sarf edecek kelamım yok halbuki. Bizatihi kelama aç olan benim. Kendime üflüyorum tüm dualarımı. Kendime telaffuz ettiğim tüm harfler. Yani bencilim ben. Bu benim serüvenim. Bunlar da sancılarımın yan ürünleri olmalı. Kim onlardan ne aldı, kim insanî vahdetten ötürü hisse sahibi oldu aldırmıyorum. O kadar ülüvv-ü himmet değilim ben. Kendimi arıyorum, bazen bu evin içinde, bazen bir ders halkasında, bazen satırlar, bazen laleler arasında. Artık kendimi bulmaktan ve bulup sımsıkı tutmaktan başka hiç bir şey istemiyorum.

Dengeyi bulmak istiyorum. Dengemi, alemin dengesini, benle alem arasındaki dengeyi.

Sesimi gerçekten birileri duyuyor mu? Ne çok bağırdım çağırdım. Ne çok ağlayıp inledim. Birilerine umutla baktım ve dert anlattım. Bir çare umdum gözlerinde, bir sır aradım sözcüklerinde. Aradım, deniz kıyısına gittim baktım dün, kumların arasında da bulamadım. Seslendim denize ona da sesimi duyuramadım. Sesim yoruldu, kırıldı, kısıldı öylece. Deneye deneye. Çok çabaladım. Bir adım yol alamadım.Hiç kimsenin gözlerinde, sesimi duyduklarına dair bir işaret bulamadım.

Beklediğim her kimse, her neyse, gelsin artık, dayanamıyorum.

Sabırsız bekleyişimin arasında hocamın sesi, “Bir tek mümini sevemiyorsan, bütün çiçekleri sevsen, ona bütün hayvanları eklesen açığını kapatamazsın”. Kaçtığım yere dönmeye zorluyor beni, insanların arasına.

Bazen birinin öfkesi, sizi öfkelendirir. Hala savaşacak gücünüz varsa, öfke öfke getirir. Sözcüklerden kılıçlar çekilir, dil iyice bilenir. Biliyorum, tecrübem çok. Ama bir işe yaramadığı da açık. Karşınızdakini razı etmek de manasız, onayını beklemek de. Gözlerine bakmıyorum artık kimsenin. Aldırmıyorum ne yaptıklarına yahut yapmadıklarına. Boşveriyorum, neyi anlayıp neyi anlamadıklarına.

Bir film izlemiştim, kahraman şöyle diyordu:

“İş aramıyorum, okul aramıyorum, arkadaş aramıyorum, aşk aramıyorum, ben kendimi arıyorum”

O açlıktan ve zayıflıktan ormanın ortasında tek başına yavaş yavaş ölmüştü. Ben de bu kesret ormanında, ruhumun tüm açlık ve zayıflığıyla onun gibi bekliyorum. Bir çare bir deva bir işaret bekliyorum. Umarım sonum onun gibi olmaz, ama ben de onun aradığı şeyi arıyorum. Kendimi. Şükür ki hala aradığım ve bulmayı umud ettiğim bir şey var. Şükür ki kınayanların kınamasına övenlerin övgüsüne aldırmadan, ben diye bir şeyin varlığını, değerini biliyorum, ve kemalinin umudunu taşıyorum.

Allah’ım ben bulamıyorum, beni bul ve bana getir nolur!

Kimsenin benden bir şey umması gerekmiyor. Ben kendimden iyi birşeyler hasıl olmasını umuyorum.

İyi ki O dinliyor, iyi ki O görüyor, iyi ki O burada…

Kendimi bulamazken bile Onun beni bulduğunu, nerede olduğumu bildiğini, beni sımsıkı tuttuğunu biliyorum. Kayıp değilim, sadece ben nerede olduğumu bilmiyorum. O biliyor ya, bana da öğretsin diye bekliyorum.

O'ndan hikayeme mutlu son yazmasını diliyorum.


* Kendine Bakma Kitabı, Cem Mumcu (Tavsiye ederim)

  16.05.2011

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut