Çıkıntı

"SÜRTÜNME KATSAYISI" diye bir şey vardı gençliğimde. Hala ÖSS'de sorulur mu bilmem? Yürürken ayağının altında bitiveren... Uçan her şeyin kanatlarına takılıveren. Tekerleklerin, vidaların, çivilerin, düğmelerin başına teklifsiz geliveren... Hesapların hemen hepsinde "yok sayılmaya", "sıfır kabul edillmeye" alışmıştır alışmasına ama.. İlle de orada bulunur. Adı üzerinde katsayıdır, "sayı" bile değil... Öylesine otoriter yani. Öylesine vazgeçilmez. Öylesine yakadan düşürülemez. Sinek gibi... Küçük ama mide bulandırır.

Onca itibarlı, yüksek rakamların arasından birden başını kaldırıverir. Ceee! Pürüzsüz ve gürültüsüz akıp giden hesapların ortasında pat diye çıkagelir. Böööö! Diyeceğim o ki, bu sürtünme katsayısının zıpçıktılığı, sosyal alemimizin, medya evrenimizin de bir gerçeğidir.

Diyelim ki güzel bir iş yaptınız, az buçuk da itibar sahibisiniz. Ömür boyu, eleştirmekten başka başarısı olmayan biri çıkagelir, eserinizin bir köşesine sürtünür. Değil bardağın dolu tarafını görmek, boş bir bardağa tek bir damla suyu doldurmayı bile fazla görmüşün teki, bardağınızın üzerindeki dudak payını bile eksiklik ve kusur, ihanet ve ihmal deyu cümle aleme ilan eder. Sürtünür. Hele de, gaflete gelip, safdillik edip azıcık ciddiye aldıysan, cevap yetiştirmeye kalktıysan, sürtünenimiz birden katsayılaşıverir. Kendini vazgeçilmez, yeri doldurulmaz, kıymeti ölçülemez bir temel fizik kuralı haline getirir. Farkına varmadan, sürtünmeyi beslemeye, çoğaltmaya, derinleştirmeye, başlarsın. Hele de dava açmaya kalkarsan, mahkemelere celb edersen, sürtünenin keyfine diyecek olmaz. Sizin resminizin yanında bir de onun resmi yayınlanır. Google'da isminizle birlikte sürtünen hazretin adı da sık sık geçer. Birlikte boy verirsiniz. Bir tür simbiyoz yaşama geçersiniz.

Sürtünenin senin üzerinden yeni yeni güçler kazanır. Ta ki sen "ihmal edilebilir", " sıfıra yuvarlanabilir" bir luzumsuzluk, o ise Avagadro sayısı gibi unutulmaz, Newton yasaları gibi karşı konulmaz bir gerçeklik oluncaya kadar... Bir kere böylesi bir "eleştiri"yi (!) ciddiye aldığımda, bir düzeltme yahut ince bir özür beklemiştim. Aksine cevabımın "sürtünen"ime gaz verdiğini hayretle müşahede ettim. Böyle yaparak benden yeni yeni gazlar istiyordu üstelik. Hele hele alttan almak adına söylediklerimi cımbızla seçip manşete çekmesi yok mu? O haklı, ben ise hain... Ben hain isem, yeniden yazmalıyım, sataşanıma yeni sataşmalar için alanlar açmalııyım.

Sonra sonra, yukarıda zor da anlatmaya çalıştığım fizik kuralını öğrendim de susmayı tercih ettim. İyi de oldu. Tam da o sıralarda sevdiğim bir yazar ağabeyimin (kendisi Ahmet Turan Alkan olur) "Çıkıntı" başlıklı bir makalesini okuyunca ateşim düşmüş, kızgınlığım tebessüme dönüşüvermişti. Ne diyordu o yazıda? "Bu gibiler anadan üryan İstiklal Caddesi'ni bir baştan bir başa yürüse bile, bir an bile dönüp bakmayacaksın, bak o zaman ne yapıyorlar" mı ne... Doğruya doğru...

Şimdi şöyle bir bakın etrafınıza.. Gazeteleri karıştırın. Köşe yazarlarını bir tarayın. Televizyon ekranlarına, mideniz sağlamsa, bir kez daha bakın.

Kimler ille de polemikten besleniyor?

Hangi tipler sataştıklarına uzattıkları kuru ekmeğini sataştıklarının cevaplarıyla yağlıyor?

Sürtündüğünün direnmesiyle sürtünme katsayısını giderek artıranlar kimler?

Karşı çıktığının karşı çıkmasıyla çıkıntılıklarını yeniden sivriltenler kimler?

İki taşı üstüste koyamamışların, iki taşı bir arada görür görmez tekmeleme içgüdüsüyle hareket etmelerine verilmiş bir sendrom adı var mı acaba?

Küfür ve sövgü çöplüğü, kibir ve gurur sözlüğıü yalap şalap karalamalarının bugünden yarına kalacak bir geçerliliği var mı acaba?

Erişemedikleri üzümlere ekşice karşılıklar bulmaya çalışan lügat yazarlarının hiç olmazsa birini diriltecek bir diri cümlesi var mı orta yerde?

Çekemedikleri adamların fotoğraflarına bari salyalarını dokundurmakla itibar devşirenlerin hayırlı bir işini gördünüz mü bir yerde?

Etraflarından hiç görmedikleri, kendilerinde zaten hiç görünemeyen samimiyeti bir başkasında görür görmez, uyuşturucu işinde istihdam edilen özel yetkili ve yetenekli mahluklar gibi şıp diye "sahtelik" kokusu olan ve birden hırlayanların adam olduğunu gördünüz mi hiç?

Boşuna beklemeyin, isim de ipucu da vermiyorum. Onları siz benden daha iyi tanırsınız. Bu yazıyı sakince yazdım. Sandığınız gibi bir öfke yazısı değildir, becerebildiysem biraz ironi koksun istedim. Bununla birlikte bir kaç ciddi hedefi de vardı yazının. Biri, epeydir hatırını soramadığım sürtünme katsayısını hayırla anmak. Diğeri, ne zamandır lügatlerin içinde boynu bükük bıraktığım, pek kullanamadığım "çıkıntı" kelimesini cümle içinde kullanmak. Bir de, yazı alemine "Çıkıntı" başlıklı ikinci bir yazı daha kazandırmak.. Oldu mu?

  17.05.2011

© 2021 karakalem.net, Senai Demirci



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut