EFENDİNİN RENGİ SİYAHTIR

Mona İslam

Kırmızıyı hapsedersen bütün renkler soluk kalır.


DERLER Kİ HACER-ÜL ESVED, esved(kara) hale insanların günahları yüzünden gelmiş. Belki cennetten geldiğinde onun adı hacer-ül ebyaddı(beyaz taş). O yukarıdan indi ve karardı da, bize o arada ne oldu? Biz de geldik, bembeyaz bir bebektik, büyüdük, büyüdükçe karardık, adam/kadın olduk. Kulağa kötü geliyor.

Hocam diyor ki, Arap dilinde Efendi kelimesi, siyah kelimesi ile aynı kökten gelirmiş. Efendi’nin rengi siyahmış. İnsan, Efendi, siyah olmalıymış. Siyah olduğu için Efendi imiş. Şaşarak dinliyorum. Ekliyor, “Sakın cennette Adem’in yerinde ben olsaydım yasak ağaca yaklaşmazdım” demeyesiniz. “Kim olsa aynını yapardı, Efendimiz bile…” İnsan olmak günahla tahakkuk etti. Ancak, günaha tevbe eşlik etmek koşuluyla.

Bu yüzden günahların çokluğu sizi aldatmasın, tevbeyi arttırın, Efendiliğinize halel gelmez.

Adem’e yaklaşmaması emredilen ağaç neydi? Tasavvuf buna şöyle cevap verir. “Kendisi.” İnsan dışarıda ağaca yaklaşırken, içeride de enesine yaklaştı. Biz tasavvufun enfüsi tefekkürüne afakı da ekleyelim. Ağaç, dışta alem, öteki, gayr, içte ene, nefs, kendi. İnsan “Ben” dedi, kendi karar verdi, özgür irade kullandı, ve seçti. Seçimi yanlış da olsa, seçerken ben deyişi onu biricik kıldı. “Ben” dedi, çünkü ilahi surete göre yaratılmıştı. Allah da Musa’ya öyle seslenmişti “İnni ene” “Benim ben”, tekitle Ben, altı çizili Ben, kuvvetle Ben. Bu sebeple sufiler zamirlerden Allah’a en çok yakışanının Ben olduğunu söylerler. Alemde Allah’tan başka ilk “Ben” diyen insan oldu. İlk özgür irade kullanan. İlk sınır tanımayan. İlk dilediğini yapan. Bunlar Allah’ın sıfatlarıydı. İnsan bir tek eylemle, ağaca yaklaşarak bunları giydi. Cür’et etti. Karardı. Hiç kimseye sormadan bir karar verdi, karar yanlıştı, olsun. Yine de karardı. Önceleri hiçbir varlık bunu yapmamıştı. O halife olduğunu böyle ispat etti. Halife, ikinci demekti. Asıldan sonra gelen, ve aslın işlevlerini yüklenen. Eylem görünürde kötü bir eylemdi, ama hakikatte insanlığın gereği idi. Efendiliğin…

Efendinin rengi siyahtı.

Sonra yanlış yaptığını anladı insan. Yüzüne baktı. Yüzü karaydı. Utandı. Üstüne giydiği tüm ilahi sıfatları soyundu. “Hiçbiri benim değil” dedi. “Hiç birşeyim yok benim.” Doğru söyledi. Hiç birşeyi yoktu. Yokluğun acısına dayanamadı, ellerini varlığa uzattı. Evvelce ben dediğinden daha büyük bir hazla Sen dedi. Sen varsın, herşey Senin, ben de… Sonra anladı, o efendi değil kuldu. Hakiki Efendi O’ydu. İnsan önce Ben’i bildi, sonra Sen’i sonra O’nu. Sonra tüm zamirleri sahibine iade etti. Onun bir zamiri bile yoktu. Hissetti, hiç birşeyi yoksa da, Efendi onundu. Sahip olduğu biricik şey O’ydu. Buna öyle sevindi ki ağacı(alemi) da kendini de unuttu. Beybeyaz oldu. Efendi, kulun herşeyinden soyunmuş çıplak haline acıdı, ona kendi elbisesini giydirdi. Kul yeniden Efendilik kisvesine büründü. Artık biliyordu, kisve Efendi’nindi, ama onu taşıyan kuldu.

İnsanı Efendi yapan şey günah işleme kapasitesiydi. İnsanı Efendi yapan ‘Ben’ diyebilmesiydi. Herşey ağaçla, Ben’le başladı. Cennet ehli cennete “Şerefli Efendiler olarak girin!” nidası ile buyur edilecekti. Hepsi de bir ağacın altında toplandılar. O ağaca Tuba dendi. Efendiliğin şerefi ise, Efendiliğin emanet olduğunu, ben derken asıl Ben’e, seçerken asıl seçene halef olduğunu, attığında atanın O olduğunu bilmekti. İnsanın Benle başlayan serüveni O ile son buldu. O ise insana yine Ben deme şerefi verdi.

İnsan hem yapacaktı, hem ben yapmadım O yaptı diyecekti. Yaparken ona Ben lazımdı. O zaman o siyahtı. O yaptı derken ona O lazımdı. O zaman beyazdı. İnsanın tüm serüveni siyahla beyaz arasındaydı. Tüm renkler bu ikisi arasındaki derecelerden hasıl oluyordu.

Tasavvufta seyr-i sülukun ilk basamağı arzdan başlar. İnsan arzdan, doğadan sıyrılmalıdır. Topraktan suya, sudan havaya yükselir. Havadan yavaş yavaş yukarı çıkmaya başlar. Bu durumda nefs emmaredir, rengi mavidir. Atmosferin rengi gibi. İlk menzil aydır. Nefs-i emmarenin bittiği, nefs-i levvamenin başladığı yerdir ay. Hüzünlüdür ayın konukları. Anlam veremedikleri bir keder gelmiş oturmuştur kalplerine. Orada onları babaları karşılar, Adem. Adem onların gözyaşlarını siler. Adem gözyaşını silmede, günahlardan temizlenmede üstaddır. Onlara esmayı talim eder. O vakit öğrenirler,ve öğrendikçe kederleri yavaş yavaş gider.

Seyr-i süluk devam eder. Menziller menzilleri takip eder. Yedinci menzilde renk kırmızıdır. Kibrit-i ahmer derler ona. Kırmızıda ışık en az kırılır. Bazıları da aşıklar için seçer kırmızıyı. Kırmızıya eren tutuşur. O göksel şaraptan içmiştir. Artık yolu nasıl aldığını bilmez. Bir yere gelir ki, Cibril gibi “Yanarım burdan öteye geçemem” demez. Aşkla tutuşmuştur birkere. İnsan cür’et eder. Ve yok olsa da ordan geçer. Yok olur. Simsiyah olur. Kül olur. Buraya fena makamı derler. Ötesinde kul yoktur. Sadece Efendi vardır.

Efendi sevdasından kül olana,yok olana kendi elbisesini giydirir. Efendinin elbisesini giyen beyaz olur. Ona bakan Efendi’yi görür. Gafiller anlamaz, onu Efendi sanır. Arifler bilir o Efendi’den bir surettir, bir yansımadır. Kim ona baksa onda kendini görür. O kusursuz bir aynadır. Kim beyaza yansısa onda kendi rengini bulur. Beyazda bütün renkler bulunur. Böylece o alemdeki her şeyle konuşacak bir dil bulur.

O hem vardır, hem yoktur. Bir vardır, bir yoktur. O hem kendidir, hem O’dur.

Efendi olmak için kül olmak gerekir. Efendi’nin rengi yoktur. Efendi’nin hiç birşeyi yoktur.

Hiç olan Efendi olur. O renksizdir, kokusuzdur. O şeffaftır, o neredeyse yoktur.

O fark edilmez, ona bakan onu göremez, ancak O’nu görür.

Siyah renk değildir.

Efendi’nin rengi siyahtır.

  10.03.2011

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut