SEN Mİ BÜYÜKSÜN?

Mona İslam

İnsanların kalbini kırmaktan çekinmeyen biriydi. Bunun için kelimelerin en köşelilerini büyük bir titizlikle seçerdi. Sözlerinin etki gücünü bilirdi. Onları Sözler Sahibi’nden almıştı. Onun cümlelerini neşteriyle incecik kesip mizacına uygun olanını alır, ötesinden anlamazdı. Okuduğunu kendini değiştirmek için okumazdı. Neden değiştirsin ki, o kendinden memnundu. Öğretmeni “Ben kendimi beğenmiyorum, beni beğenenleri de beğenmiyorum” demişti. O sadece “Beni beğenenleri beğenmiyorum” diyordu. Eşitlikçiydi, ayırt etmeden hata yapan herkese sert davranırdı. Tavsiye ettikleri başka, uyguladıkları başkaydı. Kırdığı kalpler kadar, inşa ettikleri de vardı. Yani durum o kadar da kötü değildi. Hesabı iyi yapmıştı. Hesapları tutacaktı. Yanlış hep başkasındaydı. Bilmediği bir şey vardı. Cetvel olarak kendini kullanmıştı.Yazık ki, doğrusu eğri çıkacaktı. Neyse, kendini aradan çıkarmak için hala zamanı vardı. Allah lütfederse bunu bir gün başaracaktı.


BİR ŞEYİ hatırlayarak uykumdan uyanıyorum. Bana ihtarlar ekseriyetle uykuda geliyorlar. Allah diyor “Azamet ve kibriya izarım ve ridamdır, kim onlarda bana ortaklık iddia ederse onu Kahhar ismimle karşılarım”. Fütuhat-ı Mekkiye’nin sayfalarından düşen bir hadis çevirisi bu hafızama. Allah büyüklük ve yüceliği kendisine has kılıyor. Maddi manevi, statü veya kariyerle ilgili, kişilik ya da ahlakla ilgili, her tür büyüklük vehmi bizi Kahhar’ın karşısına çıkarıyor. Allah’ın vaidi bu.

Bir vakitler bir ağabeyime “büyük” olduğunu ifade eder mahiyette birşeyler söylemiştim. Hemen sakınarak “Büyük Allah’tır” demişti. Maşallah. Şimdi, okuduklarımdan sonra daha iyi anlıyorum ki sakındığı şey Kahhar ismi idi. Manen “Allahumme inni auzu bike minke” (Allahım senden sana sığınırım, yani bir isminden başka bir ismine iltica ederim) demişti. Karşımızdakinin iltifatı dahi olsa, sevgiyle de söylense, insanın her tür büyüklük tavsifinden sakınması lazımdı. Bunu kabul etmek, azabı kabul etmek demekti. Tehlikeli imtihan…

“Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma, çünkü sen ne azametinle ne yeri yaratabilirsin ne dağlarla ululuk yarışına girebilirsin.”(İsra 37) Efendi Allah’tır. Büyük Allah’tır. Biz hor ve zeliliz. Her gün başımızı beş kere yere koymakla bunu fiilen ilan ettikten sonra, kendimizi büyüklük vehmine kaptırmak, yaptığımız işlerin çokluğuna bakmak büyük aldanış. Yaptığını sen yapmadın ki, Allah yaptı, sen sadece orada bulundun. Neden, yüksek hamiyetinden mi, hayır, o fiilin içinde bulunmaya en başta senin ihtiyacın vardı. İnsan olmaya duyulan ihtiyaç. Yapmasaydın, insan olamazdın. Büyüklenecek bir şey yok. Hiçbir varlık, var edildiği şeyden ötürü büyüklenmiyor.

İbnül Arabi insanın kendini büyüklük vehmine kaptırmaması için “Elbette göklerin ve yerin yaradılışı insanın yaradılışından büyüktür ama insanların çoğu bilmezler”(Mü’min 57) ayetini gözümüzün önüne getirir. Bu bize kendinden menkul bir bir büyüklük duygusu değil, Allah’ın yaratışından gelen bir büyüklük duygusu da taşımamamızı öğütler. Zira mü’min bu ikincisine daha meyyaldir. Mesela her seferinde insanın meleklerden üstün olduğunu böyle bir keyifle söyler. Böylece “Ben büyüküm” demek dini bir kisveye bürünür. Kibir bildik kibirdir. Halbuki hakikat tümüyle öyle mi?

İnsanın meleklerden üstün olup olmadığı İslam mütefekkirlerince bir tartışma konusudur. Bir grup ‘üstündür’ der, ancak onlar da bu üstünlüğün tüm insanlara teşmil edilemeyeceğini, bazı insanların meleklerden üstün olduğunu ehemmiyetle belirtirler. Bunlar insan olma potansiyellerini kuvveden fiile çıkarmış olanlardır. Yani insan-ı kamiller. Ancak onlar için meleklerden üstün olmak sözkonusu olabilir.Yoksa nakıslığı nispetince aşağıdadır insan, semada ne işi var. Kendini bilen yerde süründüğü halleri de bilir.

Bir grup alim ise insanın meleklerden üstün oluşunu, melekleri iki sınıfa ayırarak izah eder. İbnül Arabi bunlardandır. Ona göre insan, alemin meleklerinden üstündür. Onlar kendisine teshir edilen eşyanın melekleridir. İnsana secdeye, onlar çağırılmışlardır. Oysa mele-i alada daha büyük ve yüce melekler vardır. Bunlara kerrubiyyun melekleri denir, onlar Allah’a yakın olanlardır. Onlar secde emrine muhatap olmamışlardır. Allah’ın şeytanı secdeye çağırırken “Yoksa yücelerden mi oldun?” deyişini buna delil gösterir. “Yani secde emrini muhatap almadığına göre, kendini o yüce meleklerden mi sanıyorsun. Hayır sen alemin bir parçasısın, secde edeceksin.”

Burada mühim olan, hangi melek türlerinin olduğu değil, insanın kategorik olarak tüm meleklerden üstün olmadığının belirtilmesidir. Bu anlayışa göre insan, kamil olsa dahi bazı meleklerden üstün olamaz.

İster ilk kategorideki muhakkiklerin görüşüne ister ikincisine ittiba edin her halükarda kendinizin melek-insan yarışında nerede olduğunu bilemezsiniz. Alimlerin bu konudaki titizliği, kendisine verilen halifelikten dolayı edebi ve tevazuyu değil, aleme caka satmayı tercih edene bir uyarıdır. Zira insan mü’minse, kuşkusuz Allah’tan büyük olduğunu iddia etmeyecektir. Ancak azamet ve kibriya sıfatlarında ortaklık için, illa Allah kadar büyük olduğunu iddia etmeye hacet yoktur. Bunun için diğer mahlukattan daha büyük olduğunu iddia etmek yeterlidir. Oysa yerde ve gökte ne varsa secde eder, bir an bile vazifeden şaşmaz, sen öyle misin? Nasıl büyüksün sen?

Hz. Peygamber kendisini Musa (as) ile karşılaştıranlara, beni Musa’dan üstün tutmayın derken bu hakikate işaret ediyordu. Üstünlük iddiası Seyyid-i Beni Adem’e bile yakışmıyorsa, Allah ona bile Cibril’in lisanı ile “TEVAZU YA MUHAMMED” buyuruyorsa biz ne hakla tekebbür ediyoruz.

Kulluğundan dolayı mı üstünsün? Bak ne diyor Seyyidin “Sana hakkıyla kulluk edemedik Ya Mabud”, o halde sus, o böyle derken, sen hangi kulluktan söz ediyorsun!

İnsan topraktan gelir. Toprağın alemdeki hakikati tevazudur, mahfiyyettir. Bu kendini küçükmüş gibi göstermek değildir. Kendi küçüklüğünü bilmektir. Üzerimizde güzel ve büyük ne varsa Allah’ındır. Bu yüzden Adem yeryüzüne indirildiğinde ve kendisine kabenin mekanı öğretildiğinde meleklere sordu:

“Siz nasıl ibadet edersiniz?”

Onlar tesbih cümleleriyle cevap verdiler.

Adem onlara “Ben buna ‘la havle vela kuvvete illa billah’ ekleyeceğim dedi. Zira daha önce kuvveti ve eylemi kendine izafe eden bir varlık çıkmamıştı, Adem bu varlıktı, bu cümlesiyle meleklerin gözünde temize çıktı.

“La havle ve la kuvvete illa billah”

Büyük sadece Allah’tır. Hakiki mümin odur ki kendini herkesten kusurlu, herkesten daha eksik bilir. Zira insan kendi kendine kalınca acizliklerini, kusurlarını, açmazlarını, zaaflarını pekala bilir. Kimsenin kendiyle başbaşa kaldığında bir büyüklük vehmi yoktur. O halde yalan söylemeyi bırakalım.


Not: Nefsime yazılmıştır, kimse üzerine alınmasın. Ancak dileyen benimle birlikte söylesin. Ben kendi vehmimden arınmaya çalışıyorum. Benim bütün derdim kendim. Kendinden öte dert olmaz.

  04.04.2011

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut