Karanlığa Perde Çekebilmek

Aytekin Akar

HAVA KARARIYORDU. Ömründen kasvetli bir günün daha eksildiğini düşündü. Doğrusuyla eğrisiyle, günâhıyla sevabıyla işte bir imtihan günü daha geri gelmemek üzere bitiyordu. Yüzünü ellerinin arasına alarak derin düşünceler içerisinde mazide hızlı bir yolculuğa çıkmaya hazırlandı.

Önce, insan olarak kısa vadedeki geçmişi inceden inceye nasıl sayıp dökebildiğimizi düşündü. İki hafta önce, bir yıl önce, geçen yıl bu zamanlar… En yakın zaman diliminde yaşadıklarımızı belki dakikalarına kadar hatırlayabiliyorduk. Biraz uzaklaştıkça onları, günler, haftalar, daha da uzaklaştıkça aylar ve yıllarla ölçerek anıyorduk. Zamanda ne kadar çok eskilere gidersek, hadiselerin ekseriyetini ve teferruatını, kesin olarak ne zaman gerçekleştiklerini hafızamızın en derin köşelerinde bile bulamıyorduk. Çok önemli bile olsa, yaşadıklarımıza dair görüntü, ses, duygu ve düşünceler zaman ilerledikçe eskiyen uzuvlarımız gibi aşınıp nasıl da siliniveriyordu? Oysa bir bilgisayar hafızası gibi, yaşadıklarımız, teferruatıyla birlikte dosyalara kaydedilircesine hafızamızda muhafaza edilse idi ve biz en azından benzer hadiseler yaşarken bu kayıtları açıp faydalanabilseydik diye aklından geçirdi. Kim bilir o zaman belki de, aynı hatalara, aynı günâhlara defalarca düşmeme imkânı da edinebilirdik.

Derin bir iç çekti. Elbette hiçbir şeyi tamamen unutmak için yaşamadığımızı düşündü. Ama hatırlamak istemediğimiz hatıralarımız, hatırladıkça pişmanlık hissettiren hatalarımız da yok muydu? Ya yitip giden, asla geri gelmeyecek olan, hasret ve tebessümle yâd ettiklerimiz… Gelip geçen hepsinin kalıntılarından, kalan ömrümüze ders olarak serpiştirebildiklerimiz de olmuyor değildi. Üstelik unutmanın da başta acizliğimizi bilmek olarak, pek çok hikmeti olduğuna inanıyordu.

Gözleri kısıldı. İnceden inceye hatırlamaya çalıştı. Yıllar önce, açıkça geliyorum diyen büyük bir üzüntü yaşamıştı. Ona göre, canla başla olan tüm çabaları âkim kalınca, sonunda koskoca dünya kendisine daracık bir zindan gibi gelmişti. Üstelik uzun bir zaman büyük ümitler taşımış, araştırmış, benzerini yaşayan başkalarına danışmış, iyi bir netice uğruna belki yanlış ve belki doğru tercihler yapmışken, en sonunda hepsinin hiçbir işe yaramamış görünmesi onu kahretmişti. Çok vahim yanlışları olsa da, iyi niyeti, gayreti ve samimi yakarışlarına rağmen, neticenin bu şekilde gerçekleşmesi onu çok yormuş, yıpratmış ve hayattan kopartmıştı.

Aradan uzun yıllar geçmişti. Yine her şey belli bir mantıkta, belli bir güzergâh tutturmuş yol alırken, aniden bir büyük sarsıntının daha kaderinde yazılmış olduğunu öğrenecekti. Yanlışları bir yana, son anda elinden geleni yapmasına rağmen neticenin değişmesine yine tesir edememişti. Payına yine uzun zaman dünyaya sığınamamak, zaman zaman nefesi daralmak, tüm olan biten için gece gündüz gözyaşı dökmek düşmüştü. Ama bu sefer, sanki böyle büyük bir acıyı ilk defa yaşıyor gibi hissetmişti. Aslında benzer dönemlerde, bir çok yönüyle benzer acılar hep yaşanıyordu. İnsan yıpratıcı bir acıyı tadınca, uzun süre kendisine gelemiyor, başka bir âlemde yaşamaya başlıyor, ama sonra belki biraz da mecburiyetten yavaş yavaş dünyaya dönüyordu.

Büyük acılar asla unutulmuyor, sadece zamanla kabuk bağlıyor ve alışılmış oluyordu. Ufak tefek sıkıntıların ise, sonundaki rahatlamalarla teselli bulunarak, üzerleri kapatılıp bir köşeye kaldırılıyordu. Asıl unutulan belki de acılara düçâr olurken yapılan hatalar, düşülen tuzaklar, işlenen günâhlardı. Hatta sırf insanın kırıp döktükleri değil, doğru yolda çabalamaları da, duaları, sabrı, rızası ve tevekkülü de zamanla en çok unutulanlar içinde kalabiliyordu. Velhâsılı, belki de, maalesef yaşanan dertlerden alınan derslerdi genelde unutulan.

Güneş ufukta kaybolmaya başlamıştı. Birden dertleri güneşe benzetti. Yaz mevsiminde doğrudan ışıklarına mâruz kalınca yavaş yavaş yakıp kavurur ya insanı, sonra da usulca çekilip gider. Geride yanık, sızlayan bir ten bırakarak. İşte öyle, dertler de insanı bazen yavaş yavaş, bazen ansızın saran ateşler gibidir. Yanıklarından derin olanlar, hiçbir estetik muamelenin gideremeyeceği izler bırakır. İnsan, dıştan kavrulurken, içten de pişemiyorsa yandığıyla kalır. Dertler, yakıcı bir güneş gibi en tepede ve biz de altında kalakalmışken, dayanabilmemiz ancak kıblemizden esen serinlikle mümkün olabilir.

Gafletle geçen sıkıntı dönemlerini aklına getirdi. Çoğu zaman düşünememişti. Oysa, büyüğüyle küçüğüyle yaşanan her sıkıntı, imtihan sorularının en zorlarını başarmak, en yüksek notları elde edebilmek için birçok insana nasip olmayacak birer altın fırsattı. Dertlerle ve zorluklarla kıvranılan anlar olmasa, ferah ve suhuletle geçen zamanların kıymetini nasıl anlardık? Farzları, sünnet-i seniyeyi hiç terk etmeden, sabrı, şükrü ve tevekkülü de donanarak, bizi dünyada görevlendiren Rabbimize tam bir teslimiyetle müracaat edip, çareyi, devayı O’ndan talep etmek, vakti böyle zamanlarda giren ibadetlerdir. Kimi erken, kimisi biraz daha geç, hayatımızdaki tüm ışıklar bir bir sönerken, ümitsizlik girdabına kapılıp kendimizi adadığımız ışıklarla birlikte biz de mi sönüp gidelim? Görünürde hayatımız kararırken, beraberinde yüreğimizi de mi karartalım? Rabbimizin inayetiyle, hiç sönmeyecek ışıklar yakmaya var gücümüzle çabalamayalım mı?

Sırtındaki mevcut sıkıntılarının hafiflediğini hisseder gibi oluyordu. Önemli olan esefle andığı, ne asla geri gelmeyecek olan mazisi, ne de nasıl, ne şartlarla gelecek olan, gelip geleceği bile belli olmayan istikbali idi. Önemli olan, yaşadığı şu andı. Her ânı, ne derece itinâlı, bilinçli geçerse, kendi üzerine düşeni de o derece yerine getirmiş olacaktı. Acı tatlı yaşadıklarını ibret sayıp, mazisine bir perde çekerek, şu ândan itibaren geleceğe hazır olmaya çalışmalıydı.

Oturduğu yerden kalktı. Doğruldu. Pencereden, dışarıda tüm ağırlığıyla çökmüş olan zifiri karanlığa gülümsedi. Yavaşça perdeyi çekerek hayatına döndü.

  01.05.2011

© 2021 karakalem.net, Aytekin Akar



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut