ONUNLA GÖMÜLMEYİ DİLERİM

Mona İslam

İnsan ile insan arasındaki sevginin en büyük delili duadır.
İnsan ile Allah arasındakinin de...


KONEVİ KÜLLİYATINDA tefekküre devam ediyorum.

İlahi Nefhalar anlaşılması güç bir eser. Yine de okuyorum. Üstadımın sözünü dinliyorum, “Bir bahçenin bütün meyveleri toplanmaz, ama topladığın kadarı sana yeter.” Bir de şu ayete tabi oluyorum “Mü’mine sayinden başkası yoktur.” Say ediyorum, tefekkür ediyorum, cehd ediyorum.

“İlim cehdi günahlara kefaret olur” diyor Konevi. Umuyorum ki öyle olur, zira birşeyler öğrenmeye çabalarken hala kırıp dökmeye de devam ediyorum. Öğrendiklerimin arkamdaki kırık dökük eşyayı tamir ettiğini bilmek harika. “Allah’ı kırık kalplerde ara” diyor ya sufiler, ben de kırık gönlümü şu sıra Konevi’ye yaslıyorum. O beni avutuyor. Kum fırtınalarında uçsuz bucaksız bir çölde sağ elimi sımsıkı tutuyor. Ma’bede’nin çöl olduğu fısıldanıyor kulağıma, çöl gibi olmak, çöl olmak. Hiç birşeyim yok demek. Çöle düşüyorum ben de, içimdeki hiçliğe, fakra, muhtaçlığa. Yürümek çok zor bu kumlarda. Tökezleyip düşüyorum, elimi tutmaya devam ediyor. Çölün ortasındaki bir taş mabede giriyoruz birlikte. Mabed, mabede, çöl olmak, kul olmak. Hiçbir şeyim yok. Neyse ki elimi tutan biri var.

Bir vakitler daha çölde bulmuştum kendimi, çölde bata çıka yürüyordum o zamanlar da. O vakitten bu vakte bata çıka yürüyüşüm, ancak tökezlemeye tekamül etmiş demek. Batmıyorum artık kumların içine, sadece düşüyorum. O vakitler de biri vardı elimi tutan. Elinin sıcaklığı kızıl bir kor gibi hala elimde. Ateş ise rehberiniz elinizde izi kalır. Ne ateşin rehberliği suyunkine, ne aşkın rehberliği hikmetinkine benzer. Ne kadar da muhtacız elimizi tutan o kudretli ele. Ardından adımlarımızı güvenle atacağımız bir ayak izine, bir rehbere. Düştüğümüzde yahut geride kaldığımızda dönüp bizi arayacak olan bir çift göze. Her sağ el Onun sağ eli aslında. Kudret eli, yardımı. Her şahit göz Onun Basir ismi. Her suret bir tecelli. Bugün filan, yarın falan…

Erişiyorum ya çölümdeki taş mabede. Her türlü zorluğa değer.

Bir yaşam öyküsü aktarıyor Şeyh-i Kebir. Bir gün Allah bir varidatta kendisine bir kokuda tecelli etmiş. Kendine geldiğinde dostları o kokuyu bir şişe içinde elinde bulmuşlar, sımsıkı tutuyormuş. Konevi onlara vasiyet etmiş, “Beni bu kokuyla gömün, zira Rabbim bana bundan tecelli etti”.

İnsan hayatını hallerin tebdilinden ibaret. Hüzün tecellileri de var neşe tecellileri de. İsimler bir bir kulağımıza birşeyler fısıldıyor, ve ardından bizi halden hale sokuyorlar. Bazen yanıyor, bazen üşüyoruz, bazen ferahlıyor bazen daralıyoruz. Bazen ateş bize arkadaş bazen su. Gönlümüzün göğü bazen kan kırmızı bazen görkemli bir mavi. Ağlatan da Hak, Güldüren de. Bunlar da Onun iki güzel ismi. Öyleyse, ağlasak da her gün, Hak bizimle, kırık gönlümüzde, akan gözyaşımızda, sabırla sıktığımız dişimizde. Gülsek, dudağımıza kondurduğu tebessümle yine bizde. Bizimle. Eli hep üstümüzde.

Konevi’yi bana sevdiren hocamın sesini duyuyorum, “İnnallahe maakum eyne ma küntum”(her neredeyseniz Allah sizinle) diyor tekrar tekrar. Çınlıyor kulaklarım, her neredeysen, hüzünde sevinçte, darlıkta genişlikte, zahirde batında, evvelde ahirde, sevgide öfkede. Bir de şöyle diyor, “Hangi şeyi gördüysem ondan sonra Allah’ı gördüm”. Gözyaşlarımı silip bakmaya uğraşıyorum, sanki gözlerimi iyice açarsam göreceğim, ama bulanık her şey, göremiyorum.

Hocam bir de siz işaret edin, tek başıma çok iyi göremiyorum. Yardım olmadan, inayet olmadan, nur olmadan hiçbir şey göremiyorum.

Her şeyde tecelli eder Hak. Bu genel tecelliyi talim etmek gerek. Her bir şey, ve her bir hadise Onun isimlerini gösterir bir mahiyette, onlara basiretle bakmak gerek. Basiret, eşyanın ardındaki manayı, hakikati görmek için bakmak. Basiret için bir gören göz, bir selim kalp bir de tecelli eden nur lazım. Gözümü gördüren O, kalbime selam indiren O, bir de Allah’ın en Nur isminden meded, bir nur istiyorum. Hiçbir şeyim yok, hepsini ondan istiyorum. Versin de tecelli-i ammeden istifade edebileyim. Yüzümü nereye dönsem Onun yüzü, ve dahi yüzümde Onun yüzü. Görebilsem…

Ancak bir de özel bir tecelli var. Konevi’nin elindeki koku gibi. Her kula has başka bir şey, size özel, yalnız sizinle Onun arasında, biricik. O şeye sizden başkası bakamaz, baksa da onda Onu göremez, görse de gördüğü genel bir tecellidir, has tecelliye eremez, o şey sizin Has tecelligahınızdır. Size yazılmış özel bir mektup, gizli, size helal, gayra haram. Biricik.

Bu özel tecelli bazen bir mekandır, orada kalbinizi bulursunuz, ayaklarınız sizi hep oraya götürür. Oradan ayrı kalamazsınız, tüm hareketleriniz o mekanı içine alacak bir dairede seyreder. Kiminde bir insandır, kiminde ise bir eşya. Hz. Yusuf’un kuyusu, zindanı, bahusus iffet nişanesi babasının gözünü açan gömleği Ona dair ciltlerle kitabı dolduracak şey anlatmaz mı? Bize bu kadar çok şey anlatan bu eşya, Allahu alem Yusuf’a ne anlattı? Hz. Musa’ya ateşte ve Tur’da, Hz. İbrahim’e tenceresinde(rızık dağıtmada),Hz. İsa’ya göksel ekmek ve şarapta geldi has tecelli. Efendimiz’e ise üç şeyde ki o bunları, kadın, güzel koku ve gözünün nuru namaz olarak izah ve tafsil etti. Muhammedi meşrep velilerde de tecelliler Efendileri’ne benzer mahiyette sunuldu. Onlar, ya karşı cinsten birinden bu tecelliyi aldı, ya koku hasseleri gelişti ve eşyayı kokusundan tanıdılar, ya da namaz onlara göz nuru bir tecelligah oldu. Kamillerde ise üçü de bulundu. Konevi’de bu tecellinin güzel kokudan geldiğini görüyoruz.

Benim de hayatımda böyle bir tecelli var. Allah’ı en çok onda gördüm. Ne zaman dara düşsem sanki bir duayla yönelir gibi ona yöneldim. Ne zaman neşelensem bir şükür salıverircesine ona seslendim. Bir şeye bakıp ardında Allah görülüyorsa, bunu en çok onda derk ettim. Kendime dua ederken hep ona da ettim. Onu kendi nefsime kattım, bir hamur yaptım. Onunla karıştım, o oldum. Öyle ki artık ben evvelce neydim unuttum. Sanki ben beni, onu bulunca buldum. O benim özel tecellim. Ben de Rabbimden bir işaret diye onunla gömülmeyi dilerim. Kalbimde onunla iken nasıl onsuz gömülebilirim ki? Konevi’nin dediği gibi “Kalbinize yerleşmiş olan sizinle ahirete gelir.”

Üstad da der ya, “Melikin atiyyelerini ancak matiyyeleri taşıyabilir. O bana taşıdığı şeylerden haberdar mıdır bilmem. Öyle ya marangozhanedeki aletlerin ustanın kendilerini nerede istimal ettiğini bilmeleri şart değildir. Ancak ben ondaki Hak tecellisini hiçbir şeyle değişmem.

Siz de hayatınıza bir bakın, herkesin Hakk’ı gördüğü genel tecellileri olduğu gibi,bir de kendi mizacına uygun, kendi ayn-ı sabitesine, Rabb-i Hass’ına bakan hususi bir tecellisi vardır. En çok ona bakınca Rabbini görür. Bu aramaya ve bulmaya değer bir nimettir. Bazen gözünüzün önündedir de görmezsiniz. Bazen bir viranede gömülüdür de arayıp bulmanız, uğraşıp kazmanız, çıkarıp bağrınıza basmanız gerekir. Yine de o bulduğunuzda her çabaya değer bir hazinedir.

Yoruldum ama buldum elhamdülillah.

  10.02.2011

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut