İnsan sırlı bir aynadır

Aytekin Akar

Birinin ismi zikredildiğinde, zihnimizde ona ait bölmenin kapısı açılır. Bölmede, o kişiye ait ne varsa erişilir hale geliverir. Demek ki, isim bir anahtardır. Anahtarlar ise tektir, “bir”dir.


BİRİSİYLE TANIŞTIĞIMDA, bir zaman sonra, kendimi onun isminin mânâsını hal ve hareketlerinde müşahede etmeye zorlar bir halde buluyorum. Tanıdığım pek çok kişiyi, ismi ile müsemma görmeye meyyalim. Hatta, birisi ismine zıt davranış gösterdiğinde bile, durumdan bir payı yine o ismi taşımasına vermekten çekinmem.

Arapça bir kelime olarak isim, alâmet, yüksek mevki gibi anlamlara geliyor. İsmi, kişinin yanından ayırmadığı çok özel bir eşyası gibidir. Onunla hayatı boyunca bütünleşir, ahirete bile yanında götürür. Hadislerde bildirilmiştir ki, mahşer günü insanlar dünyadaki isimleriyle çağrılacaklar. Mânâsı hoş olmayan isimler takan ebeveynlerden, evlatları davacı olacaklar. Bu sebeple, Peygamberimiz aleyhisselatü vesselam, isimleri hoş olmayan bazı kişilerin isimlerini değiştirmiş, ateş manasına gelen Cemre’yi Cemile, savaş manasındaki Harp’ı Hasan şeklinde düzeltmiş.

İsim, o kadar önemli ki, çocuğun anne babası üzerindeki bir hakkı sayılıyor. Hatta düşük olan bebeklere dahi mutlaka güzel bir isim verilmesini, isimsiz şekilde defnedilmemesini emreden hadisler var. Buluğ çağına gelmeden önce ölen çocuklar, ahirette anne babalarının elbiselerine yapışıp bırakmadığında, onların da kendileriyle beraber cennete girmelerine vesile olacakları bildirilirken; isim vermedikleri için mahşerde çocuklarının kendilerinden davacı hale gelmelerine sebep olmak, anne babalar için ne hazin bir netice.

İslamiyet öncesindeki Türklerde de isim koymak, çok önemli sayılmış; eski kaynaklarda, isim koyma törenleri, isim verilirken gelenek ve âdet haline dönüşen hediyeleşmeler, ziyaretler anlatılıyor. Hepimiz, küçükken okuduğumuz Dede Korkut masallarında, o devirde, çocuğun isimsiz büyüyüp, ancak bir yiğitlik gösterdikten sonra, yaptığı o kahramanlığa uygun bir isime kavuştuğunu öğrenmişizdir.

Birinin ismi zikredildiğinde, zihnimizde ona ait bölmenin kapısı açılır. Bölmede, o kişiye ait ne varsa erişilir hale geliverir. Demek ki, isim bir anahtardır. Anahtarlar ise tektir, “bir”dir; özellikle kişiye, haneye aittir. Anahtarsız olunca kapılar, ancak sertçe iteklenerek, belki de kabaca, saygısızca zorlanarak aralanabilir. O zaman da, o insan, ismi bilinmeden, falan kişi, şöyle böyle olan kişi diye bahsedilerek veya bir lakap ile hoş olmayan bir tarzda tarif edilmiş olabilir. En güzeli, birisini başta ismen tanımak. Tanımanın en önemli adımı, onun ismini hafızamıza almak; anlaşabilmenin ilk şartı ise ismen tanışmaktır.

İsim, bir çeşit tarif, tanımdır. İnsana konulan isim, onun şahsiyetine tesir eder. Aynı zamanda mukaddestir, değerlidir. Meselâ, Çin ve uzak doğuda iman edilen çok eski bir din olan Taoizm’de, Yaratıcı, bir isimden münezzeh tutulmuş, hiçbir isim O’na yakıştırılamamıştır. Tao kitabında, Yaratıcıdan “O” diye bahsedilmiştir. Bu durumla benzerlik kurarak, Kur’an’da ve tasavvuf kaynaklarında çokça geçen ve “o” manasına gelen “Hu” kelimesinden bahseden bir yazı okuduğumu hatırlıyorum. Her sıfat külliyen aşılmış, ötesine geçilmiş ve artık bir tek tarifle ifade edilemeyecek hale gelinmiş ve zamire başvurularak “O” denmiş gibidir. İbn-i Arabi, “Hu” kelimesi için “Hiçbir varlığın müşahede edemeyeceği Allah’ın (c.c.) mutlak gayb ve sır olan zâtına işaret eder” demektedir.

Tüm mevcudat, esmanın yani isimlerin birer yansımasıdır. O ilahî esmâ ki, hepsi “Allah” isminde cem olmuşlar. Allah lafzı, O’nun diğer “ism-i has”larından yani özel isimlerinden daha özeldir. Ta-Ha suresi, 14. ayetinin başında “İnnenî enallâhu…” (Muhakkak ki, ben Allah’ım...) buyruluyor. Zirâ, bütün güzel sıfatları kendisinde toplayan başka bir “Allah” yoktur. O Allah, birdir, tektir. Her kim, “Allahım” diye nidâ etse, “Lebbeyk” diye mukabele edecek olan O’dur. Doğrudan Zâtına müracaatla bir talepte bulunulduğunda, karşılığında sebepler eliyle cevabı da ancak O’ndan alınacaktır.

Bediüzzaman, Sözler eserinde Otuz Üçüncü Sözde, Esma-i ilâhiyeye ayna olmanın üç cihetini anlatır. Buna göre:

Allah kemâl sıfatına haizdir. Ancak insanın acziyeti ve zaafları vardır. Bu sebeple, insan Samed, Kuddüs gibi eksiklik bildirmeyen isimlerle isimlendirilemiyor. Gecenin karanlığının aydınlığı göstermesi gibi bizim kusurlarımız, O’nun mükemmelliğini gösteriyor. Her ihtiyacımızı karşılamaya gücü yeten Allah’a el açar, O’ndan isteriz. Bu halimiz, O’nun eksiksiz olmasını, sınırsız kudretini, nihayetsiz hakimiyetini belirten isimlerine bir aynadır.

Birinci ayinedarlık ciheti böyledir. İkincisi, mahiyet itibariyle yaratılış olarak üzerimizde görünen, Sanii, Kerim, Latif gibi isimlere aynalık etmemizdir.

Üçüncüsü ise, bize verilen cüzî ilim, kudret, hâkimiyet, malikiyete bakarak, O’nun ilim, kudret, hâkimiyet, malikiyetini anlamamızdır.

Cemâl isminin tecelligâhı olan kâinat, Rabbül Âlemin’in isimlerine istinad ederek ayakta duruyor. Tüm mevcudatta olduğu gibi canlılarda, özellikle insanda, isimlerin tecelli edişinin, hayatı sürdürebilecek ölçüde ahenkli bir karışım şeklinde gerçekleştiğini gözleyebiliyoruz.

Kişi, en çok kendisinde ağır basan isimden hareketle çevresinde bir kimlik kazanıyor, o vasıfla tanınıyor. Meselâ, merhameti dikkat çeken bir insanda Rahman isminin; çok öğrenen, bilen bir insanda Âlim isminin tecellisi daha fazla tezahür etmiş oluyor. Esma-i ilâhinin aynası olan insan, yansıttığı isim ve sıfatları kendisinden kaynaklanıyor zannına kapılıp sahiplendiğinde ise gurura ve kibre düşüyor.

Bizdeki yansımalar, görüntü ve kırıntılar gibi. Dolayısıyla, doğrudan tek taraflı olarak kuldaki sıfatlardan hareketle Allah’ın sıfatlarına ulaşmaya çalışmak, bazen insanı yanıltabilir veya yarı yolda bırakabilir. Bizdeki gölgeler, O’ndaki asılları fehmetmek, algılayabilmek maksadıyla verilmiş. Tecellilerine bakarak isim ve sıfatları tefekkür ederken, azami dikkatli olmalı. Meselâ, Allah kulunu Kendisine layık bir tarzda sever. O’ndaki sevmek birebir bizdeki sevmek gibi değildir. O’nun muhabbetinin hikmeti, tezahür ve neticeleri farklıdır.

İnsan gayret ederse, sadece bir isme, fazlasıyla hapsolmayabilir. İstidatlarını keşfederek onları inkişaf ettirmeye çalışır ve sık sık nazarını, idrak edebilmek maksadıyla diğer isimlere de çevirmeye çabalarsa onlara da mazhar olmaya başlar ve hayatında güzel bir kıvam ve dengeyi tutturabilir.

Bunun için evvela Allah’ın isimlerini sık sık zikretmek, tesbihat yapmak, o kelimeleri zihinde devamlı şekilde tutmaya yarar. Peşinden de mevcudat âleminde onların izini sürmeyi hiçbir zaman terk etmemelidir. Zira, esma-ı ilâhiyi kavradıkça, kalbimize yerleştirdikçe Rabbimizi daha yakından tanımış oluruz. O’nu tanıdıkça da imanımız kuvvetlenir.

  13.03.2011

© 2021 karakalem.net, Aytekin Akar



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut