TOPLAMAYI BİLİR MİSİNİZ?

Mona İslam

BEN UNUTAMAM. Kimi zaman maalesef, kimi zaman neyse ki dediğim bir sıfatımdır bu. Sevdiklerimi, incindiklerimi, özlemlerimi, bildiklerimi,bana verilenleri ve benden alınanları, unutamam ne kadar çabalasam da. Bir heybede, bir keşkülde toplarım hepsini, biriktirdiklerimi tertip ederim, istiflerim, düzenlerim. Her ihtiyacım olduğunda, alıştırdıktan sonra dağlara salınmış kuşlar gibi, çağırdığım yerden gelirler bana. Bazen elimi attığımda tuttuğum şey batar elime, bazen de batanın gümüş işlemeli bir suzen olduğu gösterilir gözüme. İsteyene de bolca veririm biriktirdiklerimden, verdiğim nüsha bendekini azaltmaz. İsm-i Hafiz’in altında, zâtım bir hafıza-i külli gibi gelir bazen nazarıma. Biteviye toplar, deliksiz bir ambarda biriktirir hayatımın mahsülatını.

Derslerin birinde, insanın kevn-i câmi olduğunu öğrenmiştim mesela, onu buldum şimdi. Ona benzer bir başka kavram daha geçti elime, ism-i câmi. Kevn-i câmi insan, iken ism-i câmi Allah. Birini sağ elime aldım, birini sol. Allah ismi tüm isimleri toplayan isim, bütün isimler ondan çıkıyorlar, tüm ışınların güneşten çıkışı misali .Hayy, Alim, Mürid, Kadir, Semi’, Basir, Mütekellim, yedi renge bedel yedi isim. İsimlerin yedi kaynağı, zât isimleri. Tüm sıfat ve fiil isimleri kendilerinden sudur etmeli. Tıpkı tüm resullerin Hz. Muhammed’den çıktığı ,tüm nebilerin ise bu resullerden ayrıştığı gibi. Bir de tüm velilerin nebilerden doğduğunu söylersek, ışık ve renk cümbüşünü seyreyleyin o zaman. Hepsi bir kaynaktan, bir çekirdekten hasıl. İlahi mertebe(uluhiyyetten) isimler. Hakikat-i Muhammedi’den insanlar. Bu yüzden Efendimiz ‘Bana cevami-ül kelim verildi’ buyuruyor. Cevami-ül kelim hakikatleri toplayan zât demekmiş, bu tarifi yazdığım defter tam şu rafta duruyor. Hakikatler, tek tek peygamberler, veliler. Hakikat deyince mana, nebi yahut veli deyince suret. Diğer deyişle zahir ve mazhar. Görüntü ve ayna.

Diyorlar ki insanın bir önünde bir ardında iki heybesi olmalıymış. Öndeki heybede anladıkları, arkadaki heybede anlamadıkları durmalıymış. Her marifette, her sohbette, her hal ve tecellide aklınıza gelen her soruda, bildiklerinizi, öğrendiklerinizi, cevaplayabildiklerinizi öne, bilmediklerinizi, kafanızı karıştıranları, sorudan soru doğuranları arkaya atıyorsunuz. Gün olur arkadakiler öndeki heybeye geçiverirmiş. İnsan bilmediğini bilir halde kendine hayret ederek kendi nazarında belirirmiş. Öyle diyorlar. Ben inanıyorum. Zira bana ‘Bildiklerinizle amel edin Allah size bilmediklerinizi de öğretir’ cümlesini hatırlatıyor. Bunun için ön heybede birikenlerle amel etmek, ahlaklanmaya gayret etmek gerekiyor.

Bizim gibi yolda olanlar için toplanacak çok şey var. Ancak onların hepsini toplayan biri olduğunu bilmek, yolun sonunda varılacak bir menzil olduğunu, bir ütopyanın peşinde olmadığımızı haber veriyor. Madem kapı içimizden birine açılmış, o halde bu kapının önünde beklemeye değer. Üstelik Ümmet-i Muhammed’e bir parça torpil de yapılmış. Ancak haddimizi de bilmek gerekiyor. Zira bizim tüm biriktirdiklerimiz ne denli çok olurlarsa olsunlar, onun sayesinde elimize ulaşıyor. Her kelimemizi ağzımıza o koyuyor. Böyle olunca insan tüm kelimeleri, tüm hakikatleri öğrense dahi onun ardında yürümekten gayrı bir makama ulaşmak mümkün değil.

Bu yüzden sadece Ekmel-ü Tahaya Efendimiz makam-ı Mahmud’un sahibi. Olmaz ya, faraza Hz. Ebu bekir gibi olsanız ancak ‘ikinin ikincisi’ olabilirsiniz. Âdem isimleri toplayan, yani bilgisi icmali, Muhammed Mustafa hakikatleri toplayan, yani bilgisi tafsili. Zahiren ilk kevn-i câmi Âdem, ayrışma ondan sonra resuller ve nebilerle devam ediyor. Ayrışma zahiren uluhiyet makamından uzaklaşmayı netice verse de, her bir isimde uzmanlaşmayı, tafsili de netice veriyor. Böylece ayrıldıkça neşv-ü nema buluyor insanlık ağacı. Beyhude değil ayrılık acısı. Ayrılmadan bilinmiyor zira. Bilmek ayrılık, sevmek kavuşmak diliyor. Böylece tüm hakikatlerin tafsilen ayrıştığı ağacın müntehasında bir meyve tüm hakikatleri pırıl pırıl parlayan gösterişli yüzünde toplayıveriyor. Hakikatler de isimler de birbirine kavuşuyor. Onun gelişi mahşerin müjdecisi, insanların da hakikatlerin de toplandığı havuz onunkisi. Bayrağı tüm hamdleri toplayan bayrak, yani hem tenzihi hem teşbihi, hem tesbihi, hem tekbiri.

Kur’an kelimesine değiyor bu kez de hafızam. Sadece kelimesine yoksa hakikatine değmek benim ne haddime. Kur’an da toplayan kitap, tüm suhufları, tüm furkanları. Furkan ayıran, Kur’an toplayan. Allah Musa’ya furkan verdi. Yani ayırıcı bilgi. Yani parçalı. Bütünsel değil kısmi bakan. Hakikatin bir yönüne nazar eden. Sesin Tur’un bir yönünden gelmesi gibi. Bir tek yönden gelen hakikat. Hocam diyor ki, Kuran’ın içinde hem suhuf var, hem furkan hem de Kur’an. O toplayan kitap, ama onu Kur’an ismiyle okumak herkesin harcı değil. Kimi ondan sadece suhuf okur, bu pastanın olsa olsa bir iki parçası. Kimi ondan furkan okur. Bu da pastanın evvelkine göre daha büyük bir parçası ancak yine de eksik, ve hakikatleri bütünüyle kuşatmayan bir bakış açısı. Kimi de onu Kur’an olarak okur ki, ancak o zaman Efendimiz’e varis olabilir. Evvelkiler varis değil mi, elbette öyle, miras alan herkese varis denir, ancak onlar aldıkları paya göre evvelki nebilerin varisleri gibiler. Bu yüzden denir ki ümmet-i Muhammed’den her bir veli evvel zamanlardan bir nebinin kademi üzeredir.

Kitab’ı Kur’an olarak okuyamayınca, Allah ismine de hakkıyla muhatap olunamaz. Kul o vakit Allah der. Ancak manasıyla Allah demiş olmaz, zira o bütün isimlerin manasını içerir. Kul parçalı bilgiye sahipse, isimlerden bazısını söyler. Allah derken de aslında zihninde kast ettiği, ilminde nazar ettiği belki el Hakim’dir. O Allah’ı bu ismin miktarınca bilir. O daha ziyade aklı ile Allah’ı bilir. Bazen de o şefkatiyle Allah der, ve o aslında er-Rahim demek ister. O da Allah’ı hisleriyle bilir. Bazısı bir, bazısı birkaç isme arif olur. Allah’ı ancak tüm latifelerini toplayabilen, tüm isimleri bünyesinde toplayabilen, hakikatleri toplayabilen, kitabı Kur’an olarak okuyabilen bilir. Biz ona asaleten Hz. Muhammed Mustafa, vekaleten Muhammedi veliler diyebiliriz. Hatta şeyhe göre bu makam öyle yüksektir ki, hiç kimse Muhammed as’ın kademi yahut kalbi üzere veli olamaz.

O ancak toplayabildiği ölçüde yükselir. Bünyesinde topladığı ve onlarla ahlaklandığı isimler, Kur’an’dan kalbine ve hayatına inen ayetler, tatbik edebildiği sünnetler (bunlar miktarınca Peygamber’in izini takip edebilir),muhatap olduğu ve kendisine keşfettirilen, fethettirilen hakikatler miktarınca yükselir. Bu farktan cem’e geçiş yolculuğudur. Parçadan bütüne ulaşma serüveni.

Ancak bir de umut verir Şeyh, der ki: Getirilen bilgi onun getirildiği varlık ile uyumludur. Peygamberimizin getirdiği Kur’an, ve sünnetiyle bize sunduğu cevâmi-ül kelim vasfı biz ümmet-i Muhammed’in bunu kabule ve bunda tahalluka ve hatta tahakkuka kabiliyetimiz olduğu için gönderilmiştir. Bilgi ile varlık arası uyum mevcuttur. Bize düşen içimizde var olan yeteneği kuvveden fiile çıkarmaya çalışmaktır. Yetenek bizim ayn-ı sabitemizin talep ettiğidir. Bu talep Hak ismince karşılanır. Yetenek asla zayi olmaz, zira Hak onun talebini karşılamayı üzerine vecibe edinmiştir. Böylece kul sanki bir hak sahibiymiş gibi Hak’tan yeteneğinin talep ettiği şeyi ister. Madem ki ümmet-i Muhammed’deniz öyleyse ism-i Hak’tan Muhammedi velayet isteriz. Füsus sahibi der k: Yetenek en kuvvetli duadır.

Sufiler “Allah kuluna kâfi değil mi?” ayetini yorumlarken Allah isminin mertebe-i uluhiyeti yani bütün isimleri içine alan keyfiyetine dikkat çekerler. “Allah kuluna yetmez mi?” demek, “ Allah ismini tümüyle söylemek size yeter” demektir. Zaten Allah tüm isimlerin cem’i olunca, bu herşey demek olmuyor mu? İnsanın kalbi de herşeyi istemiyor mu? Hep “Hel min mezid? Daha yok mu?” demiyor mu? Öyleyse insanın arayışı, eksiği, Allah ismini tastamam zikredinceye dek bitmeyecektir. O mertebe-i uluhiyyet sonsuz olunca, isimler de sonsuzdur, sonsuz bitirilebilir mi? Öyleyse insan bir yanıyla daima eksiktir. Ancak o makama O sizi çekerse çıkılır. O sizi tamam etmeyi dilerse tamamlanılır. Demek insan kendi çabasıyla daima eksik olsa da, Onun vehbiyle tamam olabilir. Eksiktir diyen hakikate bir vecihten bakar, tamamdır diyen başka bir vecihten. Bütünsel olan ikisini cem edendir. İnsan kendiyle eksik, Onunla tamamdır. Bu yüzden aynı manada sufiler “Bir kez Allah desen cümle günah dökülür” de derler. İsm-i câmiyi bir kez hakkıyla zikrettin mi günah diye bir şey kalır mı? Günah ademîdir, Allah ise vücudî. Varlık gelince ademden eser mi kalır?

‘Hasbiyallah’ kelime-i mubarekesini alemden yüz çevirmek için sarf edenlerin kulakları çınlasın. Allah alemden hariç midir? Dışarıda mıdır? Zâtı itibariyle O alemlerden müstağnidir. Ancak Allah Zâtın değil uluhiyet mertebesinin adıdır. Bunun için O alemle her vecihten alakalıdır. Öyleyse Allah derken alemden nasıl yüz çevrilir? Bilakis herşey onun vechinden değil midir? Yüzünü nereye dönersen dön Allah’ın vechi ordadır. Ve bir şeyin vechi onun hakikati demektir. Alem’in hakikati Allah’ın isimleridir. Hiç isimler helak olur mu? İnsanın hakikati esma-i küllihadır. Hiç insandan yüz çevrilir mi? İnsan fani olabilir mi? “Her şey yok olup gidicidir. Ama Ona bakan vechi müstesna.” Ayeti de böyle anlaşılır. Her şeyin bir fenaya, bir bekaya bakan yüzü vardır. Aslında bu ayrım dahi vehmidir.Vehmin hüneri yok olanı var göstermektir. Fena yoktur. Yalnız beka vardır. Varlığın sadece Allah’a bakan yüzü vardır. Varlığın cihet-i sittesi Ona bakar. Zahiri Ona baktığı gibi, batını da Ona bakar. Öyleyse helak olan nedir? Helak olan sizin vehmi nazarınız olsa gerek. Yoksa mazhar Zahir’le beraber bakidir.Mazhar kendiliğinde mümkündür, ancak Ona bakan yüzüyle zorunludur. Onun Zahir ismi olduğu sürece de mazhar var olacaktır. Varlığımızın da bekamızın da garantisi O’dur.

Öyleyse zihinler nasıl tepetaklak oluveriyor. Öyleyse bu şaşılık nerden geliyor. Allah’ı seven ama alemi sevmeyen, Allah’a bakan ama aleme kör.Böyle bakan aslında Allah’ı da görmemektedir. Ayetlerin üzerine basıp geçen ama buna rağmen ‘Ben Onu arıyorum’ diyen zihniyet nasıldır? Kanaatim odur ki, Allah’ı anmak, herşeyi anmaktır. Dışarıda hiçbir şeyi bırakmamaktır. Hepsini tevhid edip Bir saymaktır. Parçalayan Allah’ı nasıl zikretsin? ‘Şu hariç’ diyen, birşeyleri dışarda bırakan,’ şunu hayatımda istemiyorum’ diyen nasıl Allah’ı anabilir .Bu dahi bir vehim cümlesidir, ‘hayatım’ diye bir şey yoktur ‘hayat’ tümüyle Onundur. İçine ne dilerse sokar. Vehminden çıkamamış kişi aslında bazı isimleri anar, ve andığı isimler Onun olduğu gibi, dışarda bıraktığı isimler de Onundur. O sanır ki güzel olanı aldım, kötüyü bıraktım. Oysa bütün isimler güzeldir. Dışarıda bıraktığı da güzeldir.Kötü sandığı vehimdir. Yalnız o anda , o halde, o şeyde Allah’ın vechini görememiş, Allah’ın onda tecelli eden ismini bilememiştir.

İnsan hayatına giren her tecelliye ‘eyvallah’ demeden Allah’ı bilemez. Öyleyse Allah’ın hayatımıza soktuğu her şeyde Onun bir ismini bulmak ve heybeye doldurmak lazımdır. İnsan böyle toplaya toplaya Allah’a erer. Seyr-i süluk budur. Yolculuk, her bir isimden ism-i câmiye, Allah isminedir. Ferden asla, daldan kökedir. Bu yüzden yol da O’dur, yoldaş da O’dur. Allah’ta seyr bu olsa gerek.

‘Eyvallah’ demek her varlığa her şey-i vahide ‘evet’ demektir. Zulüm mü, küfür mü? Onlar zaten ademdir.Öyleyse Allah dedin mi her şeyi bekle.

Bir de şu hikayeyi anlatır: Bir sufiye bir kadın bir hediye gönderir. Adam “Allah’tan başkasından bir şey kabul etmiyoruz” der. Kadın güler, ‘Sen ne zaman şaşı oldun? Gönderen Allah’tan başkası mıdır ki?’. Adam insan dışındaki sebepler eliyle geleni Allah’a vermekte, ama insanla geleni Ona verememektedir. Oysa en büyük ayet insandır. En büyük vesile de insandır. Kendi kazandığınız da size bir insandan gelmektedir. Ama siz, ene dediğinizde tecellinin yine bir insanla, bu kez sizin kendinizle gönderildiğini unutursunuz. Oysa kendiniz de size ait değildir. Öyleyse ha kendinden ha başka bir insandan. Işık aydan ya da güneşten gelmiş, bir kibrit yakmışsınız, yahut biri size bir fener tutmuş, hepsi birdir. Nur birdir. O Allah’tır. Adam nazarındaki ikiliğe tövbe eder.Dileriz tüm şaşılar gibi şaşıran nefsimiz de tövbe eder.

Birlemek ancak Allah zikriyle mümkündür. Toplamayı bilmek ancak zikrullah ile mümkündür. Kalp ancak Allah zikri ile mutmain olur. Kimi tarikler sırf Allah ism-i şerifini zikrederler. Çünkü cem makamına ermeden mutmain olunmaz. Parçalı bilgi, şaşı nazar ile Âdemiyyet makamından düşülür, ve tüm isimler toplanmadan tekrar o makama dönülemez. Zira Allah diyebilen sadece Âdem’dir.Bütünü gören sadece odur. Çünkü sadece Âdem bütündür. Aktar-ı alemle gözünüzü yormayın, siz de bir alemsiniz.

Zaten alemden topladığınız malumat, siz kendinizi toplamadığınız sürece nur ise de karanlığa tebdil olur. Sizdeki kesret alemin verdiği bilginin nurunu söndürür. Öyleyse dağılan parçalarınızı toplayın…

Nefsimle beraber.


Not 1. Muhakkiklerin eserlerinde alem sözcüğü kullanılırken ekseriyetle insanı kast ederler. Okumalarınıza bir de burdan bakın.

  24.01.2011

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut