TENZİH ZAMANI - TEŞBİH ZAMANI

Mona İslam

İKİ GÜNDÜR bel tutulması ile yatıyorum. Anneannesiyle İzmir’e giden kızımın bavulunu taşımak bana kaldı. O gitti, ben yataklara düştüm. Eşim ondan da önce gitmişti zaten. Bu yüzden bavulu taşımak bana kaldı ya. Şimdi kimsecikler yok, ben yattığım yerden doğrulmak için akla karayı seçiyorum. Kara, hakikaten varmış, bir ara acıdan gözlerim karardı da oradan biliyorum. Kendi kendime “Burada şimdi bayılamazsın Mona” dedim. “Bayılırsan kimse seni kaldıramaz yerden.” Tek yardım isteyebileceğim makamdan, Allah’tan yardım istedim. Tuttu elimi, beni yatağa kadar götürdü. Elhamdülillah. İnsanın yatak odası ile banyo arasında bile yürümeye O’nsuz güç yetiremeyeceğini anlamış bulunuyorum.

Düşünüyorum. Zaten gözlerim tavana dikili yatarken yapacağım başka bir şey de yok. Allah neden belimin tutulması için kimsesiz olduğum zamanı seçti. Zalim değil kuşkusuz. Onu zulümden tenzih ederim. Kimsesiz olmadığımı, Müstean’ın sadece O olduğunu, yardımın biricik kaynağını öğretmek için belki. O yardım etmek için sebeplerden, aracılardan münezzeh. Hiçbir vasıtaya muhtaç değil bana el uzatmak için. Ama ben O’na sonsuz muhtacım. Belki en çok yardımın O’ndan geldiğini hakkalyakin bilmeye muhtacım. Onu tenzih etme zamanı şimdi. Aracıların mevhum tesirinden müberra şimdi zihnim. O’nu tenzih ederken benimin O’na ihtiyaç duymadan birşeyleri yapabildiği vehminden de temizleniyorum. Tüm vehim ve zanlar için istiğfar ediyorum. “Onu tenzih ederken kul aslında kendini tenzih eder(yani temizler), zira o zaten Kuddüs’tür, kulun temizlemesinden de münezzehtir. Rabbi tenzih, kulu temizlemek içindir” diyen İbn-ül Arabi’yi hatırlıyorum.

Bugün daha iyiyim. Hastalık vazifesini kısmen ifa etmiş olmalı ki, kısmen çekilmiş. Yine de doğrulunca eğilmek, eğilince doğrulmak çok zor. Namazı oturarak kılıyorum. Mesnevi-i Nuriye okuyorum. “İnsan nefsini herşeyin altında görmeli” diyor Üstad. “Nefis kendinden yukarıda gördüklerini Rabbine kolayca verir de kendinden aşağıda gördüklerinden bir şirk-i hafiye varabilir. Onları sahiplenir.” Aklımda kalan manayı not ediyorum. Şu an oturabilen ve okuyabilen ben değilim, çünkü daha dün ne oturabiliyor, ne okuyabiliyordum. O halde, oturma gibi altı aylık bebekten başlayarak herkesin “kolayca yapıyorum” sandığı şey bir vehim. Biz, küçük bir kızın oyuncak bebeğini bacaklarını bükerek oturttuğu gibi, bir yere oturtuluyoruz. Okumak için de oturmak, yatakta da olsa kollarını kitaba doğru uzatmak, bir kitabı bir yerden alıp tekrar oraya bırakmak gibi becerilere sahip olmalı insan. Kımıldayamayan kitap okuyamaz ki. Belki, biri olsa da ona okusa, dinleyebilir. Zavallıcık. Zavallıyım demek ben. Ne kadar ağır geldi söylemek.

Bugün benim doğum günüm. Yine yalnızım, böyle zamanlarda yalnızlık daha bir dokunuyor insana. Telefon çalıyor, en yakın arkadaşım arıyor. “Hadi” diyor giyin, “seni almaya geliyorum.” Ne güzel, biraz daha iyiyim ve bunu biryerlere yürümek zorunda kalmadığım sürece dışarı çıkmak için kullanabilirim. “Merak etme” diyor arkadaşım “seni yürütmem, hemen kafenin orada park edeceğiz.” Boğaz sırtlarında bir yere gidiyoruz. Deniz, köprü, İstanbul aşağımızda uzanıyor. Ne kadar da güzel bir hava var. Bana sevdiğim Cheesecake’lerden ısmarlamış, tabağı da süsletmiş çikolatalı soslarla, bir ışıldak ve bir mum bile yaktırmış. Üstelik bir de kahve makinesi almış. Ağzım kulaklarıma varıyor. Önceki günlerdeki kimsesizliği düşünüyorum. Şimdi teşbih zamanı diyorum. Hakiki Sevgili sevgisini bugün arkadaşının tecelligahından sunuyor sana. Ona teşekkür ederken Ona teşekkür ettiğini bilerek et. Öyle yapıyorum.Sebebe teşekkür, Ona şükrediyorum. Onu da, iradesini Onun sevgisine tecelligah olmak için kullanan arkadaşımı da, çok seviyorum. Onun sevgisini tecelliler ile sunduğunu, bu tecellilerin azamının da insan olduğunu bilmeye ne kadar da muhtaç olduğumuzu düşünüyorum.

Eve döndüm. Tatlı bir yorgunluk var üzerimde. Tesbihat zamanı. Akşam ve yatsı arası tesbihatı yaparken bir cümleye takılıyor zihnim. “Fe in tevellev fe kul hasbiyallahu…ila ahir” cümlesi bu. Bir tenzih ibaresi. Bize bizden yüz çevirenlere karşı nasıl davranmamız gerektiği öğretiliyor. “Allah bana yeter.” Bu kula umut ve teselli veriyor. Tıpkı benim son günlerde yaşadığım gibi. “Kimse size teveccüh etmiyorsa, ya da edemiyorsa, Allah var unutmayın” diyor. Ama bu ayet Üstad’ın İhlas Risalesinde belirttiği üzere, hakiki bir uhuvvet ve muhabbeti engelleme bahanesi olarak kullanılıyor. “İnsanlar size teveccüh ettiğinde, sizi sevdiklerinde, onlara önem vermeyin, defolsun gitsinler, umurunuzda olmasınlar” diye yorumlanıyor kimilerince. Tecelligaha teşekkür etmeyi bilmeyenin, Allah’a teşekkür etmeyi de bilmeyeceği unutuluyor. Üstadın senelerce kendisine hizmet eden kaşığa bile hürmeti vefası unutuluyor. İnsanlara kaşık kadar kıymet verilmiyor. Teşbih zamanı tenzih yapılıyor. Bu da hem insandan hem Allah’tan uzaklaşmaya sebebiyet veriyor. Allah halifesine ehemmiyet vermeyene ehemmiyet vermez de ondan.

Önce biz muhtacız her bahane ile sevmeye, kusura değil güzelliğe nazar etmeye. Nazarını güzelliğe tevcih edenin ve kusurları örtmekte kullananın kusurlu ve aciz kulun perdesinde Onun cemalini gördüğünü farketmeye muhtacız. İnsanlara böyle bir sevgi ile yönelmeden Onun hüsün ve cemalini göremeyiz.

Sonra kemalin teşbih ve tenzihin cem’inde olduğunu anlatan Füsus’un Nuh fassına gidiyor zihnim. Biz ne zaman ne yapacağımızı belirleme hakkına sahip değiliz. Kul olmanın anlamı da bu. Sebepler ufukta battığında bize düşen Müsebbib-ül Esbabı hatırlamak. Tenzih yolunu seçmek. “Hasbiyallahu …” demek. Sebepler teveccüh ettiğinde sebebe hürmet edip, Padişahın elçisinin de Padişan namına baş tacı edilmesi gerektiğini unutmamak. Teşbih yolunu seçmek. Allah’ın bize kimi zaman tenzihi kimi zaman teşbihi gerektiren biçimde tecelli ettiğini ve bizimle bu şekilde ilişki kurduğunu bilmek. Teşbih edilecek yerde tenzih etmenin, tenzih edilecek yerde teşbih etmenin, Onunla ilişki kuramama sebebi olduğunu idrak etmek. Bu yüzden acı çekiyoruz ya! Ya ortada yoklarken sebepleri çağırıp, ağlayıp tutturuyoruz, ya etrafımızda resmi geçit yaparlarken onlara vurup kırıyoruz, ağlatıyoruz.

Gündüz ve gece birer ayet, gündüz teşbihin, gece tenzihin ayeti. Her birini birbiri peşisıra zaman ipine takana, hayatı ikisi arasında bebek beşiği gibi tatlı tatlı sallandırana hamdolsun.

Teşbih zamanı ile tenzih zamanını iyi kollamak gerek. Efendimizin(sav),cem makamının sahibi olarak, teşbihte tenzihi tenzihte teşbihi hatırlattığını da unutmamalı.*

Gecede ve gündüzdeki ayetleri bize öğretene, tenzih ve teşbihin usulünü hayat-ı seniyyesiyle talim edene salat-ü selam olsun.


*İbnül Arabi, Füsus-ul Hikem

  04.10.2010

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut