Çabuk koşan kazanıyor

Mona İslam

"Gelen Hak giden Hak, sen adam gibi bak!"
-Mustafa Tatçı


GECENİN ORTA YERİNDE bir çığlıkla uyanıyorum. Kalbim küt küt atıyor. Tam da bir rüyanın ortasında beklenmedik bir biçimde uyandığımdan olsa gerek gerçekle hayali ayırt edemiyorum önce. Evet, ses gerçek, bir kadın çığlığı bu, “Yardım edin!” diye bağırıyor. Bir yığın kurgu geçiyor kafamdan, gece gece bir kadın, acaba kaçırılıyor mu? Acaba dayak yiyen bir kadın mı? Acaba birilerinin elinden kaçmış bir çaresiz mi? Pencereye koşuyorum, ama ben de korkuyorum. Pencere tarafında yatan eşimi uyandırıyorum. Kalk kalk, birşeyler oluyor, kalk yardım et! Onun uykusu derin, çığlığı duymuyor, ama benim sesime geliyor, koşuyor pencereye.

“Yerde yatan bir adam var” diyor. Bakıyorum perde aralığından, polisler de var. Eşim hemen iniyor aşağıya. Kızım korkuyla uyanıyor, sakinleştirip yatırıyorum yerine, “Tamam kızım babana bir şey olmadı, yardım etmeye gitti.” Ben bakmaktan başka bir şey yapamıyorum, evde çocuk var çıkamıyorum. O da ne! Yerde genişçe bir kan lekesi var. Polisler bu yüzden mi burada, bir yaralanma mı var? Bir kadın dövünüyor ve polislere sövüyor, “Hiç yardım etmediniz!” diyor onlara. Ambulansı bekliyor polis, adam yerde kanlar içinde. Kadının içi elvermiyor adamı yerde öyle bırakmaya, ama kendi de kaldırıp götüremiyor. Kendimi düşünüyorum, insan her şeyden kendine yol bulmayı beceriyor. Benim başıma böyle bir şey gelse? Allah korusun. Ben de yerde yatan eşimi kaldırıp götüremem ki? Allah korusun. Oralarda koşuşan bir genç kız var, gecenin soğuğunda üstünde bir penye tişörtle annesini sakinleştirmeye çalışıyor. Bir kadın ve bir kız, can havliyle eşlerine, babalarına ne olduğunu anlamaya çalışıyorlar.

Polisler yerde yatana dokunmuyor,usul mü böyle bilemiyorum, ekip arabasına koyup hastaneye de taşımıyorlar. Orada eşimin dışında, bir de apartman görevlisi var. Bir araba duruyor, belli ki o ailenin arabası, eşim adamı kucaklıyor, arabanın arkasına atıyor, direksiyona geçiyor ve gidiyorlar. Geride koskoca bir kan gölü. Yine kendimi düşünüyorum, ben bu kadar kanasam ölürüm her halde, bende trombosit düşüklüğü var. Eve bakıyorum, eşimin cüzdanı, telefonu burada, ne yapacak, nasıl geri dönecek, ben de onun telaşına düşüyorum.

Neden sonra saate bakıyorum. Beş buçuk. Bekliyorum, başka çare yok. Hatırıma Efendimiz’den nakille söylenen, hocamdan öğrendiğim “Allahın ilahi nefhaları vardır, onları hissettiğinizde onlara taarruz edin”, “fe tearrazu ileyha” deyişi geliyor. Hafıza denilen hazineye şükrediyorum. Orada merhamet edilmesi gereken bir can vardı, ve eşim bu ilahi nefhaya taarruz etti. Böyle düşünmek içimi rahatlatıyor. Kapı çaldı. O da ne! Eşimin üstü kan içinde, üstündekileri alıp hemen makineye atıyorum tekrar değişip gidiyor, “Kadının bana ihtiyacı var” diyor. “Başka kimse yok.” Aceleyle cüzdanını ve telefonunu veriyorum. Sırtını sıvazlıyorum “Git tabi, git” diyerek. Tekrar hastaneye gidiyor. Yüzüne bakarken orada merhameti görüyorum.

Nefha, üflemek demek. Bunlar Allah’ın üflemeleri, hadis Ona üflemeyi izafe edince biz de edebiliyoruz. Bu üfleme/nefes alelade bir şey değil, bir fırsat, bir imkan, içinize dolduğunda sizden bir yepyeni bir varoluş üreten bir nefes. Onu içinize çekince İsa’nın üflediği çamur parçası gibi kuş oluveriyorsunuz. Bambaşka bir hale dönüşyor, hayatlanıyorsunuz. İman hayatın hayatı ya, öyle bir hayatlanış işte bu. Yahut sizden neyzenin neyine üflediği gibi bir sada çıkarıyor. Bu musika-i ilahi. Siz aletsiniz, bir tecelliye, bir sanat eserine alet. Marangozhanedeki aletler gibi. Usta sizinle çalışıyor. Bir tuvalsiniz, resim sizin üzerinize yapılıyor.

İlahi nefha olunca, hem cemalî, hem celalî olabiliyor. İlahi oluşu bu anlama geliyor. İlahiyyet, Allah ismi gibi bütün isimleri cem eden bir makamın adı. Her bir isimden gelebilir nefhanız. Kimi zaman merhamet edilecek bir insan, kimi zaman bahçenizdeki, güzelliği fark edilip “tebarekallahu ahsunul halikiyn” dedirten beyaz sümbüller, kimi zaman işiniz varken Kur’an dersini size devreden bir arkadaşınız. İlki rahmet, ikincisi cemal, üçüncüsü ise ilim nefhası. Bazen de yolunuz karşı yönden ters gelen bir kaba saba adamca kesilir de, arabayı geri almıyorsunuz diye, ters yöne giren sizmişsiniz gibi size çıkışılır ya, sırf kadınsınız ve sizden güçlü diye dayılanır ya, işte nefha-i sabır. Yakaladınız mı, içinize çektiniz mi? Sizden daha şanslısı bulunamaz.

Bunları düşünürken ve rahmet nefhasına koşan eşimin hesabına sevinirken, kızım kalkıyor ve “bütün ışıklar sönük anne” diyor. O bile fark ediyor. Yaralanmış bir komşuya yardım edecek kimse yok buralarda. Ya gece diye böyle, herkes çok derin uyuyor.Ya da gerçekten herkes çok derin bir gaflet içinde uyuyor. İlki olmasını diliyorum. Ancak herkes gafil olsa da Allah düşene bir el ile mutlaka yardım ediyor. Onun yardımının gelişi insanların gafletinden azade. “Elhamdülillah” diyorum.

Böyle insanların yüz çevirdikleri zamanlarda “Allah bize yeter” diyebilmek gerekiyor. Ancak burada bile bir teşbih var ki, biri o ilahi nefhaya koşuyor. Allah attığında atan el olmak için orada hazır bulunuyor. Biri o rahmete müşteri, biri ona talip, biri iyi olana hala destek veriyor. Allah’ın rahmeti o biriyle geliyor. O zaman “İbrahim tek başına bir milletti” sözünü anlıyorum. İnsan Allah’ın rahmet eli olmaya talip olunca tek başına da olsa “millet” oluyor.

Eşimin kahramanını hatırlıyorum sonra, şehrin öte yakasından koşarak gelen adam. O olmaya çalışıyor. Ne güzel!

Ancak koşmamak kadar, koşunca “ben koştum, ben duydum, ben yaptım, ben olmasaydım” demek de aynı derecede tehlikeli. İnsan kendi kendine “YAPTIĞINDA SEN YAPMADIN, ALLAH YAPTI” diyebilmeli. Bu tevhidin ikinci makamı olan “La faile illallah” demek bir nevi. Yahut “La havle ve la kuvvete illa billah”, zikri çekebilmek, hal diliyle. Yoksa “Ben yaptım” de, elinden çıkan ameli kaldırıp at çöpe. Su musluktan, ama musluktan değil, barajdan geliyor. Amel bizden ama bizden değil. Ondan geliyor.

Ezan okunuyor. Eşim eve geliyor. Sanki bu ezan bir müjde gibi. Onun adına. Üşümüştür. Şimdi çarçabuk kahvaltıyı hazırlayıp bu kadar merhamete talip bir adamın sıcak bir çay içmesini temin etmem gerekiyor. Ben de kahvaltıyı hazırlamaya taarruz ediyorum. Benim nefham ona kahvaltı hazırlamak, nefha-i nimet, Mün’im’den geliyor. Yahut nefha-i kerem, Kerim’den sudur ediyor. Elimden bu geliyor. Sonra “Ben yaptım ama ben yapmadım” diye mırıldanıyorum sessizce. Bu paradoksa bayılıyorum.

Sofrada “Allah’ın ilahi nefhaları vardır onları hissettiğinizde hemen taarruz edin” hadisini eşime söylüyorum. “Dilerim Allah öyle yapmışız sayar” diyor. “Dilerim Allah bize de ihtiyaç duyduğumuzda yardım edecek birilerini çıkarır.”

“Amin”

İlahi nefhaları kaçırmamaya gayret etmek gerekiyor. Bazıları gecenin bir yarısında geliyor.Hocamın sözlerini hatırlıyorum, en evvel gelene bir deve kesmiş sevabı, en son gelene bir yumurta tasadduk etmiş sevabı. * Ne kadar çabuk koşarsanız o kadar hisseniz var.


*Namaza camiye gelmede erken davranmak konusunda Efendimizin bir hadis rivayetine binaen her tür ilahi nefhaya koşmada alınacak sevabın büyüklüğüne bir misal.

Not: Yaralı komşu hastanede kendine geldi, hayati tehlikeyi atlattı. Çabuk yetişmese kan kaybından ölebilirmiş. Doktorlar öyle söylemişler. Oğlu eşime bir çiçek getirerek mukabele etti. Halbuki bizim onlara bir çiçekle gitmemiz gerekir. İncelik ve letafet işte. Beyefendi hastaneden çıksın, eve gelsin ziyaretlerine gideceğiz inşallah.

  18.04.2011

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut