TESLİMİYETLE BAŞLAYIP KULLUKLA BİTEN YOLCULUK

Mona İslam

“Bu dostun gayri her şeyi aramadan bulamazsın, bu dostu ise bulmadan arayamazsın” -Konevi

MÜSLÜMANIM ELHAMDÜLİLLAH. Allah’ın kitabında “Müslümanım diyenden daha güzel sözlü kim vardır?” buyrulunca, bir zikir gibi tekrarlıyorum, güzelleşme umuduyla, müslümanım, müslümanım, müslümanım…

Ancak yine mübarek kitapta teslim olduk denilince bırakılmayacağımız, sınanacağımız ve teslimiyetimizin mahiyetinin mihenge vurulacağı söyleniyor. Hayat baştan sona bu sözün sınanmasından ibaret, teslim oldun mu olmadın mı?

Müslüman oldum da mümin de oldum mu acaba? Allah bedevilere “Teslim olduk deyin iman ettik demeyin, henüz iman kalplerinize işlemedi” buyurunca teslimiyetle bitmeyen sürecin, bu kez iman sınanma sürecine dönüştüğünü görüyoruz. Mübarek kitapta iki terkip çıkıyor karşımıza: “Ellezine amenu” ve “müminun” ilki Türkçe’ye iman edenler, ikincisi müminler olarak çevriliyor. Böyle bakınca aralarında bir fark yok gibi. Biz de meallerden okurken ayırt edemiyoruz. Ancak öğreniyorum ki ilk terkip ve ikinci arasında bir fark var. İlki iman iddiasında bulunan insanlara, ikincisi ise imanlarının Allah tarafından tasdik edildiği insanlara işaret ediyor.

Ayetlere bakarsanız müminler hitabının başta Mü’minun Suresi olmak üzere, sair yerlerde bir iltifat, bir güzel isimlendirme olarak Allah tarafından verildiğini, imanın gönüllerinde çıkmamak üzere yerleştiği kişileri anlatıyor. Onlar güzel özellikleriyle vasf ediliyorlar. ‘Ellezine amenu’ terkibinin kullanıldığı yerlerde ise, genellikle bir teklif ve bir emirle yahut bir men ve yasakla karşılaşıyoruz. Allah iman iddiasında bulunan insanlara adeta şöyle diyor: “Şayet iddianızda sammimi iseniz buyrun bunları yapın, bunlardan da kaçının ben de sizin imanınızı tasdik edeyim”. İman her ne kadar tasdik ise de tasdik tek taraflı olmuyor. Önce sizin sonra O’nun tasdik etmesi gerekiyor. Ancak o zaman ahitleşmiş ve ayrılmaz bir bağla, adeta bir nikahla bağlanmış oluyorsunuz.

İman aşamasını marifet aşaması takip ediyor.Marifet muhabbeti netice veriyor. Tanıdıkça seviyorsunuz, sevdikçe daha da tanımak istiyorsunuz, burada nurani bir daireye giriyorsunuz. Bu mertebeye hakikat mertebesi de denilebilir. Böylece islam, iman, marifet ve hakikat mertebeleriyle dört basamak yukarı çıkılıyor. Bu dört basamak çıkılırken nefis de emmare, levvame, mülhime ve mutmainne olarak dört basamak yükseliyor.

Cennetin dört nehri var. Su, süt, şarap, bal. İlki islam, ikincisi iman, üçüncüsü marifet ve muhabbet, dördüncüsü hakikate karşılık geliyor. İlkinde müslüman, ikincisinde mümin, üçüncüsünde aşık, dördüncüsünde muhakkik oluyorsunuz. Bu nehirlerin birincisi insana tevazu, ikincisi ilim, üçüncüsü başdöndüren bir muhabbet, dördüncüsü ise arıya vahyedildiği gibi kalbe gelen,üzerinde hiçbir tereddüte mahal olmayan, fikirden ürememiş, vehbi, ledünni bir hakikat veriyor.

Bitti mi? Hiç biter mi? Ona giden yollar hiç sona erer mi? Ah! Ayrılık ne zaman biter?

Hakikat mertebesinden sonra bir mertebe daha var. Ona kurbiyyet deniliyor. Konevi’ye göre kurbiyyet(yakınlık) dört vecihledir. İlk üç mertebesinden ziyadeye akıl için yol yoktur.

  1. Kurb-u zamanî

  2. Kurb-u mekanî

  3. Kurb-u aklî

İlkinde şöyle bir örnek veriliyor:

Mesela Hz. Mustafa’ya göre zaman-ı Ali bizim zamanımıza daha yakındır.

İkincisi:

Kamer bize Müşteri’den daha yakındır.

Üçüncüsü:

Bayezid-i Bistamî ve Ebu’l Hasan el Harakanî Hz. Mustafa’ya, Utbe ve Şeybe’den daha yakındır. Her ne kadar onlar zaman ve mekan açısından daha yakın olsalar da kurb-u aklî evvelkilerdedir.

Amma Hâlık-ı teâla ve tekaddes hazretlerinin her bir mevcuda kurbunu “Nerede iseniz, o sizinledir”(Hadid 4) sırrını arif ve sahib-i basiretin gayrı bilemez. İşte bu kurbun dördüncü mertebesidir.(Biz buna Üstadımızın talimiyle akrebiyyet diyoruz)

Öyleyse karşımıza dört basamak daha çıkıyor:

  1. Kurbiyyet

  2. Akrebiyyet

  3. Kutbiyyet

  4. Abdiyyet

Kutbiyyetin ne olduğunu izaha kalkışacak değilim. Ne haddime! Ben kurbiyyet ve akrebiyyeti de Konevi’nin ve Üstadımın himmetiyle yazmış bulunuyorum. Kurbiyyeti Konevi’den, Akrebiyyeti Üstad Bedizzaman’dan talim ettim. Yanlış anlaşılmasın talim sadece ilmelyakin. Ah keşke aynelyakin ve hakkalyakin de olsa.

Ötesine hayalim bile ilişmiyor ama bunu istiyorum. Biliyorum ki, ancak o zaman firakın acısı diner. Firak acısı dinmeden insan razı olur mu hiç? Olmaz! Nefs-i raziyye için kurbiyyet şarttır. Ancak Ona yaklaşırsam, ancak Onun ayrılığından Onun kavuşmasına ınkılab ederse halim razı olurum. O bana yaklaşırsa, O beni tutarsa sağ elinde, O gelirse her yere benimle, o zaman akrebiyyetiyle de O benden razı olmuş demektir. O vakit bana nefs-i marziyye derler. Ah! Ne güzel bir hayal bu…

Bir de şöyle diyor sufiler, “Allah’ı seven zelil olur, Allah’ın sevdiği ise nazlı olur.” Razı olmada bir zelil oluş, bir horluk, bir darlık ve kabz kendisinden razı olunanda ise bir izzet, bir şeref, bir genişlik ve bast hasıl olduğuna işaret olsa gerek. Belki ilki niyaz makamı, ikincisi naz makamı. Ancak yine uyarıyorlar, sen naz makamına oturtulsan da yine niyazda ol. Kulluk bunu gerektiriyor.

Firakın ilacı, kurbiyyet ve akrebiyyettir. Aşkın devası visaldir, visal kurbiyyet ve akrebiyyetle mümkündür. Allah’ım bana ikisini de nasip et!

Tam niyaz ederken zihnime bir fikir düşüyor. Kalbime bir damla, gönül kulağıma bir ses geliyor:

-“Secde et ve yaklaş!”(Alak 19)

- Lebbeyk !


Not: Saydığımız basamakların her birinin, öncekileri de içeren, iç içe daireler misali olduğunu hatırlatalım.Böylece birine geçen bir öncekinden azade oluyor sanılmasın. Bilakis okul tahsili gibi bir öncekinin diplomasını da yanında taşıyor.(ve lillahil meselül â’lâ)

  17.01.2011

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut