İNCİTMEMEK VE İNCİNMEMEK

Mona İslam

HAYAT HALLERİN tebdilinden ibaret. Her bir ilahi isim, bizi kendi rengine boyamak niyetiyle, sırasıyla üzerimizde hükümferma oluyor. Bazen isimler ana renklerin ara renkleri oluşturması gibi birarada yansıyorlar üzerimizde, her birinden bir tutamlık haller yaşıyoruz o vakit. Karışık, karmaşık. Sevgi ve nefret arası, rahmet ve gazap arası, umut ve korku arası haller. Bir yandan sahiplik iddia etmek istiyor, ama sorumluluk yüklenmekten kaçıyoruz, bir yandan korunup kollanmak istiyor, ama kendimizi özgür hissedebiliyoruz. Bu hallerin tebdilinde, bu denizin dalgalarında, kimi zaman bir sörfçü gibi iyi bir dalga yakalayıp hızla yol alıyoruz, kimi zaman da akıntıya karşı yüzmeye, dalgaların altından yüzeye çıkabilmeye çabalamaktan, bitap düşüyoruz. Bir bakmışız, ne saadet, rüzgar bizden yana. Bir bakmışız, hayret, nasıl hayatta kalmışız?

İnsanın bu hayat dağdağası içinde bir de maksadı var. Yaratılış hikmeti. Genel ve özel varlık sebebi. Bir insan olarak, üzerine yüklenmiş esmanın hakkıyla taşıyıcısı olmak. Bir birey olarak, insanlar içinde bizatihi kendi yaradılış hikmetini, ismi azamını keşfetmek, onda yükselmek, uruç etmek. Ben şöyle dua ediyorum: Allahım beni yaratmandaki maksad her ne ise ona ulaşmama yardım et.

İbn-ül Arabi insanın ayn-ı sabitesini böyle izah ediyor: Bizim yaradılış hakikatimiz, maksadımız, özel hikmetimiz. İçinden çıktığımız çekirdek ve olacağımız meyve. Ziraat edenin bizi arz toprağına ekmekle bizden almak istediği ürün. Onun ne olduğunu bilmiyoruz. Ona ulaşabilecek miyiz, yoksa kimimiz tohumunu bile çatlatamadan, filizlenip başını hava alemine uzatamadan, serpilip gelişemeden, yapraklanıp çiçeklenemeden, meyveye duramadan, hamken pişemeden, yarım mı kalacağız? Yarım kalmayalım lütfen! Bunca emek, yarım kalmak için çok yazık! O külli kudretin emeğine de, bu cüzi kudret lemasının emeğine de yazık! Görüyorsunuz ya, serpilememişim henüz, kudrette ikilik var sanıyorum.

Konevi tevhidin ilk aşamasını ‘la ilahe illallah’ ikinci aşamasını ‘la kuvvete illallah’ üçüncü aşamasını ‘le mevcude illallah’ cümleleri ile özetler. Buna göre ben daha ikinci aşamaya bile geçememiş olmalıyım. Kudretteki ikiliği bir etmek için düşüncemi zorlamam, hayalimi yormam, katır gibi direnen nefsimi ardından ittirmem gerekiyor.

Konevi bir de şunu söylüyor: “Şayet insan kendinden maksat olan şeyi görseydi,yani kendi kemalini, ondan başka bir şey düşünemez olurdu. Bir aşık gibi bir meczup gibi ona çekilir, başka birşeyi görmezdi.”(Miftahul Gayb) Elbette bu benim Konevi’den fehmime düşen. Onun dilini aynen nakletmek de zor, aynen anlamak da. Ancak yer yer “Biliyorum bunları anlamadın ama…” diyen şefkatli uslubu yok mu! Sizi dizi dibinde tutmaya devam ediyor. Ve onu anladığınız kadarıyla anlatmanıza izin veriyor. Başka türlüsü namümkün. Cümlelerini kalbe ekilen çekirdekler gibi ne zaman nasıl çıkacaklarına aldırmadan itimadla alıyorum. Onları çıktıklarında bileceğim, belki bu dünyada belki berzahta. İşin doğrusu orada ona soracak çok şeyim var, belki burada da…

İnsan-ı kamilin tasarrufundan söz ederken onun sadece dünya hayatındakilere değil, berzahtakilere de tasarrufu, onlarla konuşması, alakasından söz ediyor. Merak ediyorum bir kamil dünyadan berzaha tasarruf edebiliyorsa, berzahtan dünyaya da tasarruf edebilir mi? Kimi zaman sorularıma cevap mahiyetinde zihnime düşenler, alakadar olduğum kamilin eseriyle değil, bizatihi kendiyle mi ilgili. Bana cevap veren kitap vasıtasıyla onun mübarek ruhu mu? Yoksa kamillerin kitapları onlarla berzahta da olsalar konuşabilmek için bir telefon hattı mı? Öyle hissediyorum. Okurken aramda bir bağ beliriyor. Bu herhangi bir zatın kitabını okurken böyle olmuyor. Sadece ümmetin muhakkiklerini, yıldız misali velilerini okurken oluyor. Onlarda ne var? Nasıl bu kadar kolayca kalbime nüfuz ediyorlar?

Konevi’yi görme arzusu uyanıyor içimde. Keşke! Belki, bir gün. Umulur ki, görüşüm bir gün onu da görebilecek denli berraklaşır.

Sufiler ‘İncitme ve incinme’ diyorlar bir düstur, bir kaide gibi. İncitmeden ve incinmeden nasıl yaşar ki insan? Düşünce yine yardımıma koşuyor. İnsan sünnete riayete azami dikkat gösterir, niyetini sahih tutarsa incitmeyebilir. İnsan başına gelen şeyi sebebe değil Müsebbib-ül Esbab’a verirse, incinmeyebilir. İlkinde cüz-i iradenizi küll-i iradede eritmeniz bunun için de kendi tavır ve alışkanlıklarınızı satıp, yerine peygamberin tavır ve davranışlarını almanız gerek. İkincisi için ise gayrın cüz-i iradelerini küll-i iradede eritip, onların tümün tecelliler olarak görmeniz gerekli.

İncitmemek ve incinmemek, ancak hakkıyla ‘La kuvvete illa hu’ diyebilmekle mümkün. Kuvvetini de gayrı kuvvetleri de ona vermekle. Kuvveti tevhid etmekle. Yalnız onu Kadir bilmekle. Gayrı da mutlak aciz görebilmekle. Demek tevhidin ikinci makamını bilmek, aczi bilmekten geçiyor. O halde buna yoğunlaşmak gerek. Nefse aczini her durumda temrin ettirmek, gayrın acizliklerine şefkatle göz gezdirmek, bir de kalbin pasını ‘la havle ve la kuvvete illa billah’ ile iyice temizlemek. Zikri ve fikri buna yoğunlaştırmak. Böylece biraz daha boy vermek, biraz daha dal budak salmak. Kesbî olana gayret edip, vehbî olana dua etmek. Bakın bu kez de ilmi ikiye böldüm, kesbî olan ve vehbî olan. Ben iflah olmayacak mıyım? Ne çare ki, bu makamdan öyle görülüyor.

Kendime şefkat etsem iyi olacak. İbnül Arabi’nin dediği gibi “Nefsim benim en yakın komşumdur, iyiliğe önce ondan başlamam gerek.” Umarım zamanla bu şaşılığım düzelir. Müşahedede olmasa da teoride bir olduklarını biliyorum ya, bu da bir çekirdektir, bu da bir tesellidir. Çekirdeği olan ahirette neşvü nema umut edebilir. Çekirdeği olmayana yazık, onun serpilecek bir şeyi yoktur.Yukarıda bir yerlerde ikiliği birliğe döndürecek, gözümdeki şaşılığı giderecek bir makam var biliyorum. Oraya çıkmak için niyaz ediyorum.Komşuma, üçüncümüz Allah olan nefsime, yol arkadaşıma, “Üzülme diyorum, Allah bizimle.” Madem ki niyazımız var…

  14.10.2010

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut