ACI TEK KİŞİLİKTİR

Mona İslam

HALAMI KAYBETTİM. Şimdi, yaşarken unuttuğumu sandığım tüm anılarım dirildi. Evine, o yokken gidemedim. Biraz benim de evimdi orası. Ben onsekiz yaşıma kadar orada, aynı binada, ve zamanımın çok vakitlerini o evde geçirdim. Her eşyasını ezbere bilirim.

Cenaze namazlarının böyle bir işlevi var galiba. İnsanı kaybetmeyle yüzleştirme. İnsan sevdiğine, o tabutun içinde olduğuna inanamasa da veda ediyor. Tüm sevdiklerine, kaybettiği diğerlerine, ileride kaybedeceğini bildiklerine. Bir yönüyle kendine veda ediyor, hatıralarına, hayatının bir kısmına.

Tüm kaybetmeler üşüşüyor zihnime. Hayatta isteyip elde edemediğim, elde edip elimden kaçırdığım, önemini kavrayamadığım ve ıskaladığım şeyler. Yenilgilerim. Düşüşlerim. Geçen yıllarım ve boşa harcanan zamanım. Geri döndüremediklerim. Ruhumun sızısını arttıran kayıplar. Gidişler, ayrılışlar, firaklar. Üstüme yağıyor hepsi. Sanki gök kar değil, buzlu gözyaşı atıştırır gibi. Rüzgar yüzüme vuruyor ‘hiçsin, küçücüksün, zayıfsın, seni istediğim yere savururum’ der gibi.

Bazı şeylerin farkına varıyorum sonra. Kaybetme kelimesini sevmiyorum. Kaybetmenin kendisiyle sorunum var sanırım. Sonra hocamın sesi geliyor kulağıma “Kaybederek yaşıyoruz bu dünyada, bozulup bozulup yeniden yapılıyoruz, kevn ve fesat bu demek. İnsanın yaradılışını tam da bu yüzden anlamadı melekler. İnsan bozup yapan varlık. Fesat çıkarıcı bu demek. Ancak onun fesadı daha iyisini yapmak adına bir yıkış.” İnsan alemde var olduğu yerden memnun olmayan tek varlık, bu yüzden yükselme şansı var, düşüş ihtimali de. Bu yüzden bozuyor, daha iyiye ulaşabilmek için. Çünkü bir tek insan biliyor, iyiyi, daha iyiyi, ondan da iyisini ve en iyiyi. Bir tek o mütemadiyen ‘hel min mezid’(daha yok mu) diyor.

Burada, cenazede, insanlar toplanmışlar, her birinin acısı var, ama her bir acı tek kişilik. Birarada olmamız, acıyı da birlikte yaşadığımız anlamına gelmiyor. Acı paylaşılamıyor. Benim acım seninkinden farklı, seninki benimkinden. Her birimizin acısı biricik. Kendine has. Bu yüzden ne kadar uğraşılsa tam anlaşılamıyor. Karşımızdakinin uğraşısı, bizi sevdiğine dair bir teselli sunuyor, hepsi bu. Yoksa acımızın bir kısmını alıp götürmüyor, yahut sorularımıza bir cevap vermiyor.

Bir de akrabalar, onları yıllardır görmeseniz de size gelip sarıldıklarında yadırgamıyorsunuz.

Acım cüz’iden külliye yol buldu. Bir kaybediş, bana geçmiş ve gelecekteki tüm kayıpları, iç içe daireler gibi hatırlattı. Biri hepsinin temsilcisi oldu. Acım büyüdü. Beni dört bir yandan sardı. Ruhum, Hz. İsa gibi inledi “Elohi elohi lime sabakteni”. “İlahi ilahi beni neden terk ettin.” (İncil) Yeryüzü bir matemhane şimdi.

Kaybettiğinin farkına varmasa ya insan. Hayvandan farkımız bu galiba. İnsan kısmen hayvan olan bir varlık, bu yüzden hayvanları anlıyor. Hayvanlar birşeyi kaybettiklerinin farkına varmıyorlar. O an varsalar da çabuk unutuyorlar. İnsan da nefs-i hayvani düzeyinde yaşayınca öyle olmuyor mu? Oyalıyoruz, uyutuyoruz, avutuyoruz kendimizi. Bu avutma gerçek bir teselli değil halbuki. Hayvan olmayan kısmımız, bize bunu hatırlatıyor.

Tasavvuf insanın yeryüzüne inişini anlatırken her bir semada ona eklenen birşeyler olduğundan söz eder. İnsan bu dünyaya alarak, kazanarak gelir. Hayatımıza bakarsak da öyledir. İnsan 35 40 yaşlarına kadar kazana kazana ilerler. Sonra kaybetmeye başlar. Sınn-i kemale erişi herkesin farklı farklıdır. Ancak her kemali bir zeval takip eder. Ağaç gibi meyve verdikten sonra meyvelerinden çürümeye başlar insan, ve önce meyveleri sonra yaprakları dökülür, hasılı, kaybeder…

İnsanın geldiği yere dönüşünü, yani urûcunu(miracını) da böyle anlatırlar, her bir semada birşeyleri terk edersin, bırakırsın, kaybedersin. Bir zeplinin yükselişi gibi yükseldikçe birşeyleri aşağı atarsın. Sonra an gelir, atacak hiç birşeyin kalmaz. Daha yol da vardır. Ne gitmek kabildir, ne durmak. Kendin atlarsın. Sonra, sonrasını bilmiyorum. Gitmedim ki bileyim.

Bir deinsan çoğu zaman kaybettiği şeyleri, terk etmiş gibi yapıyor. Bir savunma mekanizması. Kaybettim demek acıtıyor, irademiz geçmiyor kaybetmede. Ama terk etme öyle değil, “Ben istedim ve bıraktım” demek kabil o zaman. Narsistik avuntu terkibi. İnsan benliği isteyerek hiç birşeyi bırakmaz halbuki. Yalan söylüyoruz. Bıraktıklarımızı bile mecbur olduğumuz için bırakıyoruz. Bizi cebr eden bir kuvvet var, ve biz onun altında aciz kalıyoruz. Gücümüz olsa bırakmazdık. Alemi elimizde tutsak bir hurma çekirdeğinden bile vaz geçmezdik. İnsan olmanın çelişkisi bu, herşeyi sığdıracak bir kalple, ama hiç birşeyi olmayarak yaratılmış varlık. Bizde olan her şey şimdilik bize ilişmiş duruyor, ataçla tutturulmuş, koptu kopacak…

Bazı insanlar terk edilmeye dayanamadıkları için terk etmeyi seçerler. Bu nihilistlerin madem ölüm gelecek öyleyse benim istediğim zamanda gelsin demesine, ve intihar edişine benziyor. Seçim mi yaptınız şimdi? Seçme hakkınız gerçekten olsaydı ayrılmamayı seçerdiniz. Sadece kendinizi avutuyorsunuz. Kimi de bırakıp gitmenin acısını, vicdan azabını o denli hisseder ki bir türlü gidemez. Bir türlü bırakamaz. Bizim gibiler için kaderin makası ile birşeyleri kesip bitirmesi tek çare. Öyleyse kadere rıza göstermeliyim. Öyleyse hep terk edileceğim. Madem terk edemiyorum.

Ya biri ya diğeri, bunda başka çare yok. Ben terk eden olmamayı seçiyorum.

Duyuyorum, Hz. İsa tüm terk edilenler için sesleniyor:

“Elohi elohi lime sabakteni!”

Bu yazıyı kaybetmenin yüzüne bakabilmek için yazıyorum. Fark ettim ki hep kaybettiğim halde kaybetmeye hala dayanamıyor olmam, hala şaşkınlığa düşmem, öncekilerde kaybın yüzüne dosdoğru bakmamaktan. Kendimi aldatmaktan, acıyı azaltsın diye uyutmaktan. Bu kez acıyı karşılamaya çalışıyorum tam cepheden, en çok ne kadar acıtır görelim bakalım. Bu çelişki içinde bir o yana bir bu yana savrulan varlığım buna dayanacak mı bakalım. En fazla ne olur ki, kendimi de kaybederim.

Korkmamayı öğrendim artık. Korkarak hiçbir yere varılmıyor.

İnsan kaybetmeye neden alışamıyor? Oysa insan ünsiyetten geliyor, her şeye alışması gerek değil mi? Ama buna alışamıyor, belki başa çıkıyor, ama alışmak mümkün değil. Sanırım cevap yine insanın içinde saklı, ünsün içinde. Ünsiyet edilen şey varlık, insan ise üns oluşuyla varlığa aşık, varlığa aç, varlığa fakir. Ünsiyet ancak varlığa duyulabilir. Ne ki ademidir, ona ünsiyet edilmez. Bu yüzden zulme de ünsiyet edilmiyor. Tüm istediğimiz varlık. Varlığın tümü. Mutlak Varlık. Kaybetmek ise yokluk, adem, hiçlik. Bir varmış, bir yokmuş. Bu insanın dayanabileceği bir terkip değil. Bizim hamurumuz öyle karılmamış. Yokluğun tasavvuruna bile dayanamıyoruz. Yokluk zaten sadece zihinde var olabilen bir varlık kategorisi. İnsan onu varsayıyor, ve sonra ağlıyor. Bu yüzden nihilizm insanı, insan olmak bakımından öldürüyor.

Bu yüzden kaybettiklerimizin gittiği gaybden, bizim için gönderilen cümlelere muhtacız. Onlar yok olmadılar, başka bir aleme göç ettiler. Onları kaybetmedin, sadece bir müddet ayrı kaldın. Yenildin ama ayağa kalkacak ve bir daha ama daha güzel yenileceksin, ve bir daha ayağa kalkacaksın. Biten bir şey yok, sadece yeni bir sayfa bu açılan. Ölüp ölüp dirilsen de hep var olacaksın. Ve kalbine sığdırdıkların da hep var olacaklar. Varlık asla yokluğa mağlub olmayacak. Çünkü sadece varlık var. Yokluk nisbi, izafi, senin gözünde. O halde kapa yokluğa bakan gözlerini, biraz uyu, biraz dinlen, yeni bir sabaha yeni bir güneşe,yeni bir hayata uyanacaksın. Özlediklerin sana en güzel tebessümle günaydın diyecekler.

Cümlelerin koynuna kıvrılıp gözlerimi yumuyorum.

Mırıldanarak…

Şimdi elimden sadece dua etmek geliyor. İnsan duadan ibaret değil mi zaten.

Uykunun derin kuyusuna kayarken kulağıma bir nida geliyor. Hem Hz. İsa’ya hem de terk edilmeye dayanamayan tüm ruhlara cevap Resul’ü Ekrem’le, Kur’an’la geliyor.

“Rabbin seni unutmadı, terk etmedi de...”

Ruhumun yakarışına cevap bu. Cevap ne kadar da arasak içimizden değil, dışarıdan geliyor. Biz o cevaba muhtacız. Ona muhtacız. İyi ki O var, ve hiçbir yere gitmiyor.

Telefon çalıyor, uyanıyorum. Telefonun ucunda hocam var, “Mona gelmiyor musun, seni bekliyoruz?” diyor. “Hemen geliyorum.” Allah tenzih makamında kendisine sığınana, teşbih makamında da tecelli ediyor. “Buradayım, seni terk etmedim, hadi bana gel” diyor. Derse çağırıyor. Ab-ı hayatı aramaya giden Hızır gibi çabucak gidiyorum.

  21.03.2011

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut