MERAKLISINA KÜÇÜK NOTLAR

Mona İslam

ON İKİ YIL sonra yeniden fizik çalışmaya başladım. Her şeyi unutmuşum. Şimdi, bugün bildiklerimle eski bildiklerime dönünce, onları bambaşka buluyorum. Tecellide tekrar yoktur diye mırıldanıyorum. Hiçbir şey onu bıraktığınız yerde bıraktığınız biçimde kalmıyor. Her bir mesele zahiri anlamı dışında, o anlamın hemen ardında, başka birşeyi gösteriyor. İşaret ediyor, ima ediyor. Semboller göze batacak gibi değil, ama göz ardı edilesi hiç değiller. Çağrışımlar muhayyileme, musavvireme yağmur gibi peşpeşe neşeyle iniyorlar. Beni kapıp götürmelerine tebessümle izin veriyorum.

Elektrik yüklü bir cismi topraklamak üzerine birşeyler okuyorum. Cisim artı yüklü ise toprak ona elektron verir, cisim eksi yüklü ise toprak ondaki fazla elektronları alır. Böylece cisim yine nötr, yani artı ve eksi yükleri dengeli bir hale(itidal haline) döner. Bu bana namazı hatırlatıyor. Günde beş kere yüzümüzü toprağa sürme eylemini, bedenlerimizin de elektrik iletkenliği var. Belki ruhlarımızın bile. Belki de ruhun ve bedenin kendisi birer artı ve eksi kutup, ve bizde her vakit itidali bozacak şekilde biri öne çıkıyor. Namaz bunu düzeltiyor. Ne kadar topraklama, o kadar denge, ne kadar namaz, o kadar itidal.

Ben de derslerin bunaltısından namaza “fefirru ilallah” diyerek kaçıyorum.

Tasavvuf dersindeyim, hoca peygamberimizin alemlere rahmet oluşunu, ama rahmeti bu kadar çok olsa da, Rahman olmayışını anlatıyor. Aklıma daha yeni okuduğum mercekler ve aynalar geliyor. Bir yansıtıcı cisim, bir ışık kaynağının tüm özelliklerini yansıtabilir, ama yine de bizatihi ışık kaynağı değildir. Uzaktan öyle sanabilirsiniz. Ama yakına gidince hakiki mi, mecazi mi anlarsınız. Tıpkı yansıtıcı cisimlerde olduğu gibi…

Bir de renk bilgisi çok ilgimi çekti. Beyaz ışığı bir prizmada kırıyorlar, kırmızıdan mora renk tayfı ortaya çıkıyor. Bildik bir şey. Ama bu kez bana yeni bir şey söylüyor. Beyaz ışık gibi Nur ismi aleme gelir, biz prizma gibi maddi ve kesif cisimlerimizle onu kırarız. Hiçbir insanda bu ışık kırılmaya uğramaksızın yansımaz. Ancak beyaz ışık en çok mavi ve morda kırılır, en az kırmızıda. Kırılma, sapmadır, geliş doğrultusundan ayrılma, yön değiştirme. Olduğu gibi kalmama, belki bozulma. Hatırıma hemen tasavvufta nefs-i emmarenin renginin mavi oluşu geliyor. Mavi beyaz ışığı en çok saptırır. Kibrit-i Ahmer de denilen en yüksek velayet makamı ise kırmızı renktir. Kırmızı ışığı en az saptırır. Acaba tesadüf mü?

İspat aramıyorum, elle tutmayı deneyip misal alemime gelen latif suretleri incitmiyorum, hayal melekesi insana bilgiyi ispat istemeden sunuyor. İçimden bir ses bana ‘hakikati avuçlayamazsın, sadece kabul et’ diyor.

Işığın sadece renklere göre değil, ortamlara göre de kırıldığını, saptığını biliyordum, ama böyle bilmiyordum. Işık gerçek haliyle boşlukta bulunuyor, havada en az, suda biraz daha fazla, cam gibi katı ama saydam bir cisimde daha fazla kırılıyor. Hava bana ruhumuzu, su aklımızı, cam ise cismimizi ve ona bağlı nefsimizi hatırlatıyor. Hakikat en az sapma ile ruhumuza, sonra aklımıza, sonra nefsimize ve cismimize ulaşıyor. Yalın hali boşlukta. Buna fena deniyor. Ben yok olmalıyım ki ikilik kalksın, tam tevhid ortaya çıksın. Yahut Onu hakkıyla sadece O bilebilir. Bizim bilgimiz az ya da çok sapmaya, kırılmaya uğramıştır. Bilmek, bilmediğini bilmektir.

Bir de Cüneyd-i Bağdadi’nin şu sözü geliyor aklıma, “Hadis olan kadim olana bitiştiğinde geriye sadece kadim olan kalır.” Bu bana sanki “Sonsuzla sayının toplamı sonsuzdur, geride sayıdan eser kalmaz” yahut, “Bir buz parçası hükmündeki eneni varlık denizinde eritirsen geriye senden bir şey kalmaz Varlık sadece O olur” diyor.

Işık ve gölge bahsine geliyorum sonra. Işık kaynağı bir saydam olmayan cisim ve bir perde lazımmış. Cisim saydam olursa, gölge olmuyor. Bu bana ışığı kabul etmeyen günahkar halimizi hatırlatıyor. O zaman bir gölge oluşuyor. Sadece biz olsak ama ışık olmasa günah olmayacak, günah dahi varlığını ışığa borçlu. Bir de perdeye, perde ise perdelendiğimiz bu alem olsa gerek. Bu sırada İbnül Arabi’nin ‘mü’min katıksız günah işlemez’ sözünü hatırlıyorum. Çünkü mü’min günahın günah olduğuna iman eder, bu iman günahına eşlik eder, böylece o bir sevabın eşlik ettiği bir günah işlemiş, bir aydınlığın eşlik ettiği bir karanlık içine düşmüş olur. Bakıyorum, ileriki sayfa yarı gölge oluşumunu anlatıyor. Bu ışık kaynağının büyük olduğu cismin ise küçük olduğu durumlarda geçerliymiş. Bu da bana “İman gibi bir dağ dururken çakıl taşı hükmündeki günahları yüzünden bir mü’mine küsme, adavet etme” tembihiyle Üstadımı hatırlatıyor. Öyle ya iman varsa ışık kaynağı büyük, günahlar küçük…

Aynalarda bazı görüntülere gerçek, bazılarına ise zahiri(sanal) deniliyormuş. Bu da çok ilginç. Sanal görüntüler genellikle cismi olduğundan daha büyük gösteriyorlar. Bana narsistik benlikleri hatırlattılar. Haydi itiraf edeyim, kendimi. Estağfirullah. Gerçek görüntüler ise bazen olduğundan küçük bazen olduğu boyda, bazen görüntü alanı içinde bazen sonsuzda oluşuyormuş. Bu da gerçekliği algılasa bile insanın bazen onu olduğundan daha küçük(belki tevazu), bazen olduğu gibi, bazen de bu dünyada hiç bilmeden, ama sonsuzda göreceği biçimde algıladığını hatırlatıyor.

Aynada görünen derinlik, aslında vehmidir. Ayna sizi birkaç metre ötede gösterebilir, ancak aynanın kalınlığı bir iki santimetre bile değildir. Ama siz onun içinde derinlik gördünüz, dokundunuz, eliniz soğuk ve sert bir yüzeye çarpıverdi. Hayal kırıklığına uğradınız. Alem de böyledir. Siz onda çokluk görürsünüz, derinlik görürsünüz, sıcaklık ve ışık görürsünüz, ancak yeterince yakına giderseniz, buz gibi, sert, sığ ve karanlık bir yüzeye çarpıverirsiniz. Aslında görülen çokluk Onun isimlerinin çokluğundan görülen ışık onun Nur’undan, görülen sıcaklık Onun muhabbetinden, görülen yumuşaklık Onun hilmindendir. Böyle bakarsanız siz de birkaç santimlik soğuk, sert, karanlık birşeysiniz. Hiçsiniz. Vehimsiniz. Siz de aynanın içindesiniz. Ancak güzel ki, siz de Ondan gelen bir ışık, Onun bir yönü, bir lem’ası, pırıltısısınız.

Elektrik yüklü bir cisim bir nötr cisme yaklaşınca onu iki kutba ayrılacak biçimde etkileyebiliyormuş. Elektron düzenini bozuyormuş. Bunu değmeden bile yapabiliyormuş, uzaklaştığında ise cisim normale dönüyormuş. Bu da bana ne kadar düzgün olursam olayım, düzgün insanlarla oturmam gerektiğine dair bir bilgi veriyor. Dengesi bir tarafa bozulmuş biri, bana değmese bile sırf yakınımda bulunmakla dengemi bozabilir. Hele bir de değerse, maazallah…

Hadis-i şerifi hatırlıyorum, “Itır(parfüm)dükkanına giren güzel kokar,demirci dükkanına girenin elbisesine ateş sıçrar, en azından is bulaşır.”

Eşime anlatıyorum. Bana “Böyle gidersen sen çalışamayacaksın” diyor. Gülüyorum, benim bunları uzun uzun düşündüğümü sanıyor, hayır, bunlar akıp geliyorlar sayfalardan, kolayca, çabucak, çalışma hızımı azaltmıyor, ama hayretimi arttırıyor. Ben bunları okumuştum, ama böyle okumamıştım. Bu sadece eski bildiklerimi hatırlamak değil, yeni şeyler öğrenme fırsatıymış. Ve filozofların dediği gibi “İnsan aynı suda iki kere yıkanamaz”mış. Ben de aynı dersi iki kere çalışmıyorum, bu çalıştığım başka bir fizik olmalı…

Eski filozoflar önce fizik, sonra matematik, sonra mantık, sonra metafizik öğrenirlermiş. Şimdi nedenini anlıyorum. Bir de yıllar önce bir lise öğrencisi iken okuduğum Gençlik Rehberinde, “Okuduğunuz fenlerden her bir fen kendi lisan-ı mahsusasıyla Allah’tan bahs ediyor, öğretmenlerinizi değil, onları dinleyin” diyen Üstadımı şimdi şimdi anlıyorum.

Hayat sizi en bildiğinizi sandığınız, en çok ülfet ve gaflet ettiğiniz yerden bile hayrete düşürebiliyor. Anlattıklarımın o eşya ve hadiselerin birebir karşılıkları olduğunu iddia etmiyorum, bu zorlama olur. Ancak eşya ve hadiseler benimle bir biçimde konuştular, ve belki bunlar meleklerin konuşmasına kulak kabartmaktan ibaretti. Biliyor musunuz alem-i misal, yahut hayal alem-i şehadetle alem-i ervah arasında bir geçiş yeri, bir berzahtır. İnsan meleklerle burada konuşur. Melekler ise nurani perdelerdir, hangisi sizinle konuşsa sadece Allah’ı anlatır. Onlar zikrullah ile doyarlar, katılırsanız sofralarını sizinle paylaşırlar.

Elhamdülillah.


Not: Hayalin ve misal aleminin nefsin ve şeytanın iğvasına açık bir yönü de vardır. Maazallah.Allah bize hayalin hayırlısını versin.

  28.03.2011

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut